Alonso Ruizpalacios
Güeros (2014)
Güero:
“Döllenmemiş yumurta” ve “soluk, hasta adam” anlamlarındaki “huero”dan geliyor.
Güeros (2014), Ruizpalacios’un Cafe Paraiso (2008) ve Green (2016) adlı filmlerinin de arasında olduğu birkaç kısa film denemesinden sonraki ilk uzun metraj denemesidir. Sinema geçmişinin zengin olduğu, çeşitli sinema akımlarına ev sahipliği yapmış ve birçok yönetmen yetiştirmiş Latin Amerika’da Ruizpalacios; Latin Amerika kıtasını, onun “güeroslarını” ve devrimci tarihini aşan bir anlatım tarzı geliştirmeyi başarıyor. Herhangi bir toplumcu, etik ya da kültürel mesaj vermeyen ve tamamlayıcı bir olay örgüsü yaratmayan Ruizpalacios; hikâyesini plansız bir biçimde, Mexico City’de sokaktan sokağa, partiden devrimci forumuna, akvaryumdan Epigmenio Cruz’un barına savrulan gençlerin sıra dışılıklara, sürprizlere, hayal kırıklıklarına ve talihsizliklere açık yaşayış biçimlerine dayandırıyor. Bu anlamda filmin akışı, hiç durmayan bir yolculuk ve arkası kesilmeyen bir keşfediş olarak ortaya çıkıyor. Kendilerini belli bir politik ve sosyal gruba ait hissetmeyen, fakir hayatı yaşayan ve aylaklık yaparak ömür tüketen gençlerin şehirlerini ve çevrelerini tanıma yolculuğu bu aslında. Arafta bile kalamamış, sosyal ilişkilerin ve yapıların sınırları dışında bir yerde konaklayan, dünyayla bağları çok zayıf ve kırılgan olan bir yaşam biçimi bu. Bu noktada, gerçekliği âdeta bir rüya olarak keşfeden gençlerin perspektifini yansıtması adına siyah beyaz çekildiği söylenebilecek olan Güeros; slow-motion, close-up gibi teknikler, Sombra’nın üstüne yağan kuş tüyü gibi proplar ve Sombra’nın evinin mutfak barı duvarının bir sinema ekranıyla özdeşleştirilerek filme çok boyutluluk katılması gibi set tasarımlarıyla, bu rüya yolculuğunun ifade gücünü zenginleştirmeyi başarıyor.
Alonso Ruizpalacios ilk uzun metraj denemesinde, Latin Amerika’nın kıtasal, Meksika’nın da yerel kodlarını kullanarak karasal sınırları aşan bir yolculuk hikâyesini hayli özgün bir görsel dille yansıtmayı başarıyor. Modern avarelerin keşfediş öyküsü diyebileceğimiz Güeros, olay örgüsünün rastlantısal gelişimiyle, akıcı ve şaşırtıcı bir senaryo sunuyor. Güeros’u bir noktada tutarlı yapabilecek tek şey ise, artık bir güeros olmuş marjinal folk müzisyen Epigmenio Cruz’dan başkası olmuyor. Bu anlamda, karakterlerimizin yolcuğu, güeros olmaktan kaçıp yine güeros olacakları geleceklerine şipşak bir gezinti olarak bile yorumlanabilirken; seyircilere aslında çoktan yaşanmış bir hikâyeyi gelecekten izliyormuş izlenimi veriyor.
Koray Soylu