İktidar, en basit anlamıyla yönetme gücünü elinde bulunduran kişi ya da kişilerdir. Gücü elinde bulunduran ister tek bir kişi isterse de bir grup olsun sonuç pek değişmez. İktidar, kendisine tabi olan tebaa üzerinde tahakküm kurarak sahip olduğu gücü baki kılmayı amaçlar. Bu nedenle de birçok iktidar kurumu gerek yarattığı mekânlarla gerek uygulamaları ve araçlarıyla oldukça sistemli bir yol izler. Sinema da birçok defa “iktidar” kavramını çeşitli türler üzerinden mercek altına almıştır. Bunlardan biri de Dogtooth (Kynodontas /Köpek Dişi, 2009) filmidir.
Yunan Yeni (Tuhaf) Dalgası’nın en önemli temsilcilerinden Yorgos Lanthimos’un ikinci uzun metrajı Dogtooth, şehirden uzakta inşa edilmiş bir evin içinde yaşayan çekirdek aile üzerinden Fransız sosyolog Michel Foucault’un gözetim toplumu, özne-iktidar ilişkisi, biyo-iktidar, mikro-iktidar, cinsellik, kapatılma gibi meseleleri üzerinden okunabilecek bir yapımdır. Baba, anne ve üç çocuktan oluşan bu mikro toplulukta iktidarı elinde tutan baba; Yunanistan’ın ve belki de tüm insanlığın içinde bulunduğu gerçeğe kapı aralar.
2008 yılında başlayan ve dünyanın büyük çoğunluğuyla birlikte Yunanistan’ı da uzun yıllar pençesine alan ekonomik krizin gölgesinde gelişen Yunan Yeni (Tuhaf) Dalgası, kapitalizmin çırpınışını işaret eden, ülkenin içinde bulunduğu dar boğazı genellikle absürt bir yerden ele alan filmlere imza atmıştır.
Lanthimos ise neredeyse tüm filmlerini bunun üzerine kuran bir yönetmendir. Özellikle Dogtooth, krizin başlamasının hemen ardından çekilen bir yapımdır. Bu nedenle Dogtooth’u ülkenin içinde bulunduğu durumdan azade okumak mümkün değildir. Zira Lanthimos, uluslararası arenada adından sıkça söz edilmesine vesile olan filminde iktidar, aile, eğitim, devletin ideolojik aygıtları, rekabet kavramlarını esas alarak, ülkenin yaşadığı sancılı dönemi kıskacına almıştır. Bunu yaparken de toplumun en küçük yapıtaşı olarak tanımlanan aileyi araç olarak seçmiştir.
Dogtooth; ülkenin uzun yıllar sıkıntı yaşamasına sebep olan, sancılı bir sürecin gölgesinde yaratılmıştır. Film; bu anlamda sadece dönemi bizzat deneyimleyen yani Yunanistan’da yaşayan insanlara ayna tutmakla kalmayıp tüm dünyaya da kırmızı ışık yakmaktadır. Zira film sayesinde dönemin yıkıcı etkisi daha tahmin edilebilir bir hâle gelmiştir. Filmdeki yan anlamları anlamlandıran seyirci, tek başına ekonomik dar boğazın bile ülkenin her yerinde diktatörlerini yarattığını görmüştür.
Toplum içerisinde yaşamayı tercih etmeyen beş kişilik bir çekirdek aile, herkesten uzakta bir malikânenin içerisinde “alternatif” bir topluluk yaratmıştır. Üst orta sınıfa mensup bu ailede baba dışında hiçbir birey dışarı çık(a)mamaktadır. Dış dünya (kapitalist toplum) ile tek irtibat hâlinde olan baba, ailenin hayatına devam edebilmesi için gereken parayı kazanır. Lakin baba, sadece eve ekmek getiren bir aile bireyi olmaktan çok daha ötesini temsil etmektedir. Baba, iktidarı elinde bulunduran tek güç olarak bir diktatör veya tanrı temsilidir. Baba, kuralları koyan, cezayı ve ödülü veren tek mercidir. Anne ise her ne kadar çocuklar gibi tutsak olduğundan mağdur gibi görülse de aslında iktidar temsili olan babanın işbirlikçisidir. Çocuklar ise doğdukları andan itibaren dışarıya çıkmamış, koşulsuz bir şekilde biat etmek dışında bir gerçekle tanışmamış tutsaklardır.
