”Daha önce tanışmıştık, değil mi?”
Sabahın erken saatlerinde anonim bir banliyöde gözlerimizi açıyoruz ve yatağından yeni kalkmış olan avangart caz müzisyeni Fred Madison’ın evinin interfonundan gelen gizemli “Dick Laurent öldü.” cümlesiyle birlikte kayıp otobanda ilerlemeye başlıyoruz.
Sinemanın en iyi neo-noir filmlerinden biri olan Lost Highway (1997) karanlık sahneleri, etkileyici paranoyaları ve kontrolsüzlük hissiyle ilk dakikadan itibaren bizi olay örgüsünün içine almayı başarıyor. Bizler de klasik ‘femme fatale’ ikonunun ataerkil erkek kimliğine tehdit olup olmadığını David Lynch’in bakış açısıyla inceleme altına alıyoruz.
Sinemaya neden 7. sanat denildiğini gösteren en iyi örneklerden biri olan Lost Highway, tıpkı bir sanat eserine bakınca herkesin farklı yorumlaması gibi izleyicinin de bu filmde kendi kurgusunu yaratmasını sağlıyor. Prensiplerine sıkı sıkıya bağlı olan Lynch’in röportajlarında filmlerine asla açıklık getirmemesi, izleyiciye, kendi payından çıkardığı gerçeği yansıttığını gösteriyor. Filmin içine yerleştirilmiş olan karanlık noktaların açığa çıkarılması tamamen seyirciye bırakılırken, satır aralarında yönetmenin alter egosunu keşfetme imkanı doğuyor.
Müzikleriyle de başlı başına bir ekol olan film, Lou Reed’den Rammstein’a, David Bowie’den Nine Inch Nails’e kadar; filmi son derece başarılı kılan sürüyle önemli isme sahip. Çabalarını sadece kurgu için sınırlamayan Lynch, filmi için en uygun şarkıları da seçmiş. “I’m Deranged” parçasıyla açılışı yapan David Bowie, kapanışta da filme eşlik etmiş ve Lou Reed’in This Magic Moment’ı da ustaya saygı şeklinde yerleştirilip, filmin içinden bizlere göz kırpmış.
Genel anlamda alt yapıyı oluşturan “psychogenic fugue” durumu, yani “kısa süreli hafıza kayıpları”nın yaşanması, filmi iki parçaya bölüyor.
Madison ailesinin “yabancılaşmış” günlük hayat umutsuzluğu, orta sınıfın gri kasvetini eşsiz bir manzara gibi karşımıza çıkarır.
1.“Dick Laurent öldü.”
Kapının eşiğinde bulunan kasetle başlayıp, bir cinayete kadar giden kurguda, erkek olma kimliği mükemmele yakın bir şekilde işlenirken, Fred (Bill Pullman) ve Renee (Patricia Arquette)’nin aseptik, gri, megapolis banliyöde sürdürdükleri evlilik hayatlarını da yakından görme fırsatımız olur. Güzeller güzeli eşi Renee tarafından aldatıldığını düşünen Fred’in şüpheleri kapıda buldukları video kasetle birlikte paranoyak bir hâl alır ve gerçeklik yavaş yavaş sarsılmaya başlar. Kaseti ilk izledikleri anda Renee’nin yüzündeki gerilim de bizlerebu sarsıntıyı yaşatır.
Fred Madison: Benim hatırladıklarımın, yaşandığı gibi olması gerekmez.
Fred, kasetlerin soruşturmasını yürütmek için evlerine gelen dedektiflere söylediği cümlede gerçeğin göreceli olduğunu vurgular. Yani başlangıçta bir gerçeklik vardır fakat Fred’in istediği şekilde oluşmamıştır ve bunu manipüle etmek tekrar onun elindedir. Fakat bunu mümkün kılmak olası mıdır?
Gerçeklik kavramını düşünerek yolda ilerlemeye devam ederken Renee’nin geçmişinden gelen bir iz olan Andy’nin (Michael Massee), evinde verdiği partide tüm olaylar doruğa ulaşır ve bu noktada, karşımızda filmin en önemli karakterlerinden biri olan Gizemli Adam (Robert Blake)’i görürüz. Bu gizemli adam açık bir şekilde, kötülüğün, bilinçdışımızın en karanlık, en yıkıcı yönünün cisimleşmiş halidir. Diğer bir deyişle Mystery Man, Fred’in tüm duygularının vücut bulmuş halidir ve zaman-mekan kavramının alt üst olduğu partideki telefon konuşmasında Fred’e çirkin gerçeği göstererek cinayete sebep olur.
