Six Figures Getting Sick (Yön. David Lynch, 1967)
Art arda hastalanan ve mide ağrılarından nihayet kusarak kurtulduğunu zanneden altı adamın rahatsızlıklarının devamlı başa sarması ve rahatlama hissinin görsel ve siren sesi gibi işitsel ögelerle taban tabana bir tezatlık oluşturmasıyla birlikte, kısa süren iyilik hâlinin; sonsuz bir debelenme içerisindeki bitişsiz bir kâbusa evrilmesinin anlatıldığı bu sarsıcı animasyonda, usta yönetmen David Lynch; izleyiciye, sinema tarihine kazandıracağı Mulholland Drive (2001) ve Twin Peaks: Fire Walk with Me (1992) gibi kültlerin gelişini haber veriyor. Six Figures Getting Sick’teki (1967) karamsar ağrı, Blue Velvet’ta (1986), bütün insanlığa nüfuz etmiş toplumsal paranoyanın, kısır bir tekrar düzlemindeki mekanik işleyişine dönüşüyor.
Day of the Fight (Yön. Stanley Kubrick, 1948)
Kubrick’in, çekmiş olduğu Prizefighter isimli fotoğraftan esinlenerek sinemaya taşıdığı, Walter Cartier isimli yenilgisiz boksörün maç öncesi bir günü boyunca gerçekleştirdiği aktiviteleri anlatan film, aynı zamanda yönetmenin ilk kısa filmidir. Bir anlatıcının, genç adamın hayatı hakkında verdiği bilgiler ışığında ilerleyen siyah beyaz film, boksörün etrafını görkemli kalabalıkların sarmış olduğu büyük bir ringde, güçlü rakibini nakavt eden kararlı yumrukları eşliğinde son bulur. Kubrick, çektiği kısa filmlerdeki kusursuz kadrajlarıyla; fotoğrafçılıktan gelen yeteneğimi kanıtlamış bir yönetmen olarak, izleyiciye tatmin edici bir seyir zevki yaşatır.
Deniz Türküsü (Yön. Reha Erdem, 2001)
…
‘’Girdiğin aynada, geçmiş gibi diğer küreye,
Sorma bir saniye, şüpheyle, sakın ‘’Yol nereye?’’
Ayılıp neşeni yükseltici sarhoşluktan,
Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan
Duy tabiatta biraz sen de ilâh olduğunu,
Ruh erer varlığının zevkine duymakla bunu.’’
…
Yahya Kemal Beyatlı’nın Deniz Türküsü isimli şiirine kısa filmiyle hayat veren Reha Erdem, basılmaktan bitap düşmüş yolları, uçurumun kenarında rüzgârın ıslığına takılmış belli belirsiz sayıklamaları, ruhun koyu yalnızlığının bir uçtan bir uca sürüklendiği, kuş uçmaz kervan geçmez diyarları ve sonu başından ibaret bir yolculuğu anlatıyor tökezleyen sarhoşlukların izinde.
Apartman (Yön. Seyfi Teoman, 2004)
Modern insanın bunalımını, kalabalıklar içerisindeki iletişimsizliği, kutudan kalelere hapsolmuş bayat hayatları ustalıkla işleyen bir film Apartman (2004). Katı gerçekliğimizin, sırlarımızın, yalanlarımızın ve ihanetlerimizin derinlerine uzanan tereddütte bir el; insanı içerisine düştüğü tamamlanmamışlıkların arasından çekecek ya da onu biraz daha itecek olan en dibe doğru… Çoğu zaman dile getirmeye ihtiyaç duymadığımız, benliğimizin kapısız odalarına kilitlediğimiz türlü düşüncelerin pençesinde kıvranan varlığımızın fısıltıları altında heybetli bir şehir ve şehrin kalbinde bir apartman.