Her adımıyla kaliteli işlere imza atan, senaryosu ile uluslararası alanda ödül alan ilk Türk kadın senarist, senaryo doktoru, eğitmen ve festival direktörü Emine Dursun ile hem kendi projeleri hakkında konuştuk hem de senaryo yazımına ve sektöre ilişkin ipuçları yakaladık. Keyifli okumalar!
Merhaba, öncelikle kısaca Emine Dursun’u tanıyabilir miyiz?
Merhaba, öncelikle senarist, daha sonra senaryo doktoru ve festival direktörüyüm. 2011 yılında Koca Yusuf / The Terrible Turk senaryom ile aldığım uluslararası ödüller ile adımı duyurmaya başladım. Akabinde 2013’te Derda projesi ile Sundance Lab’i kazandım. 2015’te Uluslararası New York Senaryo Ödülleri’ni (New York International Screenplay Awards – NYISA) kurdum. NYISA’nın yanı sıra birçok festivalde daha görev almaktayım. The Writers Lab’de iki yıldır jürilik yapmaktayım. Bunun yanı sıra, senaryo projelerine danışmanlık yapıyorum, çalışma atölyeleri düzenliyorum ve özel ders veriyorum. New York dışındaki katılımcılarla da internet üzerinden çalışıyorum.
The Writers Lab tam olarak nasıl bir oluşumdur?
The Writers Lab, Meryl Streep ve Nicole Kidman’ın, Hollywood’da büyük sorun haline gelen “ageizm” (yaşlanan endüstri profesyonellerinin, özellikle kadınların, iş almasının zorlaşması) akımına karşı duruş olarak kırk yaş üzerindeki kadın senaristleri desteklemek amacıyla ortaya çıkan bir kuruluştur. Jüri olarak görevimiz, her yıl başvuru yapan birbirinden başarılı senarist kadınların, başvurularını değerlendirerek aralarından on iki tanesini seçmek.
Üniversitede istatistik okuyup üzerine finans alanında yüksek lisans yapmışsınız. Peki iş dünyasından film sektörüne geçişiniz nasıl oldu? Yapımcılık ya da yönetmenlik yolundan giden birçoklarının aksine kadın senarist olarak Türkiye’den Amerika’ya uzanan hikayenizin başlangıç noktası neydi?
Çok yumuşak bir geçiş olmadı; ama yaşanan zorlukların hiçbiri beklenmedik olmadığı gibi, ne kadar hevesli olmanıza bağlı olarak ‘zorluk’ olarak nitelendirilmeyebilir de. Kişiden kişiye göre değişir. Konforunuzdan ne kadar feragat edebileceğinize göre zorluk kısmı derecelendirilebilir. Konforum benim pek umurumda olmadı diyebilirim. O yüzden daha cesurca adımlar atabildim. Finans sektöründeki son işimden ayrıldıktan sonra bir süre farklı sektörlerde çalıştım. Onlardan biri senaryo asistanlığıydı. Orada işle ilgili fikir sahibi olmaya başlayınca eğitimini almak istedim. Derviş Zaim’den ve İlker Barış’tan, iki olağanüstü yetenekli sektör duayeninden dersler aldım. O sırada kendimi denemek amacıyla yazmaya başladığım “Koca Yusuf” senaryomun Türkiye’de çekilme olasılığının az olması, olsa da sektördeki bütçe ve teknik yetersizlikten dolayı sonucun ne derece tatmin edeceği konusundaki şüphelerim beni Hollywood’da bu işler nasıl oluyor? diye düşünmeye itti. Gidip yerinde inceledim. Senarist-yapımcı fuarlarına katıldım; birçok başarılı isimden eğitimler aldım; yapımcılar ile görüştüm. Yıllarca git-gel aşağı yukarı bir bilgi sahibi olmaya başladım. Fark ettiğim bir gerçek ise, elinizdeki işiniz gerçekten iyiyse, yurt dışında kapıların daha kolay açıldığıydı. Tabii madalyonun diğer yüzünde ise bunun farkında olan milyonlarca senaristle rekabetin kuvvetliliği bulunmaktaydı. Öne çıkmak için ödül gerekliydi. Bunun için de daha iyi senaryo taslakları ve daha kusursuz senaryolar… Kısaca çok çalışmak, çok öğrenmek, çok uygulamak. Ben de daha çok çalıştım, daha çok öğrendim. Yıllar içinde de verdiğim bu emek ile kariyerim senaryo eğitmenliğine ve senaryo danışmanlığına doğru evrildi, bugünkü halini aldı. 2013’te kazandığım Sundance Lab ve orada beraber çalışma fırsatı bulduğum danışmanlarım Naomi Foner, Paul Federbush, Howard Rodman, Kathriene Dieckmann gibi Hollywood ve bağımsız sinemanın güçlü isimleri de çalışma ve oturum iznimde büyük rol oynadı. Hala da bağlantımız sürmekte.