Birçok imkânı içinde bulunduran malikâne adeta cennetten bir köşe gibidir. Yeşil alanı, havuzu ve daha birçok imkânı elinde bulunduran mekân, tam anlamıyla alternatif bir yaşamın şartlarını da elinde bulundurmaktadır. Öyle ki çocuklar bu kısıtlı alanda avlanmak da dâhil olmak üzere iktidar temsilinin izin verdiği ve öğrettiği her şeyi yapabilmektedir. Örneğin kamera, TV, videokaset, telefon gibi dönemin en üst teknolojik araçları da vardır. Fakat telefon sadece iktidar temsili ve onun işbirlikçisi tarafından kullanılırken, TV ve kamera ise iktidar temsilinin koyduğu sınırlar ölçüsünde kullanılmaktadır.
Evdeki en büyük kısıtlama ise dil üzerinden yapılmaktadır. İktidarın gücünü sarsacak, herhangi bir tehlike yaratacak olan tüm sözcükler değiştirilmiştir. İktidar, yarattığı mikro-iktidarında kedi düşman, ambalajlar etiketsiz, TV ve video sadece evin içindeki bireylerin oynadığı ve görüntülendiği ile sınırlı, telefon evin en ücra dolabında saklıdır.
Filmin ilk sahnesinde, yakın planda bir kasetçalardan, annenin sesi duyuluyor: Deniz, deri koltuk demek; otoyol, kuvvetli rüzgâr; gezinti, aşırı dayanıklı zemin döşemesi… Zombi, minik sarı bir çiçek demek; am ise parlak bir ışık…
İktidarın manipülasyonu bunlarla da sınırlı kalmamaktadır. Çocukların ne zaman evden ayrılıp dış dünyaya çıkacağına da belirli kriterler koyulmuştur. Köpek dişi çıkmadan ve araba kullanmayı öğrenmeden evden çıkamazsın. Köpek dişinin çıkması öznenin dış dünyadaki tehlikelerle savaşabilecek duruma geldiğini, araba da yine dışarıdaki düşmanlara karşı daha korunaklı olmanı sağladığı için gereklidir. Filmde izlediğimiz temsili iktidarın yaptığının, sürekli dış tehlikeleri, sınır güvenliğini, diğer ülke insanlarını, mültecileri düşman gösteren devletleri aynaladığını görmek mümkündür. İktidarın içerideki tebaasına karşı gücünü elinde tutabilmesinin en önemli aracı dışarıdaki tehlikeleri palazlandırmaktır. Filmdeki baba da bunun en net örneğidir. Üstelik baba, her gün dış dünyaya çıkıp sapasağlam eve gelen biri olarak çocukların gözünde çok güçlü bir savaşçı, ölümsüz bir tanrı olarak da görülmektedir.
Özne ve İktidar
Şehirden uzakta konumlanmış malikânenin içerisindeki çekirdek aile, minik bir toplum temsilidir. İktidar veya tanrı rolündeki baba, babanın iktidarının uygulayıcısı olan anne ve iktidarın özneleri olan çocuklar…
Dogtooth, Foucault’un iktidarın her yerde olduğunu düşünmesinin bir tezahürüdür. Foucault’a göre “İktidar bir ilişki, bir eylem biçimidir” [1]. Filmdeki baba, yaptığı tüm eylemler ve söylediği sözlerle; daha doğrusu tüm edimleriyle iktidarını inşa eder veya sağlamlaştırır diyebiliriz. Babanın diğer kişilerin (öznelerin) yaşamında etme ve eyleme biçimlerinin bir iktidar ilişkisi olduğu söylenebilir. Bu şekilde, iktidarın bir eylemler kümesi olduğu düşünülürse, özne ve iktidar ilişkisinde, çeşitli sınırlama ve denetleme etkilerine aracı olan kurum ve kişilerin diğer bireyler üzerinde eylemde bulunması bir iktidar etkisi olarak tanımlanabilir. Yani annenin bu sınırlama ve denetleme etkilerine aracı olan kurum veya kişilere karşılık geldiğini söyleyebiliriz. Lakin bu hiyerarşide baba, asla dikkatsiz davranmaz. Çünkü herhangi bir yanlışı onu çöküşe sürükleyebilir. Fakat anne, devamlı hata yapar. Anne, her ne kadar iktidarın yılmaz bir bekçisi gibi hareket etse de işleyişi baba kadar içselleştirmemiştir. Bu nedenle de hatalar yapmaya mahkûm bir yasa koruyucusudur.
