Bırakın, Ah kederlerimle baş başa bırakın beni;
Oturacak ve solup gideceğim burada,
Ta ki hiçbir şey olmayana dek bir ruhtan başa
Ve yitirene dek bu kilden şekli.
William Blake
Dead Man (1995) Amerikan Bağımsız Sineması’nın önde gelen yönetmenlerinden Jim Jarmusch’un altıncı uzun metraj filmi. Filmin Jarmusch filmografisinde ayrıcalıklı bir yer tutmasının nedeni türler arası ruhani bir yolculuk hikâyesini anlatmasının yanı sıra, sahip olduğu örtük alt metinlerinde, üst düzeydeki görüntü estetiğinde ve eşsiz bir Johnny Depp oyunculuğunda yatıyor.
Jarmusch, Stranger Than Paradise (1984), Down By Law (1986), Mystery Train (1989), Ghost Dog:The Way of the Samurai (1999) gibi pek çok filminde ortaya koyduğu yalın, duru ve minimalist anlatımını Dead Man’de de sürdürüyor. Ancak Dead Man’in saydığımız diğer filmlere oranla hayli karanlık, tekinsiz ve kaotik bir ruha sahip olduğunu da söylememiz lazım.
Film, Fransız şair ve yazar Henri Michaux’dan bir alıntıyla başlıyor: “It is preferable not to travel with a dead man”. Tüm ailesinin yakın zaman önce öldüğü, nişanlısının kendisini terk ettiği, işsiz güçsüz, kısaca kaybedecek hiç bir şeyi kalmayan Clevelandlı sünepe muhasebeci William Blake bir madencilik şirketinden aldığı iş teklifini değerlendirmek üzere trenle Machine Kasabası’na gitmek üzere yola koyulmuştur. Trende tanıştığı bir adama şirketten aldığı mektubu gösterir. Adam Blake’e elindeki kağıt parçasına fazla güvenmemesini öğütler. Gittiği yerde iş yerine mezarını bulması da aynı derecede mümkündür. Blake’in yol boyunca tren penceresinden gördüğü tekinsiz manzaraları, trendeki yolcuların yüz ifadelerini, hâl ve tavırlarını, Michaux’un filmin başındaki epigrafıyla birlikte düşündüğümüzde Blake dâhil trendeki bütün yolcuların ölmüş olduğunu, trenin de kendilerini öteki dünyaya doğru götürdüğünü hissederiz. Nitekim üstündeki soytarı kostümü, kaygılı ve kendine güvensiz tavırlarıyla genel resme keskin bir tezat çizen Blake’in indiği Machine kasabası acımasız, vahşi, sefil atmosferiyle cehennemden farksızdır.
Kasabada ilk iş olarak Dickinson Metal Works’a gider Blake. İki ay önce eline geçen ve kendisine işe alındığını konfirme eden mektubu gösterir. Yetkili kişi, geçen ay yeni bir muhasebeciyi işe aldıklarını söyleyerek kapıyı gösterir. Blake şaşkın ancak kararlıdır. Mektubu tekrar gösterir. Şirketin patronu Dickinson’dan iş garantisi sözü almış ve onca yolu gelebilmek için elinde ne var ne yoksa satmıştır. Haklılığını kanıtlamaya çalışır; ancak şirket yetkilisinin kendisini anlamaya niyeti yoktur. Blake son çare olarak patronla görüşmek istediğini söyler. Blake’in inatçılığından yılmış olan yetkili, boyunun ölçüsünü alması için alaycı bir tavırla Dickinson’la görüşmesine izin verir. Ne var ki Dickinson’ın Blake’in yüzüne silahını doğrultarak kovması fazla uzun sürmeyecektir. Filmin henüz başlarında yaratılan bu tekinsiz atmosfer, Kafka’nın Şato’sunda K.’nın bir köye kadastro memuru olarak atanması, ancak köyü kontrol altına tutan Şato’ya bir türlü yaklaşamaması, hiçbir görevlinin kendine yardım etmemesi, kimseye derdini anlatamaması ile ilerleyen kafkaesk ortamı andırmaktadır.
Sonrasında Thel adındaki çiçekçi kızla kısa süren, sonu kan ve hüsranla biten tek gecelik bir aşk hikâyesi yaşar Blake. Dickinson’un oğlu ve Thel’in uzun zamandır ortalıkta görünmeyen uzatmalı nişanlısı Charlie, Thel ve Blake’i yatakta yakalar. Charlie, Blake’i vurmak isterken araya Thel girer ve vurulur. Ancak Blake de yaralanmıştır. Bunun üzerine o da Charlie’yi vurur. Kaçmak için Dickinson’a ait olduğunu bilmediği atını çalar ve gecenin bir yarısı kimselere görünmeden olay yerinden uzaklaşır.