Mystery Man’in elindeki kamerayla herşeyi kaydetmesi gerçeklikten kaçışın mümkün olmayacağını, gerçeğin her zaman hatırlanacağını vurgular.
Mystery Man: Daha önce tanışmıştık, değil mi?
Fred Madison: Sanmıyorum. Nerede tanıştığımızı düşünüyorsun?
Mystery Man: Evinde. Hatırlamıyor musun?
Fred Madison: Hayır. Hayır, hatırlamıyorum. Emin misin?
Mystery Man: Tabii ki. Aslında, şu an oradayım.
Bu diyalog için Lynch: “Sıradan bir insanın beklemediği büyü gibi olağanüstü bir olayla karşılaştığında yaşayacağı korkuyu hayal etmeye çalıştım” demiştir. Lynch’in diğer filmlerindeki telefon sahnelerini de hatırlarsak, bu noktadan sonra gerçeklik algısının yavaş yavaş kırıldığını söyleyebiliriz.
Andy’nin evini, Lynch’in o kötülük merkezli çözüm mekanlarından biri olarak yorumlayabiliriz. Tıpkı daha sonra Mulholland Drive (2001)’da karşılaşacağımız Club Silencio gibi…
2. “Alice nerede?”
Partide geçen diyalogdaki evi, Fred’in bilinçaltı olarak yorumladığımızda şizofrenik bir sayıklamaya sürüklenirken, gözlerimizi hapishanede açarız ve Fred karakterinin, her açıdan tam tersi olan Pete Dayton’a (Balthazar Getty) dönüştüğünü görürüz. Fred Madison’ın hapse düşüp idam mahkumu olunca, karısını öldürmüş olduğu gerçeğini kaldıramamasından dolayı kendine yarattığı bu alternatif evrende, cinsel açıdan yetersiz Fred’in aksine Pete son derece aktif cinsel hayatı olan bir karakterdir ve bir tamircide çalışmaktadır.
Hikâyenin ikinci kısmında Pete’in patronu olan Dick Laurent (Robert Loggia) ile tanışma fırsatı buluruz.
Renee’nin yeni renkarnasyonu Alice, fantazi dünyasına geçtikten sonra saldırgan bir şekilde etkin olur, Fred’i baştan çıkarır ve O’na ne istediğini söyler.
Gerçeklikten fantaziye geçilen bu noir evreninde Renee gider ve hikayeye Alice’in sarı saçlarında devam ederiz. Aslında aynı görünüp, biri ötekinin ayna imgesi olsa da bu iki kadın, iki farklı kişiliktir. Mafya babası Dick Laurent’in metresi olan Alice Wakefield, Renee’nin cinsel açıdan daha saldırgan femme fatale reenkarnasyonudur ve Pete’i ilk gördüğü andan itibaren kıskaçları içine alır, kayıp otoban da daha tehlikeli virajlara bürünür.
İlişkilerinin ilerlemesinin ardından, kendilerinden şüphelenen Dick bir gün arabasının torpido gözünden bir video kaset çıkarır ve sorar:
– Porno sever misin?
Bu sahnede Pete’in kaseti almamasının altında yatan nedenin, yine gerçeklerden kaçma isteği olduğunu söyleyebiliriz. Yani kurduğu yeni evreninde bile Renee’nin geçmişi peşini bırakmamaktadır.
