“Direnişçileri gerçekten bulmak istiyorsanız, bütün bu kitapları okumanız gerekecek.”
Sinema tarihinde çekilen ilk filmler, dönemin teknolojik koşullarının getirdiği bir zorunluluk gereği süreleri itibariyle kısa filmler olarak çekilmiştir. İlk olarak Lumiére kardeşler, Paris’te “Lumiére Fabrikası İşçilerin Çıkışı” adlı kısa filmle birlikte, insanları sinemayla tanıştırdılar. Daha sonra yaşanan teknolojik gelişmeler ışığında kısa film kavramı, salt süresinin getirdiği şartlandırmadan sıyrılıp kendine yeni tanım ve olanaklar bulmuştur. Günümüz modern dünyasında görülen her kaynaktan az az beslenip üzerine derinlemesine düşünülmeden ve kimi zaman sadece vakit geçirebilmek için kullanılan metalar arasında kendisine yer bulmasını beklediğimiz kısa filmlere gösterilen ilgiye bakacak olursak beklediğimiz sonuca ulaşamadığımızı fark ederiz. Nitekim kısa filmler yapısal olarak incelendiğinde yoğun, bağımsız ve öz içerik ve biçimler barındıkları görülecektir. Bu bağlamda değerlendirilince, bir eser üzerine derinlemesine ve etraflıca düşünmek istemeyen seyircinin kısa filmlere neden ilgi göstermediği de anlaşılacaktır.
Yazmış olduğu kitaplar ve şiirler aracılığıyla tanıdığımız Barış Bıçakçı’nın hikâyesini yazdığı Söz Uçar filmi, günümüz popüler kısa film örneklerinin en iyilerinden biri. Anlatımı, filmin teması, oyunculukları ve verdiği mesajla iyi bir sanat eseri ve cesaret dolu bir yapıt olarak sinema tarihindeki yerini alıyor.
Türkiye, emsaline daha önce de rastladığımız fakat ilk defa bu denli yoğun hissedilen baskı ve insan hakları ihlallerine maruz kalınan bir döneminden geçiyor. Farklı seslere ve renklere son derece tahammülsüz bir tutum sergilenen karanlık bir dönem içerisindeyiz. Akademisyenler, gazeteciler, öğrenciler, öğretmenler ve daha nice kesimden insanlara karşı hukuksuzca baskılar uygulanıyor ve içinde bulunduğumuz sistem bu adaletsizliklere karşı söyleyecek sözü olsun ya da olmasın kendi tarafında olmayan herkesi sindirmeye çalışıyor. Sözünü ettiğim uygulamalardan bir tanesine 9 Kasım 2016’da Nuriye Gülmen ile başlayan, ardından Semih Özakça, Acun Karadağ, Veli Saçılık’ın katılımıyla gündeme gelen ve oturma eyleminden açlık grevine evrilen ‘İşimi geri istiyorum’ eyleminde rastlıyoruz.
Her ne kadar bu konu bazılarımızın gündemini oluşturuyor olsa da bazılarımız için sosyal medya hesaplarında karşılaştıkları bir resimden, haberden öteye gidemiyor hatta birçoğumuz yaşananlardan bihaber hayatlarını devam ettiriyor. Bu acı durumu, Söz Uçar filmindeki direnişçilerin kitapçıya girdikten sonra ne dediklerinin anlaşılmamasında, seslerinin yeteri kadar duyulmamasında görüyoruz. Popüler kültürün bir ürünü olan Schaub-Lorenz marka radyodan yükselen müzik direnişçilerin seslerini bastırıyor.
Sanat eserleri içlerinde insanlığın direniş kültürünü barındıran, zor zamanlarımızda sığınabileceğimiz ve bizlere çaresiz kaldığımızı düşündüğümüz kimi zamanlarda yol gösteren yapıtlardır. Nuriye, Semih ve Veli gibi birçok direnişçi de bu direniş kültüründen besleniyorlar ve kitaplardan geliyorlar.
Açlık grevlerinin 99.gününde olan Nuriye ve Semih, tarih kitaplarının sayfalarında yer almaya ve direniş kültürümüzün bir parçası olmaya başladılar bile.