Ölüm, beraberinde üzüntüyle dolu bir öfke getirir. Bu öfke kişinin kendi ölümüne, inancına ve yaşamında açılan o derin boşluğa karşın gelişir, acı ağıtlar yaktırır ve yatışması uzun zaman alır. Yavaş yavaş ölümün ve yok oluşun kabulü ile sinmeye başlar. Yerini acı bir hatıraya bırakır. Yaşamaya devam etmenin zorunluluğuyla bu hatıra her ana sinmiş bir yasa dönüşür. Geçmiş; o öfkeyi, ölümü ne kadar sineye çekip derine gömüyorsa, yas süreci daha da acılaşır ve derinleşir. Rolan Barthes annesini kaybedişinin ardından bir günlük tutmaya başlar: Yas Günlüğü. Annesinin ölümüyle içine sürüklenerek daldığı, kendine ve dünyaya karşı gelişen bir sorgulayış sürecine girer. Anılarını, duygularını, hissettiği kimliği ve kendi ölümüne dair birçok ifadelerle doldurur bu günlüğü. Günlerinden birini ise yaşadığı şu kısa idrak ile aktarmayı tercih eder: “Bir dönem vardır, ölüm olaydır, başa-gelen-şey’dir ve bu özelliğiyle de harekete geçirir, ilgi çeker, gerer, etkin kılar, kasar. Sonra günün birinde artık bir olay olmaktan çıkar, bambaşka bir süredir artık, üst üste yığılıp sıkıştırılmıştır, anlamsızdır, anlatılmamıştır, iç karartıcıdır, çaresizdir: Gerçek yas hiçbir anlatma diyalektiğine elverişli değil.” Anlatıma kapalı fakat barındırdığı hislerin paylaşımına açık olan yas süreçlerinden Maborosi (1995) ve Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives (2010) aracılığıyla bahsetmek mümkün.
Maborosi (1995) filminde, izleyici ve ana karakter Yumiko arasında paylaşılan yasın ifadesi okyanus, parçalarla kurulmuş bir aile ve upuzun bir cenaze sahnesi üzerinden görülebilmekte.Yumiko kocasının intiharı ardından uzun yıllar geçirdikten sonra aldığı yeniden evlenme ve aile kurma kararıyla hayatını değiştirme yoluna girer. Bir yandan da bu ani ölümle ortaya çıkan kaybın ilk aşamalarını açıkça yaşayıp da kabullenişini tamamlayamamıştır. Sürekli olarak hayatını böylesi bir eksik kalmışlık hali ile devam ettirmeye çalışır. Cenaze törenleri ya da bir ölüme şahit olmak beraberinde ölümün kabulü ve onunla yüzleşme sürecini getirir. İntiharla birlikte başlayıp Yumiko’nun yeni bir kasabaya taşınması arasında kalan süreç, uzun yılları kapsıyor olsa da tamamen üzüntü ve şok üzerinedir. Asıl yas süreci ise kasabayla başlar. Mekanlar; oradaki anılar ve kişilerle canlılıklarını korurlar. Eskimiş bir zamana ait hatıraya dönüştürüldüklerinde ise üzerlerini derin bir hüzün kaplayacaktır. Kadının yaşadığı da tam olarak budur. Kendini ait hissettiği yer değişir. Çünkü bu yeni mekan artık kaybedilenin üzerini örtüp unutulmaya çalışılan yerdir. Yeni bir aile, hayat ve oraya ait birçok rutin doğar. Her şey yolunda ve huzur içinde görünmektedir. Bir başka düzenin yaratımı ve değişimin olağana dönüşmesi; unutma eylemini etkin kılarak asıl acı verici olan kısmı oluşturur.
Yumiko’nun yeni bir hayata dalmasıyla başlayan süreç derine gömülmüş hislerini göstermeye başlar. Çünkü bu süreç yaşanılan kayıp sonrasında diğer seçeneklerin artık görülebilir olmasını ve onları gerçekleştirmenin mümkün kılınmasını ima etmektedir. Yeniden başlanmış bu hayatın yolunda ise iki kapı açılır; okyanus ve aile. Okyanus kasabayı canlı kılan ve devinimde tutan yaşayan bir varlıktır. Yumiko için yakın bir dost gibidir. Ev edindiği yerin her penceresinde ona gece gündüz eşlik eder. Sessizce hislerini paylaşıp ad konulamayan belirsiz geçmişine onunla birlikte içten içte ağlar. Diğer yandan, orada olunan başka bir aile hâli tamamen yeni olasılıkların yaratımıyla ilgilidir ve tam olarak da bu sebeple hâkim olan üzüntü kendini gösterir. Ailece karpuz yerken herkes mutlu ve huzurlu görünse de kaybedilenin ardında kalan acının kendini en fazla açık ettiği sahnedir. Bunun ardından Yumiko eski yaşam alanını ziyaretinden sonra artık o yeni hayata başladığı kasabayı memleket edinişinin ve oralı oluşunun farkına varır.
Mekana ait olmak ve bu aitliği ölümün ötesinde de korumak, Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives (2010) filminin izleyecisinin zihninde bıraktığı en tatlı düşüncelerden. Bir akşam yemeğinde, aynı zamanda Boonmee dayı da hastalığının ilerlemiş safhalarındayken, etrafı saran eskiden yeniye tüm yaşamların; bir yandan ev sahibi oluşlarını bir yandan da misafirliklerini izleriz. Ölen eşe duyulan özlem ölmekte olanın kaygısıyla hasta yatağında birleşerek huzur içinde yas tutar. Sanıyorum ki şunu belirtmekte fayda var; yas uzun bir sürece yayıldığından ölümün hemen ardından yakılan ağıtların ötesinde, ölümün kabulüyle ve hatıraların canlı tutulmasıyla kimi zaman huzura dönüşünü gerçekleştirebilir.
Şura Aydın