Film bu noktadan sonra yeni bir evreye geçer. Hikâyenin kırıldığı, karakterin değişip dönüşmeye başladığı yerdir burası. Blake, yolda karşılaştığı ve kendisini tedavi eden Nobody isimli bir kızılderiliyle birlikte hem Dickinson’ın peşine taktığı adamlardan kaçar, hem de bu kaçış serüveniyle koşut olarak film boyunca süren ruhani bir yolculuğa çıkar. Dead Man, temel sorunsallarını ve filmle ilgili ipuçlarını Nobody ve Blake’in şiirsel diyaloglarında ortaya serer. Nobody Blake’e sorar:
Nobody: Seni öldüren beyaz adamı öldürdün mü?
Blake: Ben ölü değilim ki!
Nobody: Aptal beyaz adam, sana doğduğunda ne isim verilmişti?
Blake: Blake… William Blake
Nobody, Blake’in tam adının William Blake olduğunu öğrenince şaşkınlığını ve hayranlığını gizleyemez:
Nobody: Öyleyse sen ölü bir adamsın.
Blake’in Nobody’nin neden bahsettiği konusunda hiçbir fikri yoktur. Nobody şair William Blake’den birkaç dize okur ve devam eder:
Nobody: Sen bir şair ve ressamdın. Ve şimdi beyaz adamların katilisin.
Bir kızılderili olan Nobody’nin Blake’i ezberden şiirler patlatacak kadar iyi tanımasının ve hayranlık beslemesinin sebebini ise Nobody’nin hayatının önemli kesitlerini anlattığı, ‘beyaz adam’a karşı duyduğu nefretin sebebini ifşa ettiği uzun monoloğundan öğreniriz. Daha küçük bir çocukken kabilesi İngiliz askerlerinin saldırısına uğramış ve Nobody kafasına silahla vurularak esir alınmıştır. Ardından kafeslere tıkılmış, farklı şehirlere götürülüp sergilenmiştir. En sonunda da bir gemiye bindirilip İngiltere’ye sürgün edilmiştir. Orada da vahşi bir sirk hayvanı gibi gösterilere çıkartılmıştır. Sahipleri Nobody’i beyazların okuluna göndermiş ve Nobody Blake’in kendisini derinden etkileyen şiirleriyle burada tanışma fırsatı bulmuştur. Ve şimdi karşısında duran bu adamın, yani beyaz adamların katilinin, şiirlerine hayranlık duyduğu William Blake olduğuna inanmaktadır. Blake’i geldiği yere, ölümsüzlüğe, acıların olmadığı ve ruhunun ait olduğu cennete geri göndermek için ona yoldaş olur. Onu hem ruhanî bir yolculuğa çıkarır, hem de kendisinde bir kişilik dönüşümü yaşatarak kurulu düzenin ve kötülüklerin esas kaynağı olarak gördüğü otorite sahibi ‘beyaz adam’lardan intikamını kendi eliyle alması için ona ilham verir. Blake kendi yaratıcı gücünü ve gerçek kimliğini keşfettikçe Nobody de ‘beyaz adam’dan geçmişin intikamını alacaktır.
Nobody: Bu silahı nasıl kullanacağını biliyor musun?
Blake: Pek sayılmaz.
Nobody: Bu silah dilinin yerine geçecek. Onun aracılığıyla konuşmasını öğreneceksin. Ve artık şiirin kanla yazılacak.
Filmdeki Blake’in 18. YY İngiliz romantik şiirinin en önemli temsilcilerinden, aynı zamanda ressam olan William Blake’in yaklaşık olarak 100-150 yıl sonra, yeryüzünün başka bir coğrafyasında reenkarne olduğunu düşünerek izlemek ve bu izlek üzerinden çıkarımlar yapmak izleyiciye kalmış bir tercih. Jarmusch da kendisiyle yapılan bir röportajda1 William Blake’in senaryoya ve filme girmesinin kesin ve net bir sebebinin olmadığını söyler. Sadece Blake’in fikirlerinin ve şiirlerinin Amerikan yerlilerinin ruhunu taşıdığı düşüncesinin zihninde birden uyanmasını gerekçe gösterir. Biz yine de filmdeki Blake’in şair William Blake ile örtüşen birkaç özelliğine kısaca değinelim.