Evdeki ergenlik çağını da geçmiş, yirmili yaşlardaki üç çocuk, tam olarak birer özne konumundadırlar. Çünkü çocuklar, Foucault’un dediği gibi; iktidara tabi olmuşlardır. İktidardan izin almadan, ona haber vermeden hiçbir şey yapamazlar. Bedenleri ve ruhlarıyla tam anlamıyla koşulsuz bir bağlılık sergilerler. Ve asla birey olamazlar.
Tabii filmdeki iktidar temsili olan babanın sürekli zulmettiğini söyleyemeyiz. Her ne kadar koyduğu yasaklara uyulmadığında öznelerine ceza verse de –ki bu cezalar genelde oldukça ilkel bir ceza olan şiddet eylemlerinden öteye gitmez- zaman zaman eğlenceli olmayı ve ödül (sticker/çıkartma) vermeyi de ihmal etmez. Bir tanrı temsili olarak da görebileceğimiz babanın ceza ve ödülleri, özellikle ilahi dinlerdeki vaatleri akla getirmektedir. Ortada bir hükmeden ve ona biat edenler varsa ceza ve ödül de mutlaka olmaktadır. Bu ikisi birbirini bütünleyen şeylerdir. Her birinin ayrı işlevleri vardır. Zaten Foucault’un söylediği gibi, “İktidarlar sevimlidir. Yasaklar koyan, sansür uygulayan bir iktidar da haz yaratıp bilgi üreterek kendini sevdirmesini bilir ve sadece baskıcı davranmaz” [2]. Filmdeki iktidar temsili olan baba, özneleri üzerinde kalıcı ve etkili bir tahakküm kurmak istediği için her zaman disiplinci bir iktidar davranışı sergilemez. Özneye hafiften bir özgürlük alanı açar.
Zira “eğer iki kişiden biri tamamen ötekinin yönetiminde olur ve onun şeyi, üzerinde sınırsız ve sonsuz bir şiddet uygulayabileceği nesnesi hâline gelirse, burada iktidar ilişkileri olmaz. Bir iktidar ilişkisinin uygulanabilmesi için her iki tarafta da en azından belli bir özgürlük olmalıdır” [3].
Neticede büyük kızın evin dışına çıkabilmesi de bu sayededir. İktidar, üzerinde tahakküm kurduğu özneyi klasik anlamda kapatmaz. Bunun yerine tıpkı ilahi dinlerde olduğu gibi gerçekleşmesi muğlâk, gelecekle ilgili büyük vaatlerde bulunur. Günah işlemezsen cennete gidebilirsin vaadi ile köpek dişin düşerse dış dünyaya açılabilirsin oldukça benzerdir. Tüm bu vaatlerin yanında evin kapısında gardiyanlar yoktur. İsteyen gayet normal bir şekilde kapıyı açarak evden dışarı çıkabilir. Fakat çıkmazlar. Bunun sağlanmasında sadece bir tek değil birden çok sebep vardır.
Panoptikon
Panoptikon kavramının kökeni, Yunan mitolojisine dayanmaktadır. Bu kavramın Argus Panoptes adlı zaman zaman dört gözlü, zaman zaman ise tüm vücudu gözlerle kaplı olarak tasvir edilen aynı anda birden çok şeyi görebilen bir karakterden esinlenilerek oluşturulduğuna inanılır. Panoptes’in en önemli özelliği ise görülmeden, görebilir olmasıdır.
İktidarın, toplumları tahakkümü altına almasında kullandığı en önemli araçlardan biri iktidarın gözü de diyebileceğimiz panoptikondur. Panoptikon, ilk olarak on sekizinci yüzyılın sonunda, Jeremy Bentham’ın La Panoptique adlı eserinde zikredilmiştir. O dönem hak ettiği ilgiyi göremeyen bu eser, daha sonra Foucault tarafından hayranlıkla karşılanmıştır:
“Kural şudur: Çevrede, halka şeklinde bir bina; ortada bir kule; kulede açılmış olan geniş pencereler halkanın iç cephesine bakmaktadır. Çevre bina hücrelere ayrılmıştır, hücrelerin her biri bina boyunca derinlemesine uzanır. Bu hücrelerin iki penceresi vardır: Biri içeriye doğru açıktır, kulenin pencerelerine denk düşer; diğeri dışarıya bakarak, ışığın bir baştan bir başa hücreyi katetmesini sağlar. Bu durumda merkezi kuleye bir gözlemci yerleştirmek ve her bir hücreye bir deli, bir hasta, bir mahkûm, bir işçi ya da bir öğrenci kapatmak yeterlidir. Önden ışıklandırma sayesinde, karanlıkta kalan kuleden çevre hücrelerdeki esirlerin küçük siluetleri görülebilir” [4].
