Angelopoulos filmleri sayesinde aşinalık kazandığımız görüntülerin yönetmeni Andreas Sinanos ile çalışan Tayfun Pirselimoğlu, 37. İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Yarışma kategorisinde gösterilen Yol Kenarı (2017) ile en iyi yönetmen ödülünün de sahibi olmuştu. Aynı zamanda Mithat Alam’ın anısına ithaf edilen film, sinematografisi ve öyküsü itibarıyla oldukça başarılı bir yapım.
Açılış sahnesiyle film, izleyicisini tekinsiz bir kasabaya sürükler. İzleyici, bir iskelenin ucunda toplanmış uzaktaki bir bilinmeyeni izleyen, bilinmeyene bir anlam yaratmaya ve onu anlamaya çalışan bir grup insan vasıtasıyla filmin mekânıyla tanışmaya çalışır. Ne yapacağını şaşırmış, anlaşılmaz bir loşluğun altında debelenen insanlara şahit olurken; izleyicinin ekranda gördüğü kendisine dönüşür. Film süresince kasabanın birçok yeri geniş geniş dolaştırılmış olmasına rağmen nerede olunduğunun çıkarımını yapmak epey zor bir hâl alır. Bir de üzerine ansızın beliren, gidişatını neden-sonuç ilişkisine yerleştirmenin mümkün olmadığı birçok durum vardır. Böylelikle kasabaya karşı sürekli olarak yabancı tutulan izleyici, uzaktaki için bir anlam yaratmaya çalışan ama başaramayan kasabalının kimliğine girer. Bir tanıdıklık hissi kazanma çabasıyla da çırpınıp durur. Mekânın belirsiz kalması ise, öte yandan, kişinin kaybolmuş hissetmesine de sebep olmaktadır. Bu sebeple de film boyunca anlam/nedensellik/çıkış yolu arayışı bulunmaktadır. Kasaba; unutulmuş, kimsenin gelmediği bir mekândır (ki bu yönüyle de sanki asıl gerçeğin normalin dışında kalan kendisidir). Oradaki insanlar yaşadıklarına bir anlam atfetme çabasındadırlar. Aradıklarının karşılığını bulamayıp başarısızlığa uğradıkları her seferde de tüm çabalarını toplayıp uzakta kalan, erişemedikleri o bilinmeyene yükler ve onun üzerinden kendilerine korku nesnesi yaratmış olurlar.
Ana karakter yeni ve yabancı olduğu bu toplulukta bir kurtarıcı rolüne itilmektedir. Diğer yandan da bu durum kasabalıların kendilerine nasıl bir kurtarıcı yarattığı ile ilgilidir. Kasabalı, onu hem tüm tuhaflıkların kaynağı varsayıp suçlar hem de üst-akıl sahibi görüp ondan medet umarak kutsallaştırırken kendilerine de mucize getirecek kurtarıcı, bir anlamda peygamber yaratmaktadır. Bu karakter ona yüklenen şüphe ve umutla kim olduğu hakkında bir sorguya düşer; kendisi bu kurtarıcılık rolüne içten içe yavaşça inanmaya başlar. Kaçabileceği bir alan yoktur. İtilme, istemsiz kendini içinde bulma meselesine bağlı olarak ana karakter kasabaya ikizini aramak için gelen adamla otelde birçok defa karşılaşır. Bu adamın bir kimlik arayışında olduğu kolayca söylenebileceği gibi arayışta olanla karşılaşan bu karakterin de böylesi bir arayışa itildiğini söylemek mümkündür. Ayrıca bu kasabada, felaketlerin ve karanlığın mümkün olduğu; fakat ne varsa, ölümün, bir nihayete erişmenin veya herhangi bir çıkışın olası görünmediği bir kesitte yaşanmaktadır.
Son olarak, ritim; film boyunca her açıdan çokça önemsenen bir unsur olarak görülmektedir. Kullanılan müzik ve ses, zamanlamaları açısından izleyicinin duygularını ve dikkatini her daim uyanık tutmaktadır. Kullanılan müziğin barındırdığı, ritimsel ve tonsal bozukluklar gibi algılanabilen yerleştirmeler anlık dinamizmin birinci ayağını oluşturur. Diğer taraftan olay örgüsündeki beklenmedik figürlerin ortaya çıkışıyla doğan absürd hâller ise hikâyeye hâkim olan ritmin öte yandaki oyuncularıdır. Böylece ses kullanımındaki tercihlerle sağlanan aktarıma destekleyici ve ona benzer bir kullanım uygulanmaktadır.