Şair William Blake de yaşadığı dönemde bir devrimciydi. Henüz 22 yaşında Newgate Hapishanesi’ni yakan gruba katılıp otoriteye karşı olan nefretini kusmuştu. Devlete, kiliseye, statüye, toplumsal değerlere, otoritenin her türlü geleneksel kalıplarına karşıydı. Sanayi Devrimi’nin insanlar üzerindeki yıkıcı, hırpalayıcı etkilerini görüp isyan ediyor, sürekli olarak iyi bir topluma ulaşma ülküsü güdüyordu. Doğaya yabancılaşmamış bir yaşam sürebilmek onun için önemliydi. Dead Man’deki William Blake de Nobody sayesinde çıkmış olduğu bu ruhani yolculukta eski kimliğinden gittikçe uzaklaşır; günlerce ormanda yatıp kalkar, ateşler yakar, yüzünü boyar, yaralı ceylanların yanına uzanır, Kızılderili ritüellerine uyum sağlayarak doğayla iç içe bir yaşam sürmeye başlar. Tabii buradaki “Doğa” Rousseau’nun “Doğa” kavramına yüklediği anlamdan biraz farklı. Kastedilen vahşi bir doğadır. Kendi ölüsünü ya da dirisini getirenin bu yoksullukta yüksek bir meblâğ ile ödüllendirileceği, vahşiliğine yine insanın daha doğrusu ‘beyaz adam’ın neden olduğu bir doğa… Ancak bu tehlikeleri göze almadan, hayatın bu acımasız gerçekleriyle yüzleşmeden, bu sınavı vermeden, ölümsüzlüğe kavuşulamaz. Sünepe muhasebeci William Blake bu ruhsal dönüşümü geçirmeden gerçek anlamda şair William Blake olamaz. İki asır önce kalemiyle mistik şiirler yazan, cehennem tekniği dediği bir metotla resimler ve süslemeler yapan, isyancı ruhunu bu yolla dizginleyen Blake, artık kanla yazacaktır şiirini.
Bir süre doğada tek başına yaşayan, tehlikeleri tek başına göğüsleyen Blake, peşindeki beyaz adamları öldürür. Daha sonra tekrar Nobody ile karşılaşırlar. Nobody onu ölümsüzlüğe, sonsuz yolculuğuna uğurlamaya kesin olarak kararlıdır.
Nobody: Seni sulardan yapılmış köprüye götüreceğim. Aynaya. Sonra da dünyanın bir sonraki katına çıkarılacaksın. William Blake’in geldiği yere. Ruhunun ait olduğu yere. Denizin gökyüzüyle buluştuğu yerdeki aynadan geçip geriye döndüğünden emin olmalıyım.
Nehri kanoyla geçerek birlikte Nobody’nin kabilesinin yaşadığı kasabaya gelirler. Fakat çarpıştığı adamlardan birinin kurşun darbesiyle ağır şekilde yaralanmış ve kan kaybetmektedir Blake. Nobody kendisine uzun yolculuğu için büyük ve dayanıklı bir kayık yaptırır. Blake epey yorgun ve bitkin, ne olup bittiğini tam anlayamaz bir haldedir:
Nobody: Artık ayrılma zamanı William Blake. Geldiğin yere geri dönme zamanı…
Blake: Cleveland’a mı?
Nobody: Tüm ruhların geldiği ve sonunda geri döndüğü yere. Bu dünya artık seni ilgilendirmeyecek.
Nobody, Blake’in kayığını denize sürer ve onu sonsuzluğa uğurlar. Blake artık uhrevî hayata doğru yol alırken Blake’i arayan son tetikçi kıyıda belirir ve Nobody’e ateş eder. Nobody de silahıyla onu vurur. Dünya radikal anlamda kötü bir yer olmaya mahkûmdur ve Blake son yolculuğunda bile bu acı gerçeğe şahit olmak zorundadır. Aslında Blake’in Gılgamış gibi ölümsüz olmak, sonsuzluğa ulaşmak gibi ülküleri yoktur. Ancak fazla iddialı kaçmazsa Nobody için ona yardım eden, onu sonsuzluğa uğurlayan, ölümsüz hayata yolcu eden modern bir Utnapiştim yakıştırması yapabiliriz.
Doğu-Batı kültürlerini karşılaştırıp, Batı kültürü aleyhine sert ve iğneli çıkarımlar yapan Ghost Dog gibi -ancak bu kez bir şehir kültürü arka planı yerine, ‘western-yaban’ kültüründe- Batı kültürünün temel değerlerini (sömürü düzeni, yok etme, şiddet, materyalizm vb.) eleştirmekten kaçınmayan Dead Man, Jarmusch’un en önemli filmlerinden biri. Mystery Train ve Ghost Dog’u da yabana atmamak kaydıyla belki de en iyi filmi. Üzerine daha fazla çalışmayı hak eden, ince metaforlarla ve alt metinlerle yüklü, yıllar geçse de aynı heyecanla izlenecek önemli bir film. Geleneksel ve mistik motiflerle yüklü modern bir aşkınlaşma hikâyesi…
1 http://www.jim-jarmusch.net/films/dead_man/read_about_it/the_william_blake_connectio.html