Yetişkinliğin en güzel yıllarına henüz erişmişken ardında her biri hatırı sayılı yapımlardan oluşan bir filmografi, farklı coğrafyaların tozunu yutmuş sayısız tiyatro sahnesi; sahne, ekranlar ve beyazperde dışında da bambaşka renklerde çiçek açan dolu dolu bir hayat… 1978’de, yedi yaşında başlayan bir yolculuk, bugün dünya çapında anılan yüksek noktalara ülkemizin bayrağını asıyor. Ve yolculuğun adımlarını tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu Umut Karadağ’dan dinliyoruz.
1971 yılında Ankara’da başlayan bu yolculuğa bizler daha göz gezdirirken dahi yorgunluk emareleri gösteriyoruz! Küçük yaşta okuldaki tiyatrolar ve seslendirme ile başlıyor her şey. Sonra hemen her yıla, zamanın bile zor sığdırdığı çeşitli spor ve sanat faaliyetleri giriyor. Bu denli yoğun ve zengin bir yaşam karşısında akıllara gelen ilk soru da her şeye nasıl yetişebiliyor olduğunuz. Bir sanatçıyı ve iş disiplinini tanımak için ben de öncelikle bu soruyla başlamayı tercih ederim. Umut Karadağ hayatını, günlerini nasıl planlar? Düzenle devam eden bir disiplin ve uzun vadeli planlar üzerine mi yaşamayı sever, yoksa bunca faaliyet, rastlantılar sonucu mu hayatına dâhil oluyor?
Öncelikle çok teşekkür ederim. Enerji dolu bir insan olduğum için küçükken de büyüdükten sonra da hiç yerimde duramadım. Enerjiyi olumluya ve faydalıya çevirmek gerekiyordu. Babam ben yedi yaşındayken beni atletizme başlattı. Birkaç yıl tüm branşlarda çalıştıktan sonra sırıkla yüksek atlama branşına geçtim. Okul hayatıyla birlikte yürüyen spor süreci bana çalışma disiplinini öğrettiç Ruh ve beden sağlığı çok olumlu gelişti.
Lise yıllarıyla beraber Ankara Deneme Sahnesi süreci başladı ve oyunculuk eğitimimle, yani Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi, Tiyatro Ana Sanat Dalı, Oyunculuk Bölümü’nde okumamla beraber Ankara Deneme Sahnesi oyunları devam etti. Lise yıllarında lisanslı olarak yaptığım Taekwon-do ve basketbolu bırakmak zorunda kaldım.
Fakülteyi bitirip Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’na gittiğimde spora ara vermiştim. Artık on sekiz saat sahne üzerinde prova yapıyorduk. Ankara’ya tayin olduktan sonra da kamerayla içli dışlı olmaya başladım ve sevdik birbirimizi.
Bu noktadan sonra tiyatro, dizi ve sinema ortaklığımız başladı. Bütün bu süreç sıkı bir disiplin, okuma, konser ve sergi takip etme, oyunları izleme, kült filmleri izleme, yani ezcümle heybeyi doldurmakla geçti. Bu şart, gereklilik de macera sona erene kadar devam edecek.
Performatif sanatların hemen her alanında eser sergilemiş biri olarak hangisi sizin için ağır basıyor; tiyatro mu, dizi mi yoksa sinema mı?
Elbette önce tiyatrocuyum. Bununla birlikte sinema filminde oynamak da oyunculuk serüvenimde muhteşem, kocaman bir kapı ve yolculuk oldu. Dizi için de güzel oyunculuk deneyimleri yaşadım diyebilirim.
Tiyatroda seyircinin sıcak soluğunu, kalp atışlarını hissediyorsunuz. Çok içlerde birlikte bir katarsis süreci yaşanıyor. O an ve orada.
Film ise böyle değil. Her şey gerçekten gerçek, ama yaptığınız filmi çok sonra seyirci ile buluşturuyorsunuz. Tiyatroda daha az seyirciye ulaşabiliyorsunuz, dizi ve sinemada daha çok seyirciye. Yani değişik dengeleri var.
Bugüne değin içinde çalışmaktan en çok mutluluk duyduğunuz proje, bir kez daha olsa yine oynarım dediğiniz karakter nedir?
Tiyatro oyunlarından Ankara Deneme Sahnesi’nde Murathan Mungan’ın yazdığı ve Nurhan Karadağ’ın yönettiği Taziye oyununda Bedirhan karakterini ve Ünal Akpınar’ın yazıp Nurhan Karadağ’ın yönettiği Bozkırdirliği oyununda Bey karakterini tekrar oynamak isterdim. Dizilerden TRT’de 2018’de gösterilen Halka dizisinde İskender Akay rolünü oynamak isterdim. Sinemada ise ülkemizin sayılı iyi yönetmenleriyle herhangi bir rolde çalışmak isterdim.
Performatif sanatların dışında Umut Karadağ ne okur, ne dinler, ne izler, neler yapmaktan hoşlanır, nerelere gider?
