Sinemanın Japon ustası Akira Kurosawa, daha sonra Venedik Film Festivali’nde büyük ödül Altın Aslan”ı kazanacak olan filmi Rashomon‘u 1950 yılında çekmiştir. Ryunosuke Akutagawa’nın gerçeğin muğlaklığı odağında yapılandırdığı iki ayrı hikayesine dayanan film, az sayıda oyuncuyla, büyük bir bölümü toplamda üç mekanda çekilmesine karşın, dönemini aşan teknik başarıları ve kimi sinemasal özellikleriyle (kameranın güneşe doğrultulduğu ilk film, ülke dışında geniş kitlelere ulaşan ilk Japon filmi) bugün hala Kurosawa sinemasının doruk noktalarından biri olarak değerlendirilmektedir.
Yağmur, güneş gibi doğasal olayların senaryo içindeki kullanımından, tanıklar dinlenirken duyusal anlamda varlığına dair bize tek bir ibare verilmeyen hakim ve insanlığa dair umudu temsil eden rahip karakterlerine kadar pek çok ayrıntısıyla sinemasal alegorinin en başarılı örneklerinden biri haline gelen Rashomon ayrıca, Akira Kurosawa’yı uluslararası arenada tanınan bir sanatçı noktasına vardıran ve Japon sinemasını dünyaya tanıtan film olarak nitelendirilmektedir.
””İnsanoğlu zayıftır. Bu yüzden yalan söyler. Hatta kendine bile!””
Köyün azılı haydudu Tajomaru, ormanlık arazide kestirirken karşı yoldan atının üzerinde güzel bir kadının ve ona eşlik eden genç bir adamın gelmekte olduğunu görür. Kadınlara karşı büyük bir zaafı olan Tajomaru, adamı öldürmesine gerek kalmadan kadını elde etmek için bir plan yaparak karı-koca olduklarını tahmin ettiği çifte yaklaşır ve yakınlarda gömülü kılıç ve ayna bulduğunu ve makul bir fiyata satabileceğini söyleyerek onları kandırır. Adamı iple bağlayıp etkisiz hale getirdikten sonra asıl amacını gerçekleştirerek genç kadına zorla sahip olur. Buraya kadar bütün tanıkların ifadesi aynıdır, bundan sonraki kısım için anlatılanlar ise birbirinin taban tabana zıttı… Ortadaki tek somut gerçek, karısına gözleri önünde tecavüz edilen adamın ölü bedenidir. Bu olayı içinden çıkılmaz haline getiren şeyse, olayın üç kahramanın da maktulün katili olarak kendisini işaret ediyor oluşudur. Tajomaru adamı düelloya davet ederek onurlu bir şekilde öldürdüğünü, kadın olayın ardından histeri krizi geçirerek eşini öldürdüğünü, bir medyum aracılığıyla konuşan maktulun kendisi ise öldürülmesine razı olan eşinden duyduğu utanç yüzünden kendi canına kıydığını iddia etmektedir. Rahibin dediği gibi, büyük yalanlar ancak zayıflıkları gizlemek için söylenebilir. Peki ne tür bir zayıflığı gizlemek, bir insanı başka bir insanın canına kıymak gibi büyük bir suçu üstlenmeyi tercih eder hale getirir?
Pervasız bir şiddetle yağan yağmur yıkadığı eşyalar, taşıdığı topraklar ve beslediği doğa ile elini değdiği her şeyi başkalaştırırken, sığındıkları derme çatma bir kulübede yağmurun son bulmasını bekleyen bir ormancı ve bir rahip, köylerinde gerçekleşen bu cinayetin üç kahramanının birbirlerini tutmayan hikayesindeki gerçeğin ne olduğunu bulmaya çalışırlar. Ancak buraya kadar gelişen olayların sevk edeceği algının aksine, cinayeti kimin işlediği değildir mesele. Ormancı ve rahibin merak ettiği bu değildir. Kurosawa”nın yapmak istediği şey Hitchcock filmlerine yaraşır zekice bir senaryoyu sürpriz bir sonla nihayetlendirip izleyiciyi şaşırtmak değil, egoizmin en karanlık taraflarına inip, cinayet işlemeyi bile hafif bir suç seviyesine indirecek insani zaafları bir korku filmi gibi gözler önüne sermektir.
Filmin sonlarına doğru ortaya çıkan sürpriz bir dördüncü tanık olayın içyüzünü büyük ölçüde aydınlatsa da, hikayesinde değiştirerek anlattığı hançer detayı onun anlattıklarının da tam olarak doğru olmadığını göstermektedir. çünkü gerçek, Kurosawa’nın film boyunca ağaç yaprakları arasından sık sık kamerasını doğrulttuğu güneş gibidir. Salt gerçeği görebilmek, çıplak gözlerin harcı değildir.
Yorumlar 1