“İç savaş yüzünden büyük hasar görse de ruhunu ve güzelliğini koruyan Beyrut’ta, her gün bir güzellik salonunda bir araya gelen beş kadının hikayesini anlatan film…”
Lübnanlı senarist, oyuncu ve yönetmen Nadine Labaki’nin ilk uzun metraj filminin konusu bu bir kaç satıra sığıyor. Bütün güzel ve derinlikli eserler gibi, sade ve özlü…
Filmin montajı Beyrut’taki savaşın gölgesinde yapılmış. Yönetmen böyle bir süreçten geçen ülkesinde arkadaşlık, aşk ve kadın üzerine bir film yapmanın bir anlamı olup olmadığını sorgulamış, hatta her şeyden vazgeçip filmi bir kenara bırakmayı dahi düşünmüş. Ancak sonrasında Caramel’in, savaştan sağ kurtulmanın, onu aşmanın, yenmenin, ondan hıncını almanın başka bir yolu olduğuna inanarak filmi tamamlamış. Tüm gerçek temalar büyük harflerle söylenen bir şey değil, her bir ana sinmiş ve ancak sezgiyle açıklanabilecek bir bütünlük ise Nadine Labaki’nin bu filminde hissedilen çok gerçek bir şeyler var, geçip giden sonsuz zamanın rüzgarıyla dalgalanan dünyadaki her şeyin uğultusunu duyuran ve varlığın lirik şarkısını dinleten.
Sarhoş eden atmosfer
Filmin ışığı o kadar güzel ki anlatılmak istenen hikaye bu ışığın oluşturduğu mecrada kendiliğinden akıyor. Caramel’in görüntü yönetmeni Yves Sehnaoui, Nadine Labaki’nin karamel gibi sıcak, duygulu, renkli, yumuşak ve tatlı bir ışık olma isteğini hakkıyla yerine getirmiş. Filmde dikkat çeken bir diğer unsur ise Nadine Labaki’nin deyişiyle “ayakları yerden kesen ve rüyalara daldıran” müzikleri! Filmi sarıp sarmalayan ve anlatılmak istenen hikayeyi karşı tarafa geçirmede büyük rol oynayan müziklerin bestecisi ise yönetmenin kocası olan Khaled Mouzanar. Bu bakımdan Caramel sarhoşluk veren atmosferiyle de akılda ve gönülde yer eden bir film.
Kadınların kadim dostluğu
Filmin kadın karakterleri, Layale, Rima, Nisrine, Jamale, Rose ve Lili.
Beyrut’ta Layale’nin işlettiği güzellik salonunda Nisrine ve Rima da çalışmaktadır. Yakın arkadaşları Jamale de neredeyse her gün buraya uğrar. Komşuları terzi Rose ve annesi Lili ise kendilerine özgü hayatlarına devam etmektedir. Her kadının birbirinden sakladığı bir şeyler vardır, hepsinin hayatı da küçük sırlar etrafında dönmektedir. Ama öyle bir an gelir ki, kadınlar birbirilerinin kadim dostluğuna ihtiyaç duyar ve böylelikle sürekli kabuk bağlayan bir yara haline gelmiş hayatlarında her şey atlatılabilir, her şeye kalkışılabilir olur.
Müslüman ve Hıristiyanların bir arada yaşadığı Beyrut’ta geçen filmde, kadınların gündelik yaşamlarının büyük bir politik ve toplumsal mücadele alanı olduğu yadsınamaz. Filmde gerek cinsiyet politikalarına gerekse ülkenin sosyo-ekonomik yapısına dair zekice ipuçları mevcut. Bu bağlamda Caramel, o coğrafyada ve şimdiki zamanda insanlar ve özelinde kadınlar için hayatın nasıl devam ettiğine dair tarihe de bir kayıt düşüyor.
