The Childhood Of A Leader (2015) ile yönetmenlik kariyerine hayli başarılı bir giriş yapan Brady Corbet, üç yıl sonra tekrar ilki kadar sorgulatıcı bir film ile karşımıza çıkıyor. Corbet, senaryosunu tıpkı Vox Lux’ta (2018) olduğu gibi eşi Mona Lerche ile yazdığı The Childhood Of A Leader’da Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İkinci Dünya Savaşı’na uzanan sürecin nasıl faşizme yöneldiğini bir liderin çocukluğu üzerinden anlatıyordu. Vox Lux’ta ise toplumları en az diktatörler kadar etkileyen, birer kültür ikonu olan pop yıldızlarıyla ve onların arkasındaki asıl güçle ilgileniyor.
Latincede ‘ışığın sesi’ anlamına gelen Vox Lux’ı aslında şeytanın sesi olarak da düşünebiliriz. Geçen yüzyılda şeytanın esiri olup toplumları yönlendiren, katleden faşist liderlerin yerini kültür ikonları alıyor. Anlaşılacağı üzere Corbet, aslında birçok açıdan ilk filmindeki izleği takip ediyor.
The Childhood Of A Leader’daki Birinci Dünya Savaşı’nın gerçek görüntüleri yerine bu kez kurmaca olarak tasarlanmış bir okul katliamı yansıyor perdeye ilk olarak. Her ne kadar Vox Lux ‘ta her şey kurmaca olsa da izlediğimiz çoğu şeyin ya da tanıdığımız birçok karakterin yaratılırken kimlerden ve nelerden esinlenildiğini anlamak güç değil. Örneğin; prolog sahnesi olan okul katliamı 1999 yılında Amerika’da Columbine Lisesi’nde yaşanan katliamı, akla getiriyor.
Corbet’in tamamen hayali olarak yarattığı Celeste karakteri, filmdeki okul baskınını yaşayan 13 yaşında bir gençtir. Ve Celeste bu okul baskınında bir nevi kurtarıcı (İsa Mesih)olmaya soyunuyor. Fakat kendini diğerleri için feda edebilecek biri olan Celeste, sonrasında katliamları yaratacak bir ikona dönüşüyor.
Film, son dönem üst üste izlediğimiz Bohemian Rhapsody (2018) ya da Rocketman (2019) gibi finalde uzun bir sahne performansı ile veda ediyor seyirciye. Fakat Vox Lux bir biyografi olmadığı için diğer filmlerdeki -aslında gerçeğini bildiğimiz- konser sahneleri gibi kafamızda tam oturmuyor. Corbet, Celeste karakterinin ne kadar ünlü olduğunu ya da konser esnasında kitleleri ne kadar etkilediğini hayal etmemizi istiyor. Ki bu konuda oldukça başarılı oluyor (Sia’nın bestelerinin önemli bir katkısı var elbette.)açıkçası.
Zaten Corbet de verdiği röportajlarda Celeste’i yaratırken birçok pop kültürü ikonundan esinlendiğini dile getiriyor. Ama en çok da son yıllarda yaptığı sansasyon yaratan açıklamaları, 2016 yılında psikolojik sorunlarından dolayı rehabilitasyon merkezine yatırılması, İlluminati ile olan ilişkisi ve Donald Trump’a verdiği destek ile tanınan rap yıldızı Kanye West’den esinlendiğini dile getirmekte Corbet.
Ayrıca filmin her anı İlluminati ile ilgili detaylarla örülü. Bu nedenle Willem Dafoe’nun sesinden dinlediğimiz anlatıcı, filmde fazlasıyla önemli. Zira Corbet, filmde yer vermediği birçok detayı anlatıcı ile bizlere aktarıyor. Hatta filmin çözülmesini sağlayacak en önemli nüveler bu anlarda saklı diyebiliriz.
Bir oyuncu olarak Lars von Trier, Michael Haneke, Olivier Assayas ve Ruben Östlund gibi başarılı yönetmenlerle birlikte çalışmış olan Corbet, bu deneyimlerini yönetmenlik yaptığı filmlerde kullanmayı başarıyor. Özellikle Lars von Trier dokunuşları anlaşılmayacak gibi değil. Filmlerini epizodlara ayırması, bir anlatıcı kullanması, sallanan kamerası, belgeseli anımsatan sahneleri, hızlı çekimleri akla fazlasıyla Lars von Trier filmlerini getiriyor. Celeste’in menajeri rolündeki Jude Law’dan tutun da Celeste’in gençliğine ve aynı zamanda kızı Albertine’e hayat veren Raffey Cassidy’ye şapka çıkarmamak elde değil. Eleanor karakterine hayat veren Stacy Martin ise bu role fazla bile geliyor. Ama filmin yıldızına yani Natalie Portman’a gelirsek karşımızda hayli abartılı bir oyunculuk olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bunun bilinçli bir tercih olması da ihtimal dâhilinde.
Bu rol için önce Rooney Mara’nın adı zikredilmesine rağmen son tahlilde Celeste’e hayat vermesi için Natalie Portman tercih ediliyor. Aslında bu karar alınırken küçük yaştan itibaren Hollywood dünyasında bulunan ve dans konusunda deneyimli olan Portman’ın, Celeste karakterini daha iyi özümseyeceği düşünülmüş olabilir. Black Swan’da (2010) bir balerini canlandıran Portman’ın ciddi bir bale dersi aldığını biliyoruz. Portman’ın bir koreograf olan eşi Benjamin Millepied’in Vox Lux ‘ın tüm dans sahnelerinin koreografisini yaptığını ve bu sahnelere Portman’ın eşiyle çalıştığını da öğrenince taşlar yerine oturuyor.
Son tahlilde yaptığı iki filmle de yaşadığı yüzyılın ve bir öncekinin dertlerini masaya yatıran ve bunun sebepleri üzerine kafa yoran Corbet, bir önceki filmine Venedik’te ödül veren Jonathan Demme’e adadığı Vox Lux’ta ilki kadar baş döndürmese de amacını devam ettiriyor olması bakımından bile takdiri hak ediyor.
Corbet bir sonraki filminde bu kez Macaristan’da doğmuş Yahudi bir mimarın İkinci Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarından kurtulup ABD’ye göç edeceği otuz yıllık süreci perdeye yansıtacak. Anlaşılan Corbet ilk iki film arasında üçüncü yapımıyla bir köprü kurmaya çalışacak.