Juniper Tree (1990), Nietzchka Keene yönetmenliğinde Grimm Kardeşler’in aynı isimdeki masalından uyarlanmıştır. Olay örgüsü ve tematik alt metinler farklılık gösterse de orijinal hikâyeyle birçok paralel çizmek mümkündür. Grimm Kardeşler’in en dehşet verici masallarından bir olan Juniper Tree, film medyumunun kendine has özellikleriyle Keene tarafından yeniden örülmüştür. Ayrıca 19. yüzyılda yazılan bir masalın yeniden yorumlanması zamansal olarak hikâye anlatımına akışkanlık kazandırmıştır.
Anlatı da görüntü de ses de sadeliğe hizmet edecek şekilde kullanılarak masalsı, mistik bir atmosfer yakalanmıştır. Özellikle kadrosunda Björk’un bulunması ses bağlamında önemli bir yere sahiptir. Çünkü söylediği tekerlemeler ve şarkılar filmin atmosferinin oluşturulmasında -filmin geneline hâkim pan flüte ek olarak- oldukça destekleyici olmuştur.
Juniper Tree, odağına Orta Çağ İzlanda’sında yersiz yurtsuz kalmış iki kız kardeşi alır. Margit ve Katla gitmek zorundadır çünkü anneleri cadılıkla suçlanarak yakılmıştır, dolayısıyla sıra kızlardadır. Katla oğlu ile yaşayan dul bir çiftçiye büyü yaparak onu kendine aşık eder ve böylelikle kardeşi ve kendisi için kalacak bir yer bulur. Ancak bir sorun vardır: Adamın oğlu annesinin yerini alan Katla’yı evde istemez.
Hafıza kavramı özellikle ölülerle eşleştirilmiş bir şekilde doğrudan ve dolaylı olarak seyirciye sunulmuştur. Ölülerin hafızası olup olmadığı, dirileri hatırlayıp hatırlamadıkları ve kendilerinden bir şeyler verip veremedikleri Juniper Tree’nin üzerinde durduğu bir konu. Örneğin Margit ve Jonas’ı birbirine bağlayan en önemli öge, ölmüş annelerini hatırlamaları ve annelerinin de onları hatırlamasıdır. Bu bağlamda unutulmamalıdır ki sevginin içtenliği hatıraları canlı kılar. Mezarının yerini hatırlamasa bile Margit annesinin kendindeki teshirinin farkında olduğu için onu ölü olmasına rağmen görebilir. Öte yandan ölülerin hafızası olması intikamı da beraberinde getirir. Zaten masalda da filmde de öldürülen çocuğun intikamı alınmıştır.
Altını çizmek gerekir ki Juniper Tree fantezi türündedir ve bir masaldan uyarlanmıştır. Bu sebeple gerçekliğimizin dışındaki ögelere ve betimlemelere sıklıkla rastlamaktayız. Ölü birini görmek bir yandan son derece spritüal bir deneyim sayılabilirse de belirtildiği gibi aslında hepimiz ölülerin teshirini kendimizde ve etrafımızda görmekteyiz. Margit annesi gibi “görebilmektedir,” yani onun kanını devam ettirmektedir.
Margit’nin kardeşinin aksine “görmesi” onu özel kılıyormuş gibi gözükse de Margit, özel olduğu için görebilmektedir. Katla sevgiyi fiziksel bir bağ dışında hissetmesi mümkün olmayan bir karakter olarak resmedilmiştir. Fiziksel bir mekân olarak çiftçinin evine bağlılığının sık sık alt çizilmiş, çiftçi ile cinsel birlikteliği de aynı oranda gösterilmiştir. Kız kardeşi Margit ile onları aynı paralelde kılan kan bağından başka bir şey değildir. Kaldı ki Jonas ile bir türlü ilişki kuramamasının nedeni de kan bağının olmamasıdır.
