Hepimizin unutmaya çalıştığı bir şeyler vardır. Çünkü hatıralar ne kadar güzel olsa da, hatırlaması acı verir. Djam filmi de tıpkı bu hatıralara benzer. İzlerken hem içimizi kıpır kıpır ederek bizi tesiri altına alır, hem de buruk bir hüzün bırakır. Yalnızca Djam (Daphne Patakia) ve ailesinin öyküsü değil, Türk-Yunan kültürünün geldiği durum da içimizde burukluk hissini bırakmaya yetecektir.
Djam, üvey babası ve onun eşiyle birlikte yaşayan bir genç kızdır. Üvey babası Kakourgos (Simon Abkarian), Djam’ı kendisi için çok mühim olan bir konu için İstanbul’a gönderecektir. Djam tabii ki, yalnızca görevini halledip gelmeyecektir. Bir de peşine Fransız arkadaşı Avril (Maryne Cayon) takılacak ve tüm hayatta kalma mücadelelerinde birbirlerinin elini bırakmayacaklardır. Kavga da ederler, birbirlerini kayıp da ederler, grev yüzünden tren istasyonunda mahsur da kalırlar… Ama hep birbirlerini yeniden bulurlar. Çünkü gidecek başka hiçbir yer yoktur.
Bu film bir yol filmidir; ama yolun bir sonu yoktur. Ellerindeki her şey gitse de yaşamanın yolunu bulan insanların yoludur, bu yol. Yaşamak için paraya ihtiyacınız olmadığını, mutluluğa ihtiyacınız olduğunu kanıtlayan filmdir Djam. Ölümün kıyısında olsanız bile, belki bir saat sonra başınıza çok iyi bir şey gelebilir. Belki de başınıza çok iyi şeyler gelse de mutlu olamayabilirsiniz. Sorunun kaynağı da, çözümün kendisi de sizsinizdir.
Djam rolünde gördüğümüz Daphne Patakia, belki de bu filmi güzelleştiren en önemli varlık olabilir. Âdeta müzik için yaratılmış bir karakter bahşeder bizlere. Müzik, insanlığın başlangıcından bu yana yolu kesilemez, engellenemez tek ögedir. Yalnızca kuşlar öttüğünde bile müziği duyarsınız; su aktığında bile bazen sesinden ritm çıkarırsınız. Djam da bunun en büyük kanıtıdır. Onun, annesinden miras kalan hayal gücü ve yeteneğinden daha muhteşem olan hiçbir şey yoktur. Müzik, onun gücünün kaynağıdır; hayatta onunla kalır. Djam da tıpkı dedesinin mezarında yaptığı gibi, müziği yasaklamaya çalışan herkesin mezarına işeyecektir.
Filmi sevmemizin bir diğer nedeni, kent hayatından son derece uzak ve o betonarme hayata mesafeli insanların anlatılması. Djam İstanbul’a geldiğinde de hep kenar mahalleler ve İstanbul’un gerçek insanlarına yer veriliyor. Gerçek insan nedir? O hayatınızda girmek istemeyeceğiniz varoş mahallelerde yaşan insanlardır; dilini, kültürünü bilmediği bir ülkede yaşamak zorunda kalan insanlardır; yolunu, izini bilmediği halde yeni bir hayata başlamak zorunda kalan insanlardır. Aynı durum Djam ve Avril Yunanistan’a döndüklerinde de geçerlidir. Yunanistan’daki gerçek insan, kriz gerekçesiyle tüm varlığı ellerinden alınan insanlardır; kıyıya vuran ve kıyafetlerinden başka hatıraları dünya üzerinde kalmayan mültecilerdir. Ama ölen insanlar dışında, herkes kendi hayatının devamını sağlayabilir, mutlu olabilir. Djam ve ailesinin tutunduğu dalları eski püskü, Djam’ın İstanbul görevi sayesinde zorla çalıştırılan bir tekneden ibarettir. Bazen yalnızca çalışan motor sesini duymak, denize bakmak, unutulmaya yüz tutmuş rebetiko müziği eşliğinde uzonuzu yudumlamak ve sevdiklerinizin gözlerine bakmak, yaşamızını değerli kılan şeylerdir. İçiniz buruk olsa da mutlusunuzdur. Mutlu olsanız da içiniz buruktur…