Shok (Yön. Jamie Donoghue, 2015)
Savaş, yine her canı farklı yakıyor ve yine “insan”ın anlamını baştan sona yeniden yazıyor: Shok. Tüfeklerin namlu ucundaki duman Kosova topraklarında tütüyor bu kez, ama acının dili ve rengi yine aynı. Bir tarafta Arnavutların, diğer tarafta Sırpların yaşadığı dünya, eşitliği dimağlardan silen görünmez bir çizgiyle ayrılmış. Burada cinsiyet yok, yaş yok ama ırk var, hem de en Sırp, en Arnavut şekilde. İngiltereli yönetmen Jamie Donoghue, savaşın hafızalardan silinmeyen izlerini takip ediyor. İki arkadaş, Kosova’nın dağlık bir yolunda seyahat ederken yolun ortasında karşılarına çıkan eski bir bisiklet, arkadaşlardan Petrit’i çocukluğunun derin yarasına geri götürür. Sırplarla Arnavutların çatıştığı dönemde Petrit, Sırp askerlere gizlice tütün satmaktadır. Bir gün bu işe en yakın arkadaşı Oki’yi de dâhil etmesiyle küçük yaşta yetişkin acıları tatmak zorunda kalırlar. Oki’nin, kendi parasıyla aldığı bisiklet, tütün satmaya gittikleri Sırp askerlerden birinin dikkatini çeker. Asker, kendi yeğeni yalın ayak gezerken bir Arnavut çocuğun bisiklete sahip olmasına tahammül edemez ve bisiklete el koyar. Bu olay, Petrit ile Oki’nin arasını açar, çünkü istemeden bu ihanet ve kaçakçılık işine giren Oki, sonunda hem aşağılanmış hem de bisikletinden olmuştur. Ancak onu esas üzen, ailesinden ve halkından gizli olarak, Arnavutlara zulmeden Sırplara gizliden gizliye tütün satmaları, dolayısıyla hain durumunda olmalarıdır. Petrit’e bu üzüntüsünü dile getiren Oki, bir süre onunla konuşmaz. Ancak bir gün askerlere karşı savunmasız bir durumdayken Petrit’in ona arka çıkması, iki arkadaşın arasındaki bağı, sıkı bir dostluk güveniyle yeniden inşa eder. Bu süreci anlatırken Donoghue, mümkün olan en sade ama en derin dil olan duyguları öyle doğal, içten ve doğrudan yansıtır ki iki arkadaşın konuşmasına ya da aynı dili konuşmasına gerek kalmaz. Aralarında ne kadar fiziksel, ırksal, inançsal fark varsa duyguların şemsiyesi altında eriyip gider. Geriye yalnızca insanlıkları, yani biricik özleri kalır ve birbirlerine sarılırlarken aslında küçücük yürekleriyle bu özü kucaklarlar.
Filmin sonu ne yazık ki bir halk adına umudu filizlendirecek şekilde ilerlemez. Petrit’in evi, bir gün Sırp askerler tarafından basılır. Yaşlı, kadın, çocuk demeden evdeki herkes apar topar çıkarılarak köyden kovulur. Tarihlerini, ilk göz ağrılarını, doğum günlerini, çeyiz sandıklarını adım adım geride bırakırken arkalarına bakmalarına bile izin verilmez. Ve acı, çocukların gözünde bambaşka bir şekilde yeniden anlatılır bizlere: Petrit ve ailesi, köyü terk ettikleri sırada yanlarından Oki’nin bisikletiyle geçen Sırp çocuğun, Petrit’in gözyaşlarından yansıyan gülümsemesinde… Savaş, o bisikletin tekerleklerindedir ve insanın hırsı pedallara dokundukça tüfeklerin namlu ucundaki duman tütmeye devam edecek, Petrit ile Oki her şeye rağmen el ele tutuşacak ve ağlayacaktır.
Rabia Elif Özcan