Foucault’un panoptikonun özellikle aydınlıktan beslenen durumuna dikkat çekmesi ise es geçilmemelidir. Dogtooth’taki iktidarı temsil eden babanın yarattığı mikrokosmos bir hapishane değildir. Lakin üzerine daha dikkatli düşünüldüğünde evin başlı başına bir panoptikon olduğu anlaşılmaktadır. Evde adı konulmamış olsa da tutsak olan üç çocuk, iktidarın ideolojik aygıtı diyebileceğimiz anne tarafından gün boyu gözetlenmektedir. Her ne kadar bu çocuklar gözetlendiklerini açık açık görmeseler de iktidarın fiziki olarak olmadığı yerde bile kuralları ihlal etmekten çoğunlukla imtina ederler. Genelde yasa koyucu veya yasaların uygulatıcısı (baba), fiziki olarak ortamda olmadığında özneler kuralları ihlal ederler. Ama baba veya anne ortamda olduğunda yapamazlar. Bu nedenle baba, iktidarsa anneyi de panoptikonun kulesinde tüm hücrelerdeki tutsakları gözleyen gözcü olarak düşünmek mümkündür. Hatta en net hâliyle baba iktidar, anne ise iktidarın gözüdür.
İktidarın, bembeyaz duvarlarını kaplayan sarmaşıklarıyla alabildiğine uzanan bahçesi; içinde tutsak aldığı bireyleri korumaktan çok uzaktır. Zira tıpkı panoptikonda olduğu gibi aydınlık; tutsaklarını ihbar eder, ele verir. Panoptikon aydınlıktan beslenen bir yapı, bir sistem, bir yöntemdir. “Kısacası, zindan kuralı tersine çevrilir; hücrenin apaydınlık hali ve bir gözcünün bakışı, karanlıktan daha iyi yakalar ki karanlık eninde sonunda koruyucudur” [5]. Evin her tarafının güneş alan, beyaz rengin hâkim olduğu aydınlık hâli, tutsak alınmış özneler için oldukça tehditkâr bir durumdur. Bu nedenle de çocuklar çoğunlukla iktidar tarafından kuralları ihlal ettiklerinde yakalanır ve cezalandırılırlar. Sadece baba, kendi anlattığı mitlerle ters düşmemek için bazen bu cezalandırmayı yapamaz. Mesela küçük kızın söylediği dâhiyane yalan, onu ceza almaktan kurtarır. Abisinin dizine çekiçle vurduktan sonra bunu kedinin (Baba tarafından düşman olarak tanımlanmıştır.) yaptığını söylemesi oldukça zekice bir hamledir.
Foucault, Hapishanenin Doğuşu adlı eserinde, “Ceza bedenden çok ruha yönelik olmalıdır.” [6] der. Aslında evin içindeki öznelerin dışarıya çıkmasını yasaklayan bir kural yoktur. Fakat yaratılan korku iktidarı çocukların evden çıkmasını engeller. Panoptikon içinde sürekli gözetlendiğini düşündüğü için kaçmayı aklından bile geçirmeyecek olan tutsağın durumu ile aynıdır. Çocuklara köpek dişleri düşmeden ve araba kullanmayı bilmeden evden ayrılırlarsa başlarına gelecek türlü felaketler anlatılır. Baba, bu felaketleri gerçek olmayan şeylerle aktarır. Baba, daha önce kaçan büyük kardeş yalanı üzerine kurduğu masallarla, mitlerle bu korku iktidarını sağlamlaştırır. Bu yüzden de büyük kız evden kaçmayı aklına koyduğu zaman bile iktidarın çizdiği sınırları ihlal etmeden bunu yapmaya çalışır.