Tarih okumayı çok severim. Yakın ve uzak tarih. Roman okumayı çok severim. Barok dönem müziği ilklerimdendir. 20’lerin, 30’ların ve 40’ların Blues müziğini çok severim. Enstrüman virtüözlerini dinlemekten çok hoşlanırım. Sabun köpüğü olmayan komedi ve aksiyon filmlerini izlemekten hoşlanırım. Müzikal filmleri de severim.
Bu arada şunu da söylemeden geçmeyeyim; köşe başı Türk filmlerini, türkü dinlemeyi çok çok severim. Doğayı çok seviyorum. Ormanlık alanlar, deniz kenarları fazla kalabalık olmayan yerlere ve daha önce gitmediğim yerlere gitmeyi çok seviyorum. Eşim ve çocuklarla vakit geçirmeyi seviyorum.
Oyunculuk kariyerinizde Nedim Yıldız’ı özellikle ve içtenlikle anıyorsunuz. Nedim Bey’in mesleğinizdeki etkisinden söz edebilir misiniz?
Nedim Hoca ile tanışıklığım benim ilk lise yıllarına rastlar. Babam Nurhan Karadağ ile Yunus Diye Göründüm adlı oyunun müziklerini çalışırken bizim eve geliyordu Nedim Hoca. Israrlarım sonrası benim yan flüt hocam olmayı kabul etti. Ben o zamana kadar bağlama, gitar gibi enstrümanları çalışmış, ama başaramamıştım. Yan flüt benim için daha hızlı ilerledi.
Dil-Tarih’teki süreç boyunca birçok oyun bestelerini yapmış, aynı zamanda bize duymayı, duyduğunu söylemeyi ve iyi söylemeyi öğretmiştir. Hem zamanlı olarak Ankara Deneme Sahnesi’ndeki oyunların da müziğini, yani bestelerini ve çalışmasını yapıyordu kendisi. Bunun yanında Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sergilenen, Şakir Gürzumar’ın yönettiği Uyarca oyunundan çok ama çok etkilenmiştim.
Çok bilinen o güzel türkülerimizi üç sesli, dört sesli hâle getirip bize çalıştırıyordu. Zaten Nedim Hocaların Üç Anadolu adında müzik grupları vardı. Verdikleri konserlerde piyano, bağlama, viyolonsel, keman, perküsyon, kemençe, yan flüt enstrümanlarını değişerek çalar, türküleri hikâyeleriyle anlatıp üç dört sesli hâlde seyirciyle buluştururlardı. Çok kabaca müzik estetiğimi inceltti, öğretti ve ilerletti. Büyük ustalarımdan biridir.
Bizim okulda “Nedimce” dediğimiz, hocanın kendi bulduğu bir yöntemle anlamsız hecelerle seslendirdiğimiz, sahnenin duygu durumunu öne çıkaran beste ve güfteleri vardır. Minnetle ve sevgiyle selamlıyorum hocamı.
Bir de “en”lerinizi ve “asla”larınızı merak ediyoruz 😊 En çok rol model aldığınız oyuncu, en keyifle seyrettiğiniz sahne eseri, oyunculuk kariyerinizde sizin için en unutulmaz yıl ve deneyim nedir? Ve film/dizi çekimlerinde veya tiyatro provalarında “asla olmaz/yapmam” dediğiniz kırmızı çizgileriniz nelerdir?
En çok Macide Tanır ve Erol Kardeseci’yi rol model aldım. Bu iki büyük oyuncuyu rahmetle anıyorum.
Dil-Tarih Coğrafya’da sergilenen, Nurhan Karadağ’ın yönettiği Cumhuriyet’e Selam ve Kuşlar. Oyunculuk serüveninde baştan sona unutulmazlar var. Bununla beraber elbette H. Semih Kaplanoğlu’nun yazıp yönettiği ve aynı zamanda yapımcılığını yaptığı Bağlılık Hasan’da oynadığım başrol benim unutulmazlarımın en üstlerinde. Asla olmazlar ise; geç kalamazsınız, ezber olmadan hiçbir şey olmaz, gibi ilkelerim. (Bu, kuru ezber değil tabii, duyguyla ezber.) Kimseyi kıramazsınız, incitemezsiniz. Her zaman algınız ve bedeniniz açık, performansa hazırlıklı olmalısınız. Tüm ekiple iyi ve güzel iletişim içinde olmalısınız.
Sizi daha yakından tanıdıktan sonra objektifimizi çalışmalarınıza çevirelim. Semih Kaplanoğlu’yla çalıştığınız Bağlılık üçlemesinin ikincisi olan Bağlılık Hasan, 74. Cannes Film Festivali’nde ülkemizi temsil ediyor. Oyunculuk mesleğiniz bağlamında sizin için “üçüncü bir okul” olarak nitelendirdiğiniz bu film, hangi açılardan size yeni pencereler açtı? Oyunculuğunuz üzerinde hangi alanlarda etkili oldu? Diğer çalışmalarınızdan farkı neydi?
