“The heart is deceitful above all things, and desperately wicked: who can know it?”
Jeremiah 17:9
1996 yılında JT Leroy adlı 16 yaşındaki genç, kendi çocukluğuna ait kötü tecrübelerini anlattığı kitaplarıyla edebiyat tarihinde hiç de küçümsenmeyecek bir çıkış yakaladı. Eleştirmenler kitapları hakkında olağanüstü yorumlar yaptılar. İnsanlar şaşkınlık ve dehşet duyguları içinde kitaplarını okuyordu. Herkes yazarın anlatım dilinden, hikayelerde anlatılan çocuğun masumiyetinden, yazarın başarısından bahsediyordu. JT Leroy kısa zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nde bir fenomen haline geldi. Anlattıkları kadar çarpıcı olan dış görünüşü ve davranışlarıyla da dikkat çekiyordu.
Suspiria (1977), Phenomena (1985) ve Opera (1987) gibi filmlerin yönetmeni Dario Argento’nun güzel ve başarılı, bir o kadar da asi kerimesi Asia Argento, Leroy’un kitaplarından birini okudu ve anlatılan hikayeden, hikayedeki çocuğun başına gelenlerden, ve kitaptaki anne-oğul ilişkisinden çok etkilenerek bu hikayeyi senaryolaştırmaya karar verdi. Bir süre sonra kendisinin de başrolünde oynadığı, okuduğu kitapla aynı adı taşıyan The Heart Is Deceitful Above All Things‘i (2004) çekti. Son derece sansasyonel olan film, en az uyarlandığı kitap kadar dikkat çekiciydi. 2004 yılında Cannes Film Festivali’nde ‘Director’s Fortnight’ta gösterilen The Heart Is Deceitful Above All Things, Amerikalı eleştirmenlerce yerden yere vurulurken, başta Fransızlar olmak üzere Avrupalı eleştirmenlerce de göklere çıkarıldı.
Beş yaşına kadar sevgi dolu bir koruyucu ailenin yanında yaşamış olan Jeremiah’nın, onu evlatlık veren uyuşturucu ve alkol bağımlısı annesi Sarah tarafından geri alınmasıyla başlıyordu film. Annesinin çarpık yaşantısına ayak uydurmaya çalışan küçük bir çocuğun, alkol, uyuşturucu, seks ve tacizlerle dolu bu yeni dünyada hayatta kalma çabasını, başlangıçta tekinsiz annesinden nefret ederken zamanla, gerek ruhen gerekse fiziksel olarak, nasıl annesinin bir kopyasına dönüştüğünü anlatıyordu. Çok ama çok rahatsız edici, sınırları zorlayıcı ve mide bulandırıcıydı. Çocuğun, hatta annenin yaşadıklarını içi acıyarak, tahammül sınırlarını zorlayarak izliyordu seyirci. Zaten anlatım açısından özgün ve başarılı olan film, bir de gerçek olaylara dayanması nedeniyle çok daha fazla ilgi çekiyordu.
“Sinema” nedir?
Evlat Argento’nun filmi daha ilk sahnelerinden hikayeyi, hikayenin ana karakteri Jeremiah’nın gözünden anlatmaya çalışacağının sinyallerini veriyordu. Çocuğun göz hizasından yapılan çekimlerin, çocukla konuşurken başlarını aşağıya çevirip kameraya bakan yetişkinlerin, grotesk ve ürkütücü animasyonların tümü korkudan dehşete kapılan bir çocuğun dünyasını yansıtmaktaydı. Film görsel olarak, dikkatle bakıldığında çok korkunç olabilen lunapark aynalarına benziyordu. Annesiyle birlikte evden eve, motelden motele, oradan tır parklarına, çöplüklere, sokaklara, otoparklara sürüklenen bir küçük çocuğun iğrençliği iliklerimizde hissetmemize sebep olan hikayesi kanımızı donduruyordu.