Mikro İktidar
Öncelikle iktidar kavramının geçmişten bu yana düşünürler tarafından nasıl yorumlandığına bakmak yerinde olacaktır. Örneğin Karl Marx, iktidar kavramını ideolojik bir yerden tanımlamış, hükmetmeyi burjuva sınıfına atfetmiştir. Marx’ın kavramı oldukça kısıtlı bir alana hapsetmesine karşılık Foucault, kavramı toplumun her kesimine ithaf etmiştir. “On yedinci yüzyıl toplumu gibi bir toplumda kralın bedeni bir metafor değil, siyasi bir gerçeklikti: Kralın fiziksel varlığı monarşinin işleyişi için gerekliydi” [7].
Fakat iktidar, artık kralın bedeni gibi tek ve spesifik bir alandan her yere yayılmıştır. İktidar artık toplumun kendisinde, her yerindedir. İktidar, iş yerindeki patronun, ev sahibinin, amirin, ailenin “reisinin” bedeninde ve daha birçok farklı bedende tezahür etmektedir. Dogtooth’da iktidarı temsil eden babanın bedeni tarafından evin içerisindeki anne ve çocuklar üzerinde kolay kolay sarsılması mümkün olmayacak derecede güçlü bir tahakküm kurulmuştur. Filmdeki mikrokozmos içerisinde bile iç içe matruşka gibi hükmetme temsilleri vardır. Baba herkese, anne çocuklara, büyük çocuk küçüklere, çocuklar hayvanlara… Gündelik yaşam; hükmetme ve itaat etme üzerinden şekillenmektedir. Foucault, bu durumu şu şekilde özetler:
“İktidarın işleyişinden söz ettiğimde yalnızca devlet aygıtı sorununa, yönetici sınıf, hegemonik kastlar sorununa gönderme yapıyor değilim, bireylerin gündelik davranışlarında, bedenlerine varıncaya kadar işleyen giderek daha da incelen, tüm mikroskobik iktidarlar dizisine gönderme yapıyorum” [8].
Burada karşımıza çıkan iktidar, toplumun farklı farklı kesimlerine, en küçük birimlerine sirayet etmiş mikro iktidardır. Zira devlet aygıtı olan yasama ve yürütme gibi kurumlar olmadan, özel alanda yaratılmış bir iktidar mekanizması vardır. Foucault:
“İktidar sorunu yalnızca yasama ya da anayasa terimleriyle ortaya atıldığında veyahut devlet ve devlet aygıtları terimleriyle ortaya konulduğunda sorun önemini yitirir. İktidar, yasalar bütününden ya da bir devlet aygıtından daha farklı biçimde karmaşık, daha farklı biçimde yoğun ve yaygındır” [9] der.
Dogtooth’da da iktidar, özel alan olarak bilindiği gibi bir aile evinde ortaya çıkıyor. Bu mikro iktidarda herhangi bir yazılı kurallar, kamusal bir alan, kamuya ait kurumlar yoktur. Aksine filmdeki mikro alan, kamusal alandan hayli uzak, yalıtılmış bir durumdadır. Bu medeniyetten uzakta olduğu için ilkel bir kabile olarak da düşünebilecek toplulukta daha çok ilkel topluluklardaki gibi sözlü yasalar geçerlidir. Sözlü yasaları koyucu baba, yasaları baba olmadığında uygulayıcı anne, yasaların altında biat ettirilenler ise çocuklardır. Çocukların hayatı, her şeyi tek başına düşünen, her şeye tek başına karar veren babanın iki dudağı arasındadır. Tıpkı kralın bedeninde hayat bulan iktidar gibi. Mutlak kral bir daha geri dönmemek üzere öldürülmüş olsa da yerine toplumun her yerine sirayet etmiş örtük krallar türemiştir. Dogtooth’taki baba da bu durumun en belirgin metaforudur.
Biyo-iktidar
Foucault, ilk kez Cinselliğin Tarihi isimli kitabında, “biyo-iktidar” kavramından bahsetmiştir. Foucault:
“Biyo-iktidar politikasında, bireyler iktidarın aracı olan çeşitli alt kurum ve kuruluşlarda, görev ve sorumluluklarla toplumsal kimlik kategorilerine tabi kılınıp, sınırlandırılıp yönetilebilirler. Biyo-iktidar, kapitalizmin gelişmesinde burjuvazi toplumunun bir icadı olarak, kısacası iktidarın yönettiği bir aracı inşa olarak vatandaşların öznel yaşantılarının çeşitli kural ve tabularla sınırlandırılmasını ve denetlenmesini sağlayan bir kurgu olarak yorumlanabilir” [10] der.