Katla, Grimm Kardeşler’in masalında şeytani üvey anneye tekabül etmektedir. Masalda üvey annenin babasının tüm malvarlığını öz oğluna devretmesinden duyduğu endişe, çocuğu öldürmesine yol açar. Üvey anne devamında çocuğun cesedini parçalara ayırarak pişirir ve babaya servis eder. Sonunda üvey anne başına değirmen taşı düşmesiyle ölür. Filmde de masalda da maddeler dünyasına bağımlı karakter antagonisttir ve cezalandırılır. Bu bağımlılık Katla’yı tinsel görüşten mahrum bırakarak arınmışların hedefi haline getirir.Masalda ölen çocuk bir kuşa dönüşerek şehre inip kendi cinayetini konu alan bir şarkı söyler. Bu şarkıyı duyanlar ona hayran olur ve bir daha dinleyebilmek için kuşa birer hediye verirler. Kuş sırasıyla altın bir kolye, kırmızı pabuçlar ve değirmen taşı alır. Katledildiği evin önünde bu şarkıyı tekrar söyler ve evdekiler dışarı çıktıkça onlara gökten hediyelerini düşürür. Tahmin edildiği gibi katiline düşürdüğü hediye değirmen taşıdır ve böylece intikamı alınmış olur. Sonrasında kuş tekrar çocuğa dönüşür ve ailesiyle beraber mutlu yaşarlar. Masalda saflıkla beraber adaleti temsil eden kuşa filmde çeşitli göndermeler yapılmıştır. Özellikle öldürülen çocuğun kuşa dönüşmesi Margit’nin anlattığı hikayelerle seyirciye aktarılmıştır. Uçuşan kuşların görüntüsünün filmde tekrar etmesinin yanı sıra, ana atmosfer sesi olarak seçilen pan flütün kullanımı da kuş temasını iyice güçlendirmektedir.
Öte yandan film; masallar, şiirler, dini pasajlar, büyüler ve gösteriler açısından da zengindir. Özellikle kısa hikâyelere diyaloglarda yer verilerek mistik anlatı güçlendirilmiştir. Bütün bu görme mevzusu dışında, Margit’nin Jonas’ı uyutmak için gölge gösterisi yapması film medyumuna gönderme yapan sahneler arasında en başta gelmektedir. Mağara alegorisini akla getirmekle birlikte, bu sahneyi özel kılan ses kullanımıdır. Zira gölge oyunu sırasında Margit’nin yaptığı hayvanlar ses çıkarmaktadır. Seyirciye bir film izlemekte olduğunu hatırlatan bu küçük oyun yönetmenin seyirciye göz kırpmasıdır. Başka bir sahnede ise Margit görmemenin elinde olmadığından yakınması ise seyircinin yönetmenin gösterisine bağımlı olduğunu hatırlatmaktadır. Aynı Margit gibi, seyirci de fotoğrafın gerçekliğine ek olarak fantastik ögeler de görmektedir. Örneğin ölü annenin göğsündeki kara delik. Bunlara ek olarak seyircinin filmden beklediği gerçeklik de büyüler ve hikâyeler eşliğinde yavaş yavaş bir çocuğun masaldan beklediği gerçekliğe yaklaşır. Ancak unutulmamalı ki her ne kadar fantastik bir film olsa da Juniper Tree yine de gerçekçi işlenmiş bir filmdir. Çünkü kahramanın, Margit’nin, gözünden olaylar böyle yaşanmıştır.
Formal elementlerin kullanımı ise birbiriyle uyum içerisindedir. İzlanda kırsalları her açıdan filmde önemli bir role sahip olmakla beraber bazı sahnelerde sessizliğiyle karakterleri örtmektedir. Kamera oldukça durağan ve dış çekimlerde çoğunlukla karakterden uzaktadır. İç çekimlerde ise karakterleri mekâna sıkıştırır. Alan derinliği çoğunlukla geniştir ve doğayı ekspoze eder. Seyirciyi hem odaklar hem de özgür bırakır. Örneğin, Margit’nin Katla ile Johan’a onlar sevişirken uzaktan baktığı sahnede Margit ilk başta onları görmez fakat seyirci görür.
Bütüncül bir yaklaşımla konuyu da göz önünde bulundurarak filmin sinematografi oldukça Bergmanvaridir. Özellikle The Magician (1958), The Seventh Seal (1957) gibi Persona (1966) öncesi teatral filmleriyle sinematografik ve bağlamsal paralellikler kurmak mümkün. Zira Persona sonrası Bergman tiyatro medyumunu kısmen bırakarak kendini bir süreliğine sinematik medyuma adamıştır. Juniper Tree ise büyü, ölüm ve doğa ile uğraşı ile teatral diyaloglara yedirilmiş kısa hikâyeler ve şiirlerin kullanımı ile Bergman’ın fantezi türündeki bu filmlerine yakın bir duruş sergilemektedir. Zira filmlerin Orta Çağ’da geçmeleri, sihirbaz-büyücü gibi karakterleri içermeleri de kurulabilecek herhangi bir bağlantıyı netleştirmekte bir yere sahiptir. Öte yandan Juniper Tree’deki karakter ve doğayı içeren kompozisyonlar da Bergman’ı hatırlatmaktadır.