Son beş senedir kurucusu olduğunuz NYISA – New York International Screenplay Awards’un (New York Uluslararası Senaryo Ödülleri) yönetim müdürlüğünü yapıyorsunuz. Uluslararası alanda her senaristin ulaşabileceği bu yarışmadan biraz bahsedebilir misiniz? Ödül kazanan yazarlar için yarışmanın büyük bir atlama noktası olduğunu söyleyebilir miyiz? Türkiye’den katılım oluyor mu?
New York International Screenplay Awards (NYISA), birkaç hafta önce altıncı sezonunu açtı! Tüm diğer uluslararası festivaller gibi NYISA da online olarak, dijital formattaki senaryonuz ile başvurabileceğiniz bir senaryo yarışması. Az önce de belirttiğim gibi, eğer senaryonuz iyiyse, satılma ve çekilme sansı yüksek; fakat iyi olduğunun ispatlanması gerekiyor. Direk yapımcılara da ulaşabilirsiniz tabii; ama on binlerce, hatta yüz binlerce dosyayla beraber sıraya girmeniz lazım. Hatta bu işi sizin için ajansınızın yapması, sizin ajansa kayıt olabilmeniz için de yine yüzbinlerce kişi arasından elenmeniz gerekiyor. İşte NYISA ve benzeri festivaller bu işlemleri kolaylaştırıyor. Aldığınız ödül, sırada sizi binlerce kişinin önüne geçiriyor.
Biz NYISA olarak bir de ödül alan senaristlerin Amerika’da karşılarına çıkan fırsatları daha doğru adımlarla yapabilmeleri için onlara yardımcı olacak destekler veriyoruz. Mesela, senaristlerin senaryoları ile ilgili önce detaylı bir analiz yapılıyor. Ardından senaryonun güçlü olduğu ve daha iyi olabileceği yerler özetleniyor. Buna göre de bir tanıtım dosyası hazırlanıyor. Bu tanıtımlar binden fazla ajansa ve yapımcıya gönderiliyor. Yalnızca yapımcıların dergilerinde yayınlanmıyor, yapımcıların iş seçtiği bir TV sistemine de tanıtım veriliyor. Bunun yanı sıra online senaryo yazım kursları veriyoruz; aldıkları eğitimle ellerindeki senaryo taslağını geliştiriyorlar. Sonra, telif haklarını on iki ve sekiz yıl boyunca güvenceye alan bir paket veriyoruz. Ayrıca jüri üyelerimiz de sektörden oldukları için, yapımcı olan üyelerimiz bazen beğendikleri senaryo ile ilgili direk başvuru sahibi senaristlerle iletişime geçiyorlar. 2016 ve 2017 yıllarında bunu birkaç defa yaşadık.