Yine Foucault’a göre, “Biyo-iktidar politikası, insanları kurallara uymaya zorlayan, öznel yaşantılarını sınırlandırıp ‘normalleştiren’ bir normalizasyon toplumu yaratmayı sağlayan bir araçtır” [11]. Dogtooth’taki öznelerin ne yiyeceğinden tut da ne giyeceğine, nereye kadar hareket edip nasıl ve kiminle seks yapacağına kadar her şey normlara bağlanmıştır. İktidar, öznelerine benimsettiği normlarla bedenlerin üzerinde tam olarak yetkinliğini kurar. Bunu bazen ceza bazen de ödül ile yapar. Ama her zaman normlarla belirlenmiş bir sınır vardır.
Filmde büyük kızın bedeni, babanın malıdır. Eve dışarıdan getirilen seks işçisinin sakıncalı bulunmasının ardından baba, büyük kızı erkek kardeşi ile cinsel birleşme yaşaması için görevlendirir. Erkeğin arzularının doyurulması ilk akla gelen etken olsa da aslında bunun başka sebepleri de hatırlanmalıdır. İktidarın yarattığı mikro-iktidarın bir şekilde devam etmesi gerekmektedir. Bunun ilk koşulu da tabii ki üremektir.
Dogtooth’taki iktidar, soysuzlaşmışlardan uzakta bir toplum kurmuş ve kurduğu yapı içerisinde arî bir ırk yaratmayı hedeflemektedir. Baba, yarattığı toplum içerisinde koyduğu kurallarla ensest ilişkiyi yasaklamamıştır. Daha doğrusu baba, iktidarını her daim ayakta tutmak için belli zamanlarda koyduğu kuralları kendi menfaati dâhilinde güncellemektedir. Örneğin önceleri eril gücün, yani iktidarın, yani kralın varisi olan oğul için dışarıdan bir dişi özne getirilmekteydi. Fakat bu dışarıdan gelen öznenin tehlikeli olduğunu gören ve iktidarına zarar vereceğini anlayan baba, ensest ilişkiyi devreye koymaktan çekinmemiştir. Tabii buna çocukların itiraz etmesi gibi bir durum ise söz konusu bile değildir.
İktidar, sadece elindeki bedene sahip olmak ve onu çoğaltmakla değil aynı zamanda onu elinde tutmak için de birçok yöntem denemektedir. Filmde babanın yaptığı cezalandırmalar, bedende iz bırakacak (Çocukların vücutlarında hep yara izleri vardır.) şekilde yapılmaktadır. Film boyunca çocukların vücutlarının muhtelif yerlerinde yara izleri olduğu görülmektedir. Bu yara izleri, adeta iktidarın nişaneleri gibidir.
Cinsellik
Tarih boyunca farklı yönetim biçimleri, farklı dinler ve farklı dönemlerde farklı farklı açımlanan ve her defasında bireylerin hayatını kontrol etme ve yönlendirme aracı olarak kullanılan cinsellik, modern zamanların da bir sömürü aracı olarak konumlanmıştır.
Foucault modern düzenin cinselliği kuşatarak gizli bir biçimde sömürdüğünü vurgular. Foucault; “Cinsellik XVIII. yüzyıldan başlayarak bir tür söylemsel coşkuyu sürekli kışkırttı. Ve cinselliğe ait bu söylemler iktidarın dışında ya da ona karşı değil, tam da iktidarın etkili olduğu yerde ve bu etkinin aracı olarak çoğaldı” [12] der. Filmde cinsellik de babanın iktidarını kuvvetlendirmek için bir araç konumundadır. Kız çocuğunun bedenini araç olarak kullanan baba, erkek çocuğun ise bedenini istediği gibi kontrol altına almak için cinselliğe başvurur. Cinsellik, bir yandan mikrokozmos için yeni özneler yaratma hem de yaratılan öznelerin bedenlerini kontrol etme aracıdır. Öyle ki filmde seks yapan kimsenin zevk aldığı görülmez. Seks, sadece iktidara sunulması gereken bir eylem gibidir. Seks, iktidar ne zaman ve kiminle isterse o zaman ve o kişiyle yapılmaktadır. İktidar, seks eylemini; özne konumundaki bireylerin bedenlerini, eylemlerini kontrol etmek için kullanır.