Hiçbiri profesyonel oyuncu olmamasına karşın, karakterlerine hayat vermedeki başarıları dikkate alındığında, bu kadınların olağanüstü performanslarına hayran kalmamak mümkün değil. Yönetmen, kafasında oturttuğu bu karakterleri film çekiminden çok önce sokakta, alıverişte, arkadaşlarının evinde aramaya başlamış. Bu süreç biraz zaman almış ancak sonuçta hepsi de gerçek hallerine çok yakın olmuş. Rima, elektrik aksesuarları satan büyük bir şirkette yöneticiyken, Nisrine Paris’te Fine Art’ta çalışırken, Jamale kişisel asistanlık yaparken, Rose bir ev hanımıyken ve Lili ise Labaki’nin onu bulma umudu tam da yok olmuşken bir Kutsal Cuma günü sokakta keşfedilmiş.
Filmin afişindeki sahne: “Pencerede görmeden bana bakıyor”
Filmin afişinde yer alan fotoğrafın geçtiği sahneyi izledikten sonra insan, bir süre öylece durma ihtiyacı duyabilir. Filmde baş döndüren kadın karakterler dışında romantik adamlar da var. Bunların başında Layale’e aşık olan polis memuru Youssef geliyor. Bir öğleden sonra evli sevgilisinin cüzdanını arabasında bulan Layale, pencereden dışarı bakarken sevgilisi ile telefonla konuşur. Youssef ise güzellik salonunun tam karşısında, çalıştığı odanın penceresinden onu izlemektedir. Kendisinin farkında bile olmayan bu güzel kadının bir gün sevgilisi olacağının hayalini kurarak, Layale’in telefonda konuştuğu kişi kendisiymiş gibi kendi kendine bir oyuna başlar. Filmlerde pek rastlamadığımız, gerçek hayatta ise mumla aradığımız bu adam, ezber bozan bir karakter. Sevdiği kadını daha yakından tanımak için gittiği güzellik salonunda geçen sahneler ise filmdeki en eğlenceli sahneler.
Hikayenin hikayesi
Kadınlar arasında bir şey var, el yordamıyla oluşturulan sır arkadaşlığı ve hayata karşı kendine özgü bir başkaldırının suç ortaklığı diyebiliriz belki. Hayatı temize çekmekle de bir ilgisi olan bu alanı savaş dahi gölgeleyemiyor kimi zaman. Öyle ki hayat, insanları bir yere sürükler, kadınlar ise bu sürüklenişte incelikli küçük şeylere de yer verme becerisine sahiptir ve işte hayatı güzelleştirip, genişleten budur. Bu beceri hayatla baş etme bilgisi, hayata tutunma içgüdüsüdür bir anlamda. Caramel’in kadınları da film boyunca tüm ilişkilerini temize çekiyor, hayata karşı yeniden hiza alıyor. Yaşadıkları onca şeyden sonra birbirlerine “hep böyle güçlü ol” diye cesaret verip “ama hiç böyle sınanma” diye de güzel dileklerini birbirlerinden esirgemiyor.
A mon Beyrouth
Caramel’in basın bülteninde, Lübnan savaşından sonra yapılıp da savaşa dokunmayan ilk film olduğu bilgisi veriliyor. Ancak film, savaştan hiç bahsetmese de filmin sonunda yazan “a mon Beyrouth (Beyrut’uma)” savaşın dahi yok edemeyeceği ve doğduğun topraklarla olan çok derin bir bağa ilişkin güçlü şeyler hissettiriyor. İnsanın kendi ülkesinde yaşadığı ve ruhunu ezen mağlubiyet duygusu, o ülkeyle olan bağını yaralayabilir, o ülkede olan geleceğine dair inancını zedeleyebilir, ancak yine de insan kendine ait kılarak güzelleştirdiği bir alan yaratır ve beslendiği toprakların evi olduğunu bilerek, yine orayı değiştirmek, o topraklarda doğurmak ister her yeniliği. Kendi yaşantımızla da paralellik kurabileceğimiz bu his, filmin politik yanını da ortaya koyuyor ve büyük sözler söylemeden de gündelik yaşantımız üzerinden politika üzerine eleştiri getirilebileceğini gözler önüne seriyor.