Sonuç olarak uluslararası festivallerde tanınmak, senaristler için büyük bir atlama noktası yaratıyor. Ben her yıl hem kendi festivalimden hem çalıştığım diğer festivaller aracılığıyla ortalama bine yakın senaryo okuyorum. Şunu söyleyebilirim; her yıl öne çıkan belli başlı isimler oluyor. Bu projeler birkaç yerde hem benim önüme çıkıyor hem de yapımcıların. Zaten bu tanınma esas nokta oluyor; gerisi çorap söküğü gibi geliyor. NYISA bu sene en başarılı uluslararası senaryo yarışmaları listesinde on bin küsur yarışmanın içinde ilk yüzde! Fakat ilginçtir; Türkiye’den maalesef hemen hemen hiç başvuru almıyoruz. Başvurular ortalama 30-35 ülkeden geliyor; Türkiye bunlar arasında olmuyor. Geçtiğimiz beş yıl içinde yalnızca 2019 yılında ülkemizden iki başvuru almıştık. Adını dahi zor telaffuz ettiğimiz ülkelerden onlarca senaryo gelirken, Türkiye’den gelmemesini biraz sektör olarak dışarıya kapalı olmamıza bağlıyorum. Kur farkı da var tabii. Halbuki ödüller online olarak sağlandığı için kazanan kişinin aslında bizzat New York’a gelmesi ya da burada bulunmasına gerek yok. Başvururken de tek yapmaları gereken, senaryolarını mümkünse İngilizce yazmak; yazamıyorlarsa da İngilizceye çevirtmek. Ardından çevrim içi platform üzerinden son derece kolay bir şekilde başvurabilirler.
Yazarlığın ‘bir fikrim var’ diyen herkesin yapacağını düşündüğü bir uğraş haline geldiği şu günlerde, hemen hemen her janrda dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen ve farklı tarzda birçok senaryo okuyan, ayrıca senaryo yazarlığı üzerine ders veren bir bilirkişi olarak bu duruma katılıyor musunuz? Yoksa eline kâğıdı kalemi alan herkes gerçekten senaryo yazarı olabilir mi?
Senaryo yazarlığında iki esas nokta olduğunu düşünüyorum: Yaratıcılık ve matematik. Yaratıcılık, çok film izlemekle, izlediğiniz filmleri eleştirmekle, nasıl yazıldığını incelemekle pekâlâ geliştirilebilir. Bu, hikâye yaratmada da çok çok önemlidir. İşin matematiği ise eğitim ile oluyor. Fakat kastettiğim lisans düzeyinde diploma değil elbette. Bu işi öğrenmek için illa diploma almaya gerek yok. Yapılması gereken çalışmak. Senaryo yazım kitapları, yazım teknikleri okumak; online dersler almak. Çünkü teknik, öğrenilen bir şey. İmkânsız değil tabii ama bunu kişinin kendi kendine geliştirebilmesi çok nadir görülüyor.
Yaratıcı yetenek ile iyi bir hikâye çıkarıldıktan sonra işin matematik kısmı başlıyor. Mesela, bu hikâyeyi öne çıkaracak olan karakterler nasıl olmalıdır? sorusu soruluyor ya da bazen önce karakter ortaya çıkıyor. Ardından bu karakteri ortaya çıkaracak hikâye nasıl olmalıdır? sorusunun cevabıyla karakter ve olay örgüsü arasında bir bağ kuruluyor. Bu esnada teknik devreye giriyor. Girmediği takdirde, maalesef karakterde tutarsızlık başlıyor. Bu da karakterle izleyicinin bağ kurmasını engelliyor ki aslında işin önemli kısmı burası. Bunun yanı sıra diğer bir önemli nokta metafor kullanımı ve imalı anlatım. Bunlar teknik ile kurulacak, yaratıcılık ile beslenecek şeyler.
Sorunuza dönersek; internet aracılığı ile bilgiye ulaşmak bu denli kolayken, “bir fikrim var” diyen herkes, fikirleri üzerinde çalışabilir. Eline kalemi kâğıdı alan herkes belki senarist olamaz ama olma yolunda adım atabilir. Teknik bilgi ile yetenek desteklendiğinde olmayacak bir iş değil senaristlik. Yalnız yaratıcılığınıza çok güvenmeyin. Onu sürekli bilgi ile besleyin ki işlerimiz uluslararası tanınır hale gelsin; daha çok hibe destek alabilelim, daha iyi şartlarda çalışabilelim, üretebilelim ve Türk Sinema Sektörü dendiğinde (daha) saygı duyulan bir hale gelebilelim.