The Heart Is Deceitful Above All Things, ana akım sinema kriterlerinden çok uzak, giriş-gelişme-sonuç formuna çok yabancı, bilinen ve kesin bir sonu olmayan ve Hollywood sinemasının çizdiği öğe, olay, karakter, kurgu çerçevesinin çok dışında, epizodik anlatıma sahip, aykırı bir filmdi. Argento, bizleri kendi içimizde, çok derinlerde var olan ama gün yüzüne çıkmaya çekinen, korkan, ortaya çıkabilse aslında birçok insana kan kusturacak kadar öfke dolu ve acımasız alt benliklerimizle yeniden tanışmaya zorluyordu. Ve bu alt benliklerin oluşma nedenlerini sorgulamamıza neden oluyordu.
Hayat hiç kimseye karşı adaletli değildi. Ama bazılarına karşı daha acımasız olduğu yadsınamaz bir gerçekti. Asıl başımızı döndüren, bizi kendimizden nefret etmeye sevk eden, tam daha fazlası olamaz, derken bizi çok daha büyük hezeyanlara iten, algılarımızı ve değer yargılarımızı alt üst eden şey, tüm bu izlemekte olduklarımızın gerçek olma ihtimaliydi.
“İhtimal” nedir?
2006 yılında The New York Times, JT Leroy adında birinin hiçbir zaman var olmadığına dair bir makale yayınladı. Leroy’un gerçekleri aslında Laura Albert adında bir yazarın kurgusundan ibaretti. Üstelik yıllardır ortalıkta JT Leroy olarak gezinen şahıs bir erkek bile değildi. Her şey ticari amaçlı bir kurgu ve aldatmacaydı.
“Gerçek” nedir?
Bu gerçeğin ortaya çıkmasıyla birçok okur Leroy’un kitaplarını takip etmeyi bıraktı. Olumlu ya da olumsuz birçok eleştiriye maruz kalan, çokça konuşulan film bir anda bütün o çekiciliğini yitirdi. İnsanların gerek kitaba gerekse filme bakışları, anlatılanların gerçek olmadığının anlaşılmasıyla bir anda değişti.
Oysa ekran karşısındaki izleyicinin, Jeremiah’nın yaşadığı akıl almaz tecrübeleri, iğrençlikleri gördüğünde dehşete kapılması, küçük bir çocuğun yaşadığı bu olaylar karşısında insanüstü bir soğukkanlılıkla hayatta kalması ve bu durumun izleyiciyi bir kez daha altüst ediyor olması değil miydi asıl gerçek olan? Kurgu olsun veya olmasın, gerçekte yaşansın ya da yaşanmasın, asıl olan filmin izleyicisine yaşattığı duygu değil miydi?
Yönetmen Asia Argento’nun da dediği gibi, şu an burada söylenmekte olanların gerçek olduğuna kim garanti verebilirdi? Dostoyevski’yi gerçekleri yazdığı için mi okuyorduk? Günümüzde kim salt gerçekleri konuşuyordu ki? Eğer bir gerçek arıyorsak, filmin bize anımsattığı gerçeklerden bahsediyor olmamız gerekmez miydi?
“Önemli olan” nedir?
Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre, çocuğun sağlığını, fiziksel ve psikososyal gelişimini olumsuz etkileyen, bir yetişkin, toplum ya da devlet tarafından bilerek ya da bilmeyerek uygulanan tüm davranışlar ‘çocuk istismarı’ kapsamına girer. Dünya üzerinde cinsel istismara uğrayan çocukların yüzde otuzu 2 ila 5, yüzde kırkı 6 ila 10, ve yüzde otuzu da 11 ila 17 yaşları arasındadır. Cinsel istismarda bulunan yetişkinlerin yüzde doksan beşinin cinsiyeti erkektir ve bu insanların yüzde sekseni de cinsel istismara uğrayan çocukların yakından tanıdığı kimselerdir.
Bu durumda, siz söyleyin:
“Travma” nedir?