Patricia Arquette haklıydı öyleyse, yani oynadığı iki rolün mantığını berraklığa kavuşturmak çabasıyla filmde olup bitenlere ilişkin şu çerçeveyi sunduğu zaman: Bir erkek, karısını, onun sadakatsiz olduğunu düşündüğü için öldürür. Eylemlerinin sonuçlarıyla baş edemez ve kendisi için alternatif olarak daha iyi hayat hayal etmeye çalıştığı bir tür kriz yaşar. Yani kendisini daha genç, güçlü bir delikanlı olarak, kendisini ona kapamayan, sürekli onu isteyen bir kadınla tanışan bir delikanlı olarak hayal eder ama bu hayali hayat bile ters gider. İçindeki güvensizlik ve delilik o kadar derindir ki fantazisi bile dağılır ve bir kabusla sona erer. Buradaki mantık tam da Jacques Lacan’ın, Sigmund Freud’un “baba, yandığımı görmüyor musun?” düşünü okumasındaki mantıktır. Burada düş gören, düşte karşılaşılan dehşetin gerçeği (ölü oğlun sitemi) içinde uyanılan gerçeklikten daha korkunç olduğu zaman uyanır, yani düş gören düşte karşılaşılan gerçekten kaçmak üzere gerçekliğe kaçar. (1)
Tüm bu kurulan alternatif yeni hayat içerisindeki kaçışlara, kurtulmalara rağmen Pete âşık olduğu kadının: “Bana hiçbir zaman sahip olamayacaksın!” cümlesine engel olamaz. Halüsinasyonların içinde ilişkinin olanaksızlığı yine kendisini ortaya koyar; çünkü hayat çoğu kez algıladığımız gibi düz bir çizgide ilerlemez, karmaşık bir yapısı vardır.
Lost Highway’deki fantastik çıkış yolunun sahte/kayıp bir yol olduğunu ve hayal edilebilen bütün evrenlerde bizi bekleyen şeyin başarısızlık olduğunu interfondaki ikinci sesle anlarız.
“Dick Laurent öldü…”
1) David Lynch ya da Gülünç Yücenin Sanatı, Slovaj Zizek, Encore Yayınları, sf 42,43
Bu filmi bende kendime göre yorumlamıştım. Yorumlara ve yazılara baktığımda birbirinden farklı çıkarımlar var. Mulholland Çıkmazı’nda da bu tadı yakalamıştım. Gerçekten yazınızı beğendim iyi yorumlamışsınız. Müzikler filme iyi gitmişti, Rammistein’a hayran kalmıştım. Marilyn Manson’un olduğu sahnede ürpermemek elde değildi.
Pete’in kaseti almamasının nedeni gerçeklerden kaçma isteği değil ona ihtiyacının olmamasıdır. Gerçeklerden kaçan Fred’dir Pete değil. Pete’i yönlendiren kendinden bağımsız içgüdüleridir.
“Dick Laurent öldü…”
Son paragrafta yazdığınız sonucun başarısızlık olduğunu yukarıdaki cümleden nasıl anladık,açıklarsanız sevinirim.
Başarılı bir yorum.
Benim aklıma takılıp duran şey Mystery Man bölümündeki o adamın Fred e telefonu verdiği kısımdaki fredin elimde iki nokta ve bir çizgi dövmesini görmüş olmam anlamı nedir acaba bilen var mı?!
Arapça be harfi gibi. Ama açıklamasını bende merak ettim bilen söylesin
Arapça b yarim ayın icinde değil altinda noktadir. Bu sanki ay yıldız gibi yarim daire içine nokta var.
Bu filmi bir arkadaşımın tavsiyesiyle yeni izledim…Filmin ağır olduğunu, bir defa izlemeyle anlaşılayamayacağını söyleyince bende filmin ismiyle yorum araştırmasına girdim ve ilk sizi buldum…İzlemeden ve izledikten sonra tekrar yorumunuzu okudum…İlkinde yol haritası oldu sonrakinde ise parçalar daha iyi birleşti…Velhasıl güzel yorum, keşke biraz daha detaylı yazsaydınız demek içimden geliyor, siz bunu başarabilirdiniz..Teşekkür ederim.
Pete kaseti almayı reddettiği zaman henüz Dick Laurent’in sevgilisi Alice Wakefield ile tanışmamıştır ve herhangi bir ilişkileri yoktur. Bu yüzden alternatif evrende henüz Renee karakteri ile bir bağıntı kurmamıştır ve almak istememesindeki neden ihtiyaç duymaması olabilir.
kesinlikle yazan yorum katacağım diye saçmalamış
Yazıyı Slavoj Zizek’in kitabından
Sanırım ufak bir hata var. Dick kaseti, Pete’den henüz süphelenmemişken teklif ediyor. Alice karakteri Dick’in tamirhaneye ikinci kez gelişinde Pete ile tanışıyor.
Bunu doğrulayan bur diğer öğe ise Pete’in hemen bu olaydan sonra sevgilisi ile birlikte olmasıydı.