Semih Hoca bana senaryoyu verdikten sonra bir ay boyunca evde, günde sekiz saatten az olmamak kaydıyla çalıştım tek başıma. Dil-Tarih’te bize metin çözümlemeyi iyice öğretmişlerdi. Filmi çekeceğimiz Bayramiç’e geldiğimizde senaryoyu adeta yemiştim.
Fakat Semih Hoca ile çekimlere başladığımızda bana daha önce hiç düşünmediğim bir şekilde role yaklaşmamı sağladı. Sahnelerin bir ana duygusu vardır. O duygu çerçevesinde hareket edersiniz. Hoca o ana duyguyu zaten istiyor, ama bunun “tersinlemeli” olmasını istiyor. Yani sevinirken üzülmek, severken kızmak gibi çeşitlendirebiliriz.
Semih Kaplanoğlu metot oyunculuğuyla çalışıyor. Kişinin gerçekten o olmasını istiyor ve bir an bile boşluğa müsaade etmiyor. Filmin çekimlerinde ben bir süre sonra artık Umut Karadağ değildim, Hasan Yılmaz’dım. Gülüşüm, oturmam, yürümem, kızmam, hiçbiri Umut Karadağ değildi. Çekimler bitip İstanbul’a döndükten iki ay sonra Umut Karadağ yavaş yavaş geldi. Çok duygu farklılıklarıyla oynamayı öğrendim diyebilirim kısaca.
Şimdiye kadar içinde bulunduğunuz projeler arasında kendinize en çok yakıştırdığınız, en çok benimsediğini ve empati kurduğunuz karakter hangisi oldu?
Bağlılık Hasan birinci sırada hiç tartışmasız. İskender Akay iki diyebilirim, Halka dizisi.
Her oyuncu için özellikle uluslararası festivaller, kariyer yolculuğunda bir mihenk taşı gibidir. Peki siz 74. Cannes Film Festivali’nde neler hissettiniz, gözlemlediniz ve deneyimlediniz?
Pandemiden dolayı gidene kadar her şey belirsizdi. Yalnız gitmeden önce eğer gidebilirsek muhteşem bir masala gideceğimizi biliyorduk. Evet, dünyada her oyuncunun, yönetmenin kendi filmiyle Cannes Film Festivali’ne gitmeyi isteyeceğini düşünüyorum. Dünyanın en prestijli film festivallerinden biri çünkü. Cannes’a geldikten sonra her şeyin rengi değişti. Hayatın rengi çok keyifli oldu. İnsanın algısı, hayatı algılama biçimi ve ritmi değişiyor. Her yer karnaval havasında. Dünyanın her yerinden gelen insanlar film için, filmle alakalı, film odaklı orada bulunuyorlar. Her çeşit renk mevcut. Yapımcılar, yönetmenler, oyuncular her yerde. Herkesle çok rahat iletişime geçebiliyorsunuz. Seyrettiğiniz filmin yönetmeni ve oyuncularıyla tanışabiliyorsunuz, konuşabiliyorsunuz. Filminizi izleyen bir sinema eleştirmeni gelip sizinle film hakkında söyleşi yapıyor. Zaten Cannes bölgesi bir tatil alanı. Her şey o kadar rahat, sakin ve barışçıl ki. Başka bir dünyada yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Ruhumu yüceltti, renklendirdi ve hayat algımı değiştirdi.
Oyunculuk sanatının sahnesinde bizzat bulunmanın yanı sıra oyunculuk dersleri de verdiniz. İşin teorisini ve metodolojisini de göz önünde bulunduracak olursak iyi bir oyuncu olmak için gerekli üç özellik ve üç adım nedir sizce?
Sonsuz bir aşk, sonsuz bir disiplin, sonsuz bedensel ve zihinsel yolculuk.
Çok okuyan, çok oynayan, çok fazla sahnenin tozunu yutan her sanatçı ruh, günün birinde bu çetrefilli yolculuk sonrası kendi içinde oluşan eseri bir şekilde dillendirmek üzere kalemi eline almıştır muhakkak. Sizin bir senaryo, oyun yahut hikâye denemeniz oldu mu? İleriye dönük bir projeniz var mı?
Hikâye denemelerim zaten var. Bir kısa film senaryosu yazdım. Sadece uygun koşulları bekliyorum çekmek için. Bir de uzun metraj film taslağım var. Bakalım ne zaman bitirebilirsem. Ama önce kısa filmi çekip kendimi görmek istiyorum. Neler eksik, neler fazla, pratikte belli olur.
Bu yoğun tempoda bizlere vakit ayırdığınız için ne kadar teşekkür etsek az. Ülkemiz adına böylesi gurur verici çalışmalar ve ilham verici bir kariyerle örnek teşkil eden Umut Karadağ’ı konuk etmekten Fil’m Hafızası ailesi olarak çok mutluluk duyduk. Hızınıza yetişmekte zorlansak da daima yeni çalışmalarınızın takibinde olacağız!
Esenlikle kalın…