Okuduğunuz senaryolarda en çok hangi konuda geri bildirim veriyorsunuz? Genellikle format hatası mı yapılıyor yoksa hikâye akışında veya karakterlerde mi eksiklik yaşanıyor? Bir senaryonun iyi olabilmesi için sizce en önemli unsur nedir?
Format hatası çok oluyor; fakat elimden geldiğince buna takılmamaya çalışıyorum. Çünkü bunlar uygun bir yazım programı ve iki saatlik bir eğitim ile hallolabilecek problemler. Bunun yanında çok karşılaştığım ve eleme sebebi olanlar, genellikle hikâye kurgusu, karakterizasyon ve diyaloglar ile ilgili olan problemler diyebilirim. Amatör senaristlerde çok karşılaştığım bir durum bu. Kendi hayat hikâyelerinden esinlenerek senaryolar yazıyorlar ama gerçek hayattan senaryo hazırlamanın bambaşka dinamikleri olduğunu çoğu zaman göz ardı ediyorlar. Çok kolay değil; ustalık isteyen bir tür olduğundan hataları çok oluyor. Bunların yanında hikâyenin kurgusu önemli. Senaryolar ana çatışma, engeller, çözümler, sürprizlerle zenginleşiyor. Tansiyon dengeleri, duygusal dalgalanmalar, ikincil ve diğer yan hikâyelerle ana hikâye dinamiklerinin metaforik olarak desteklenmesi gibi noktalara da dikkat etmek gerekiyor. Karakter konusunda ise; gereksiz kişi kullanımı, misyon ve rollerin çatışması, davranışlarda tutarsızlık, hikâyeye verdiği hizmetin olmaması veya hatalı olması gibi problemlerle karşılaşıyoruz. Diyaloglarda ise en çok karşılaştığım hata didaktik yapı. Bir yandan da iyi iş ile amatör işi ayırmadaki önemli bir mihenk taşı. Tüm bu durumlar belli dozlarda görmezden gelinebilir ama hikâyeye yayılan bir durumsa, işin henüz iyi olmadığını, birkaç defa daha yeniden yazım gerektirdiğini gösteriyor.
Amerika’da eğitim almak ya da sektörde ilerlemek için faydalanılacak birçok kaynak, gidilecek birçok yol var fakat yapım şirketlerine ulaşım da bir o kadar zor görünüyor. Türkiye’de ise sanırım bu durum biraz daha tanıdıklarla yürüyor. Bu durumda yatırımcı bulup kendi filmini yazıp kendin çekmek mi daha mantıklı yoksa rekabetin fazla olduğu bu dünyada hem kaliteli bir hikâyenin olması hem de sektör içindeki ağını mümkün olduğunca geliştirmek mi?
İkisi de önemli. Eğer kendi filmini yazıp çekmek olası bir seçenek ise, ilk düşünülmesi gereken olabilir. Tabii senaryo için en az birkaç görüş, analizi alınmalı. Çekim için de yine çok iyi çalışılmalı. Bir yandan da sektörel ağ her zaman yapılması gerekli. Kendi yazıp çektiğin filmi evde arkadaşlarla izlemek sanmıyorum ki çok tatmin edici olsun. Yine basına ulaşma, dağıtımcıya ulaşma, vb. işler için sektörel ağ gerekiyor. Bunun için de film festivalleri ve oradan alınan ödüller ya da sektörde tanınmışlık işe yarayacaktır. Kısaca, sektör içindeki ağını güçlendirmek bir zorunluluk; seçenek değil. Kendi filmini yazıp çekmek ise, eğer mümkünse sektöre rahat bir giriş imkânı verebilir. Tabii ağ ilişkileri ile de desteklenmeli, film festivalleri ile yine bu destek kolaylaşacaktır.
Amerika ve Türkiye’deki film ve dizi sektörleri arasındaki farklara baktığınızda senaryo yazarlarına ne gibi tavsiyeler vermek istersiniz?
