Farklı üslubuyla görmeye alışık olduğumuz Woody Allen, üslubunu bozmadan yavaş ve aynı zamanda tempolu bir filmle daha seyirciyi buluşturuyor. Son çekmiş olduğu film Rifkin’s Festival (2020), duru ve eğlenceli anlatımıyla dikkat çekiyor.
Öncelikle yönetmenin, her ne kadar özel hayatında çalkantılar olsa da, sinema aşığı biri olduğunu filminde de görebiliyoruz. Yönetmenlerin birbirinden etkilendiği ve ilham aldığı sahneleri filmlerinde harmanlayarak seyirciyle buluşturduğu pek çok farklı film söyleyebiliriz. Ancak bu filminde, ana karakterden ilham alan Allen, seyirciyi sinema tarihiyle buluşturarak, o aşina olduğumuz sahnelerin sanki reemake’ini çeker gibi bir üslupla ilerliyor. Filmin isminden ilham alan Rifkin ve eşi, San Sebastian Festivali’ne gidiyor. Filmin en başından itibaren ikilinin arasındaki kopmaya hazır bağları Rifkin’in “Yıllar ne hızlı geçti de ben Sue ile mesafeli bir ilişkide kayboldum.’’ cümlesiyle ilk dakikadan itibaren alıyoruz. Hâl böyle olunca aslında Allen’ın hikâyedeki amacı seyirciyi filmde neler olacak sorusundan çok akışa bırakıp içerisindeki durum komedilerine odaklıyor.
Festival, esasen karakterin kendisini bulma yolculuğu ve çiftin tabiri caizse bir karar almak için çıktıkları yolculuktur. Yani burada festivalin içeriği ve orada gerçekleşen güzellikler, şehrin büyüsü değil karakterlerin kendileriyle hesaplaşma yolculuklarına tanık oluruz. Bu sebepledir ki, muazzam manzaralar, sahil görüntüleri ve tenimize işleyen gün ışığı çok da önemli değildir. Rifkin, karısının festival içinde ‘sözüm ona’ iyi bir yönetmen olan Fransız yönetmenle aralarındaki flörtleşmeyi dahi çok umursamaz görünür. Çünkü zaten orada bitmiş bir ilişki vardır. Karısının çevresinden, işinden çok ne yapacağıyla ilgilidir. Sinemaya bu kadar aşık bir adam, yazarlık yapan entelektüel birisi karısının çevresinde aslında çok da değer görmüyordur. Öyle ki, filmde ikilinin arasındaki ilişkiyi Allen, Rifkin’i bayağı, ezik ve ne yapacağını bilmez bir adam olarak ele alır.
İç hesaplaşmaları, ailesi ve çevresiyle olan yüzleşmeleri de İspanya şehrinin sokakları, parkları arasında Bergman, Fellini sinemasına ve filmlerine yer yer atıflarda bulunarak ilerler. Festivalde geçen filmde sanki Rifkin’den bir başkası sinema konuşmaz gibi görünür. İşin ironik kısmı da burada yatar aslında; Rifkin dahi bir o kadar filmin içinde ancak bir o kadar da dışında izole çevrede o çok sevdiği filmi dahi izlemeye gitmeye pek hevesli değildir. Tesadüf eseri tanıştığı ve oldukça etkilendiği İspanyol doktora âşık olur gibi görünür. Aslında âşık olduğu şey kadının kendisi değil, muayene sırasında bir kuple de olsa sinemadan konuşuyor olabilmesidir. Ancak karısı, İspanyol doktor da dahil olmak üzere hiç kimse aslında özel ve iş hayatında mutlu değil gibi görünür. Kimileri bir yolculuğun içinde, kimileri ise aslında sonu az çok belli olan yolculuğa çıkmak için hazırlanırlar. Aşina olduğumuz eğlenceli Festival kavramı, karakterleri buruk bir trajedinin ve bir o kadar ironik bir komedinin içine doğru sürükler.
Sinema tarihine ara ara göz attığımız Rifkin’s Festival, Allen Rifkin karakteriyle beraber trajik bir karakteri durum komedisinin içine sokar. Kaybolmuş olan karakterimiz, aslında hiçbir zaman doğru düzgün yazamayacak, hep bildiği sinemadan konuşacak ve aşkı bulamayacak gibi görünür. Belki de umudunu kaybetmiş olmasına rağmen hayatın akışında yaşamayı daha uygun buluyordur.