Foucault’a göre hapishaneler suçluları ıslah etmez aksine suçlulardan iktisadi olarak yararlanmayı hedefler. İktidarın Gözü adlı eserinde Foucault, hapishanelerin bu durumunu şu sözlerle açıklar: ’’Suça eğilimliler işe yarar. Örneğin cinsel zevk sömürüsünden elde edilebilecek kârda kullanılırlar: Günlük ve pahalı cinsel haz ile sermayeleştirme arasında aracılık görevi üstlenen suça eğilimliler sayesinde ancak mümkün olan devasa fahişelik kurumu on dokuzuncu yüzyılda bu şekilde yerleşebilmiştir’’ [13]. Filmdeki evi bir hapishane olarak düşündüğümüzde içindeki özneler de doğuştan suçlu olarak addedilebilirler. İktidar, bu kapatılan –Foucault’un eserlerinde en çok zikrettiği kelimelerden biri “kapatılma”dır.- öznelerden büyük kızı seks işçisi olarak kullanır. Böylece ilk başta para karşılığı eve getirdiği seks işçisi yerine kendisine tabi olan özneyi kullanarak ekonomik anlamda akıllıca bir hamle de yapmış olur.
Filmde seks ihtiyacı olduğu düşündürülen ve bu ihtiyacın giderilmesi için seferber olunan çocuk, sadece erkek olandır. Kız çocuklarının seks ile ilgili hiçbir detay bilmemesi önemlidir. Kız çocuklarına hayatları boyunca cinsellikle ilgili bir şey öğretilmemiştir. Böylece kız çocukları cinselliği en verimli yaşayacakları yaşta bile asla seks ihtiyacı hissetmemektedirler. Cinsel organlarının çevresinde beliren haz duyguları bile yoktur. Erkek ise kendisine gösterilen ve anlatılan kadarını bilmektedir. Neticede baba, kız çocuklarına olduğu gibi erkek çocuğa da cinsellik ile ilgili bir şema oluşturmayabilirdi. Kızlar, cinsellik ile ilgili hiçbir bilgiye sahip olmadıkları için “haz” duygusundan tamamen uzaktırlar. Büyük kız için kuku (vulva) ile omuz başı arasında hiçbir fark yoktur. Erkek çocuk ise iktidarın kasti davranışları ışığında cinsellikle, haz duygusu ile tanıştırılır. Bir nevi haz duygusunun kölesi yapılarak ehlileştirilir. Aslında iktidarlar, cinselliği toplumlar üzerinde tıpkı din gibi bir afyon olarak kullanmaktadır. Tıpkı din olgusu gibi kurgular ve özneleri kontrol etmek üzere yayar.
Bunun yanında iktidarın bizzat kendisinin cinsel hayatı da oldukça manidardır. Anne ve babanın fazlasıyla sıkıntılı bir seks münasebetleri olduğu gözden kaçırılmaması gereken detaylardan biridir. İktidar, kendi yarattığı kurgu içerisinde çırpınıp durmakta ama bir türlü haz alıp mutlu olamamaktadır. Filmdeki tüm karakterlerin hayatı yapmacık bir temsilden, yapılması gereken bir performanstan öteye gitmemektedir. Annelerinin doğum gününde sahnede dans eden kız çocuklarının durumu ile ablasıyla seks yapan erkek çocuğun, kardeşine “fahişe”lik yapan ablanın, birbiriyle seks yapan ebeveynlerin durumu aynıdır. Hepsi bir ödev gibidir.
Kaynakça
[1], [3] Foucault, M. 2014. Özne ve İktidar. (I. Ergüden ve O. Akınhay Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[2], [8], [9], [13] Foucault M. 2012. İktidarın Gözü, (I. Ergüden ve O. Akınhay Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[4], [5], [7] Foucault M. 2019. İktidarın Gözü, (I. Ergüden ve O. Akınhay Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[6] Foucault, M. 2001. Hapishanenin Doğuşu. (M. A. Kılıçbay). İstanbul: İmge Kitabevi.
[10], [11], [12] Foucault, M. 2003. Cinselliğin Tarihi. (H.U. Tanrıöver Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.