Farkları yaratan çok faktör var fakat bunların en başında olan ve büyük ölçüde diğer faktörleri etkileyen, kaliteyi yaratan en önemli nokta; yazarın rahat çalışabileceği bir ortamın olması. Bu ne demek? Yazarın yeterince zaman ayırabilmesi, araştırabilmesi, geliştirebilmesi, iyi bir ekip kurması, kafasının rahat olması ile ilgili, yani hakların korunması ve hak ettikleri ödemelerin alınması gibi. Bu noktada meslek birliği ve sendika şart!
Amerika’daki meslek birliği çok kuvvetli. Haklar çok iyi korunuyor, senariste iyi iş çıkartmalarını sağlayacak sosyal, kültürel ve ekonomik yapı hazırlanıyor. Rahat çalışma koşulları ile iyi iş neden çıkmasın? Haliyle senarist de boş zamanında daha çok okuyor, teknik geliştiriyor, araştırabiliyor, kurslar alıyor, seminerlere, fuarlara, eğitim konferanslarına, atölyelere katılabiliyor.
Eminim Türkiye’deki senaristler, maddi ve manevi anlamda layığı ile haklarını alsalar, kendilerini geliştirebilecekleri imkânları hazırlarlar. Bir ön çalışma ile işin kalitesini yükseltecek güçlü ekipler hazırlanır. “İki hafta içinde çekime giriyoruz hemen birkaç bölüm yazın,” diyen bir yapımcı olmadıktan ve gerekli zaman ve altyapı sunulduktan sonra, senaristlerimizde zaten hali hazırda iyi iş çıkartabilecek iyi bir donanım olduğunu düşünüyorum.
Yine bununla ilgili olarak, senaristlerin rahat çalışma koşulları sağlandığında onlar da işlerine yatırım yapacaklar ve daha çok okuyacaklar, daha çok teknik yapı çalışabilecekler, yeterli zamanları olduğu için zekice olay örgüsü geliştirecekler, didaktik anlatım hataları yapmayacaklardır. İki gün içinde üç bölüm isteyen yapımcılar var değil mi? O zaman senarist ne yapsın? Tabii ki en basit şekilde işi teslim etmeye bakacak; üzerinde düşünemeyecek… Yani zaman yok ama tehdit çok fakat meslek birliğinin yurt dışındaki gibi etkili çalışabilmesi için senaristlerin birlikte hareket edebilmesi, kararlara uyması gerekiyor. Meslek birliğimiz çalışıyor ama henüz çok yeni ve yeterli ölçüde destek görmüyor; senaristlerden de destek gerekiyor. Bu hakların korunması mevzusu, göründüğünden çok daha ciddi bir mesele. Bu mesele hallolmadan kaliteli işlere imza atmak çok kolay olmayacaktır. Olan ancak bireysel proje bazlı başarı ile sınırlı kalacaktır.
Hâlihazırda aldığınız sorumluluklarınızın yanında, kısa ve/veya uzun vadede altında imzanızı görebileceğimiz yeni projeleriniz var mıdır?
Yeni bir uluslararası festival yolda; NYISA’dan farklı olarak daha senaryo okulu niteliğinde ve daha çok yetişmekte olan senaristlere hitap edecek. Sponsor anlaşmaları tamamlanır tamamlanmaz, en geç Temmuz gibi senaryo alımlarına başlamayı planlıyorum. “NYISA Magazin” de umuyorum bu yaz dijital olarak yayına başlayacak. O da içerik olarak yetişmekte olan senaristlere eğitici bilgiler veren bir blog/ magazin olarak başlayacak. Bakalım ne yönde evrilecek.
Son olarak, Fil’m Hafızası okuyucuları için senaryosunu güçlü bulduğunuz yerli ya da yabancı filmleri, kalemini beğendiğiniz senarist/yönetmen ya da film yapımcılarını paylaşabilir misiniz?
Asghar Farhadi ilk aklıma gelen isim. Güçlü çıkmazları basit, yalın, temiz bir olay örgüsü ile anlatması, tansiyonu yerinde kullanması ve diğer birçok ustalık göstergesi olan anlatım detayları ile kendi stilini yaratmış bir isim. Ruben Östlund, Yorgos Lanthimos, Duplass kardeşler, Inarritu, Sean Baker, Emin Alper, Tolga Karaçelik yine ilk aklıma gelenler…