The Matrix (1999) kadar sevilen bir klasiğin dördüncü devam filminin tam olarak sevilebilmesi mümkün müdür? Özellikle ikinci ve üçüncü filmlerin hayal kırıklığından sonra, herkesin dördüncü filmi beğenmemeye şartlanmış olarak sinema salonuna girmiş olduğunu varsaymak çok da ihtimal dışı olmaz sanırım. Tabii salona girerken bu filmden ne beklendiği en büyük beğenme kriteridir: Orijinal bir devam filmi mi? Etkileyici CGI ve aksiyon sahneleri mi? Yoksa ilk filmin değiştirilip, altüst edilip, yeniden kurulduğu meta-anlatısal bir nostalji karmaşası mı? The Matrix Resurrections (2021) kesinlikle bunlardan sonuncusudur. Aynı hafta çıkan Spider-Man: No Way Home (2021) gibi, hayranlarının eski filmlerine olan sevgisini ve bağlılığını kullanarak, o sinema salonuna ne beklerlerse beklesinler gireceklerini bilerek, izleyici seviyesinde olmasa bile şartlar ne olursa olsun kurumsal seviyede tatmin edecek, kendisi hakkında bir filmdir.
Bu demek değildir ki Matrix Resurrections kötü bir devam filmidir. Bunu ancak izleyicinin beklentisi şekillendirebilir. Nostalji ve eğlence bekleyen izleyici beklediğini bulacaktır. Hatta, matrix konseptinin yeniden şekillenip, filmin kendisi ve yapım süreci hakkında bir şeyler söylemesi ve kurumsal monotonluğa bir nevi karşı çıkmak amacında olması, filmi kesinlikle meta-anlatının genel sistematikliğinden çıkarır. Ayrıntıya girmeden filmin genel konusundan bahsetmek gerekirse, yeni Matrix’te Thomas Anderson, yani Neo, San Francisco’da çok ünlü bir oyun tasarımcısıdır; fakat sanki yaşadığı hayat onun değildir, gerçek değildir. The Matrix, The Matrix Reloaded ve The Matrix Revolutions filmleri aslında Thomas’ın yarattığı oyunlardır ve dördüncüsünü yaratması için Warner Bros. şirketi onu zorlamaktadır. Burada film, Warner Bros.’un adını da kullanarak açık bir şekilde Matrix Resurrections’ın kurumsal baskı yüzünden çekildiğine dikkat çekmeye çalışmaktadır. Bu öz farkındalık bir yana, filmi kurumsal hedeflerinden ayırmak yine de imkânsızdır. Tüm bu kurumsal karmaşıklığın ardında özgünlüğe dair bir şeyler elbette vardır: Lana Wachowski üstmetinsel bir şekilde kendi yaratıcı sürecini, stüdyo filmlerinin para odaklı süreci üzerinden incelemeye çalışmıştır. Her şeyden önce yaratan bir zihnin hikâyesidir bu film. En büyük eserini çıkardıktan sonra beklentileri karşılayamama korkusunun verdiği belirsizliğin, baskı karşısındaki dengesiz ve ısrarcı üretkenliğin doğurduğu karmaşık bir filmdir. 2021’de böylesine üretken bir zihnin stüdyo filmi yönetmesinin içinden çıkılmaz çatışmalarını kabul ettiğimiz zaman tadını çıkarmaya başlayabileceğimiz bir yapıttır. Matrixin içinden çıktığını sansan bile asla çıkamayacağının bir kanıtı, öz gerçekliğin artık olmadığı bir dünyanın beyanıdır.
Belki de tüm bu nedenlerden dolayı The Matrix Resurrections bir devam filmi olmaktan çok ilk üç filme geri bakan ve onlardan ayrı duran bir yapımdır. İlk filmi beklersek hayal kırıklığına uğrarız, orijinallik beklersek daha da fazla hayal kırıklığına uğrarız. İlk Matrix filmi türünün ilk örneği olmadığı gibi, son Matrix filmi de değildir. Kendini çok da ciddiye almadan yapmaya çalıştığı şeyi yapar. Özgün olma iddiası yoktur, ki bunun bu noktadaki imkânsızlığının farkındadır. Sinematografisi ve kompozisyonu da alışılmış Matrix evreninden ayrılır. Cyberpunk türünün gerçek dışı dünyasını, yani matrixi, tanımlayan sert kenarlarla ve çizgilerle dolu siyah/yeşil renk planı artık Resurrections’da yoktur. Matrix ve matrix dışı arasındaki sınırlar teknik anlamda yok denecek kadar gevşektir. Matrix artık içinden çıkılacak bir hapis, özgür irade ve kader arasındaki ikilikçi çatışmanın bir metaforu değil, bir gerçekliktir.
Aksiyon sahnelerinin yetersizliği şüphesiz bazı hayranları hayal kırıklığına uğratacaktır. Neo ve Trinity’nin ilişkisinin, birbirlerine duydukları bağlılığın matrixi yenecek tek anahtar olarak sunulması da. Yine de, filmin nostaljik ve kendinin farkında olan anlatısı hayranlarını tatmin edecek seviyededir. Nereden bakıldığına göre, bu durum, filmin seyirciyi kandırması olarak da okunabilir. Sonuçta, öz farkındalık bir filmi izlemeye değer yapmaya yetecek bir kriter değildir. Tüm bunlara rağmen, The Matrix Resurrections sıkılmadan tüketilecek bir ürün, kurumsal açgözlülüğün bir sonucu olsa bile, yaratıcısının içine koyduğu sevgiyi ve dehayı matrixin içinden çıkarıp da görmemek mümkün değildir.