“Men anayım, bu sesimde yerin göğün derdi var.
Sulhe gelin ey insanlar, yoksa dünya mahvolur.”
Annelerin yuhalandığı bir ülkede evlat acısından bahsetmek… Doğurduğunuz çocuğun gün be gün eridiğine şahit olmak. Komadan çıkmasını ümit etmek… Evladınızın ölümünü, tren raylarında trenin gelişini görür gibi beklemek… Ya da onun için dua edecek kadar bile şansınızın olmaması. Ellerinizin arasından yıldız gibi bir anda kayıp gitmesi. Yeryüzündeki hangi çığlık ses olabilir bu onulmaz acıya.
Annelik delilik. Ömrünün sonuna kadar sürecek bir endişeyi kabul etme hali. Tamam annelik dünyanın her yerinde çok ağır da bu topraklarda bir başka ağır sanki. Bitmeyen bir kavganın ortasında bir can yetiştirmek için uğraşmak, didinmek… Sonra o canın, bazan bir şarjör dolusu mermiyle, bazan tek bir mermiyle, bazan bir yağlı urganla, bazan bir gaz fişeğiyle, bazan bir tekmeyle, bazan ölüm orucunda sizden koparılması. Ne hakkın vardı onu benden almaya. O benim çocuğumdu…
İftarlık Gazoz (2016) daha ilk sahnesiyle izleyicisine “Bu ülke ne çok kıydı gençlerine.” dedirten bir film. Yaklaşan kötülüğü fark ediyor ve içinize bir acı çörekleniyor. 1970’ler Türkiye’sindeyiz. Adem, ilkokuldan mezun olur ve yaz tatilinde gazozcu Cibar Kemal ustanın yanında çalışmaya başlar. Bir yandan da kasabanın imamından din dersleri alan Adem, Ramazan ayının yaklaşması ile birlikte kefaret orucunun manasını öğrenir. Âşık olduğu kızın oruç tuttuğunu öğrendiğinde ise Adem’i, Ula’nın o yaz sıcağında ve küçük yaşına karşın oruç tutmaması gerektiğine kimse ikna edemez. Adem’i oruç zorlarken, bizim de kulaklarımızda imamın ağzından dökülen 61 günlük kefaret orucu sözleri çınlar durur. Adem’in kefaret orucunu ödeyeceği, bizi de mahvedeceği çok bellidir. Peki biz bu sona hazır mıyız? Öyleyse “Haydi içelim, kurduğumuz tüm hayallere rağmen, hiç değişmeyen dünyaya. Kazuko’ya, Kosta’ya… Erken ayrılmayı tercih eden herkese. Denize içelim, hiç yorulmak bilmeyen denize. Başlangıca ve sonsuza. İnsanlara da içelim. Tsitsanis’e, Kavafis’e, Che Guevara’ya, 68’in Mayıs ayına, Santorini’ye, Morna’ya. Ve diğerlerine…”*
*Ulysses’ Gaze (1995)
** Bu yazı, Mukaddes Gezmiş’e, Mediha Aslan’a, Selver İnan’a, Gülsüm Elvan’a, Emel Korkmaz’a, Sayfi Sarısülük’e, Seniye Önkol’a, Makbule Kaymaz’a ve evlatlarını yitiren tüm annelere adanmıştır.
Ezgi Ulukoca