İnsanların imaj çabası, sosyal statüsünü geliştirme isteği ve güç gösterisi, henüz çocukluk yıllarında, okul ortamında bile baş gösterir. Çocuklukta maruz kalınan zorbalık, insanın o yıllarına ve sonrasına derin izlerine bırakır. Kötü anıların ve çaresizliğin yanında, hayat boyu alınacak kararlarına kadar etkilerini gösterir. Kabul edilmek, arkadaş edinmek ve bir grubun parçası olmak için güçlü bir istekleri olan çocuklar, bu amaçlar uğruna sosyal olarak daha savunmasız olan akranlarından yararlanırlar. Şiddetli bir kabul edilme arzusu, çevrenin saygısını kazanmak için sağlıksız fikirler doğuran bir tutkuya dönüşür. Kendi normlarına uymayan diğerlerini kolayca fark ederler ve onlara odaklanırlar. Popüler olmayan veya yüksek bir sosyal statüye sahip olmayan çocuklar, güç ve sosyal kabul kazanmanın bir yolu olarak diğerlerinin zayıflıklarını hedef belirler.
Buna maruz kalanlar ise sınıfsal farklılığı çocukluğun bilinçsizliği ile hissetmeye başlar. Güçlü gruplar tarafından dışlanmışlık kabul edilme kaygısına dönüşürken, maruz kalınan zorbalık ise çaresizliğe evrilir. Sinmişlik ve utanmışlık, öz güvensizlikle birlikte bu çocukların gelişimine eşlik eder. Hayatının her anında bir kambur gibi yüklenir. Kimi zaman fiziksel bir farklılık, kimi zaman ise sadece daha sinik ve korku dolu görünümleri onları hedef yapar. Ve maruz kaldıkları bu eziyet, onları zedelenmiş benlik duyguları ile baş başa bırakır.
Carrie (Yön. Brian De Palma, 1976)
İçine kapanık ve sessiz Carrie White (Sissy Spacek) okuldaki sınıf arkadaşlarının alaylarına maruz kalmaktadır. Okulda kaldığı zorbalıktan kaçıp sığınmak istediği yer olan evi ise son derece kasvetli, onu mutlu edecek etmenlerden yoksundur. Sivilceleri Tanrı’nın cezalandırma yöntemi olarak gören dindar bir annenin egemenliği altındadır. Ergen zulmünün ürkütücü görüntüsü, Carrie’yi kabuğuna daha da çekilmeye iter ve bir anda, ilginç bir şekilde keşfettiği doğaüstü güçlerini fark etmeye başlar. Bu güçler, istediği zaman uzaktaki nesneleri parçalamasına ve etrafındaki insanları kontrol etmesine olanak sağlamaktadır. Tommy Ross (William Katt) tarafından baloya davet edilen Carrie için orada yaşadığı aşağılanma, doğaüstü güçlerini kullanması için bir başlangıç noktası olacaktır.
Stephen King’in ilk romanı Carrie’nin 1976 uyarlaması olan filmde, neredeyse her sahne, ergenliğin dehşetini yansıtmak ve huzursuzluk yaratmak için tasarlanmıştır. Yönetmen De Palma, akran zorbalığı üzerinden hikâyesini başlatarak, dini konulara değinen bir korku anlatısı inşa eder.
Bang Bang You’re Dead (Yön. Guy Ferland, 2002)
Son derece zeki ve açık sözlü bir öğrenci olan Trevor Adams (Ben Foster) dışlanmış bir lise öğrencisidir. Futbol takımını havaya uçurmakla tehdit ettiği için risk teşkil eden bir öğrenci olarak etiketlenen Trevor, okuldaki her gününde sosyal dışlanmaya ve zorbalığa maruz kalmaktadır. Okulun sporcularının yüksek kademe olarak addedildiği bu okulda, en sinik ve yalnız görünenler, onların eziyetleri için özel hedefler olarak belirlenmiştir. Trevor’ın okuldaki tek tesellisi, idealist genç Val Duncan (Cavanagh) tarafından verilen drama dersidir. Val, Trevor’ın yeteneklerinin yanı sıra şiddet eğilimlerinin de farkındadır, ancak onu kazanmaya kararlıdır. Bunu kanıtlamak için Val, ailesini ve sınıf arkadaşlarını öldüren bir lise öğrencisinin iç düşüncelerini araştıran bir oyun olan Bang Bang You’re Dead’de başrol olarak Trevor’ı seçer.
Yönetmen Guy Ferland, lisenin hem sıradanlığını hem de vahşetini yakalayan, somut bir görünüm kullanarak gerçekçi ve korkutucu bir dünya yaratır. Onun tarzı, Mastrosimone’un günümüz genç ruhunun benzersiz bir anlayışını gösteren senaryosu ile dengeli bir uyum yakalar. Trevor’ın yaşadıkları üzerinden, okuldaki zorbalıklar ve eziyet, gerçekçi ve kapsamlı bir şekilde yansıtılır.
Mean Creek (Yön. Jacob Estes, 2004)
İçe dönük bir karaktere sahip olan Sam, George tarafından birçok kez zorbalığa maruz kalmıştır. Sam’in abisi Rocky, bu durumu tersine çevirmek için bir plan yapar. George’u nehrin kenarına davet edip kötü bir şaka yaparak intikam almaya kararlıdır. Ancak işler istedikleri gibi gitmeyecektir. Olaylar başka bir anlatıya bürünür. Güçlü tarafa geçenler, bu duyguya kapılır ve işler trajik bir şekilde kontrolden çıkmaya başlar.
Mean Creek (2004) çocuklukta maruz kalınan zulmün ve seçimlerin, gelecekte ne anlama gelebileceğinin başarılı anlatımlarından biridir. Senaryo, bariz olanı vurgular ve karakterler, çeşitli bakış açıları ile çok açık bir şekilde yaratılmıştır. Gençlerin küstah zulmünü araştıran yapım, sürükleyici ve yalın anlatımıyla izleyici içine çeker.
Ben X (Yön. Nic Balthazar, 2007)
Asperger sendromlu parlak bir lise öğrencisi olan Ben, gerçek dünyadan kendisini soyutlayıp oyun dünyasının derinliklerinde yaşamaktadır. Ben, fantastik rol yapma oyunu ArchLord’da bir kahramandır ve hatta bir “kız arkadaşı” vardır. Kendi özgür dünyasını bulmuştur, fakat gerçek dünyada ise zorbalıkların ana hedefidir. Kahraman olduğu dünyadan çıkıp zorlu gerçekliğe dönen Ben için hayat çetin bir hâle gelmiştir. Çağdaşlarının eziyetleri çevrimiçi ortama yayılarak Ben’in tapınağını paramparça ettiğinde, yüzleşmeye yol açan bir olaylar zinciri başlar.
Belçikali yönetmen Nic Balthazar, Ben’in içinde yaşadığı korkutucu, ezici dünyayı ses ve görsel efektlerin yaratıcı kullanımıyla harmanlar. Filmin oyun bölümlerini Benny’nin hayatına entegre ederek ele alması, filmin izleyici üzerindeki etkisine güç katar. Hikâye üzerindeki kararlılık, filmin anlatısını kuvvetlendirir ve yaratmak istediği etkiyi aktarmasına katkı sağlar.
Klass (Yön. Ilmar Raag, 2007)
Estonya’nın 2007 Oscar adayı olan film, okullardaki akran zorbalığını olabildiğince gerçekçi ve rahatsız edici bir biçimde sergiler. Yakışıklı bir genç olan Kaspar, okuldaki zorbaların Joosep’e uyguladıkları eziyetleri artık abartı bulur ve bir koruyucuya dönüşür. Zorbalar ona da saldırdıktan sonra, giderek daha acımasızlaşan çekişmeler korkunç bir yüzleşmeye evrilir.
Çoğunlukla amatör oyuncuların yer aldığı Klass (2007), lise zorbalığının şiddetini giderek artırarak, ardındaki mantığı sunmak için bir adım daha ileri gider ve izleyiciyi içine çeker. Eğitim sisteminde neyin yanlış olduğunu ve böyle bir şeyin olmasını önlemek için neler yapılabileceğini düşünmeye iter.
Bleak Night (Yön. Yoon Sunghyun, 2010)
Ki-tae (Lee Je-hoon) sınıfında adından söz ettiren bir lise öğrencisidir. Bir çetenin lideridir ve zamanını en iyi iki arkadaşı Hee-joon (Park Jeong-min) ve Dong-yoon (Seo Joon-yeong) ile terk edilmiş bir tren istasyonunda beyzbol oynayarak geçirmeyi her şeyden çok sever. Ancak bir gün Hee-joon ve Ki-tae uzlaşmazlığa düşer. Hee-joon, artık Ki-tae tarafından verilen direktiflerle hareket etmek istememektedir. Bunu açıkça belirttiğinde Ki-tae şiddetlenmeye başlar ve ikisi arasındaki dostluk dağılır. Dong-yoon, arkadaşı Ki-tae ile bu durum üzerine yüzleştiğinde, onunla da arası açılır. Ki-tae en iyi iki arkadaşını kaybeder ve kısa bir süre sonra intihar eder. Cenazesinden sonra Ki-tae’ Babası (Jo Seong-ha) intiharın nedenlerini araştırır ve öğrencilerle iletişime geçer. Vicdan azabı ve üzüntü duyan öğrencilerle birlikte bu intiharın perde arkasını araştırırlar.
Yönetmen, karakterlerin kapalı dünyasına, tüm ergen kabadayılıklarına, aralıksız küfürlere ve gizlice sigara içtikleri anlara tanıklık etmemize izin verir. Filmde bir öğrenci çetesinin ve lise zorbalarının hayatları tasvir edilir. Zaman iç içe geçer, ileri ve geri giderek kesitler hâlinde sunulur. İpuçları ortaya çıktıkça ve boş noktalar dolduruldukça akıcı bir ritim yakalanır.
Wonder (Yön. Stephen Chbosky, 2017)
Auggie, beşinci sınıfın ilk gününe kadar evde eğitim görmüş bir çocuktur. Onlarca ameliyatın sonucu olan görünüşü, yüzünde oluşmuş deformasyonlar ve bir dizi yara izi, onun okul hayatından uzak kalmasına sebep olmuştur. Fakat artık gerçek bir okul ortamında, diğer çocuklarla birlikte eğitim görme zamanı gelmiştir. Auggie, karşılaşacağı tepkilerin farkındadır ve her şey tahmin ettiği gibi başlar. Bütün dikkatin onun suratında toplanır ve rahatsız edici bakışlarla karşılaşır. Bu tavırlar sadece bakışlarla kalmayıp onun ötekileştirilmesine ve hatta zorbalığa uğramasına kadar ilerler. Sadece dış görünüşünün diğerlerine benzemiyor oluşu, onun arkadaşsız kalmasına, hatta onunla arkadaşlık edenlerin bile dışlanmasına sebep olur. Auggie henüz bu yaşta, bu eziyetlerle mücadele etmek durumunda kalır.
Yazar ve Yönetmen Stephen Chbosky’nin filmi, RJ Palacio’nun kitabına dayanan senaryosu ile okuldaki zorbalıklara bir pencere açarken, dramatik bir hikâyeye eğilmez ve iyimser mesajlar verir. Acımasız bir duygusallık yerine, görünüşe ilişkin ön yargılara açıkça meydan okur.