Geçtiğimiz yıl Mattias et Maxime (2019) filmi ile gündeme gelen, her zaman dikkat çekmeyi başaran ve son zamanlarda festivallerin vazgeçilmez yönetmeni olan genç yetenek Xavier Dolan’ın filmi Juste La Fin Du Monde, izleyiciyle ilk defa 2016 yılında Cannes Film Festivali’nde buluşmuştur. Film, o yıl Cannes’da tartışmalara sebep olmuş, kimilerince beklentiyi karşılamamış; ancak sonunda yine de Cannes Büyük Ödülü’nün sahibi olmuştur. Ayrıca aynı yıl Akademi Ödüllerinde “Yabancı Dilde En İyi Film” kategorisinde Kanada’nın adayı olmuştur. Jean-Luc Gadarce’ın tiyatro eserini senaryolaştıran ve yönetmen koltuğuna oturan Dolan; Gaspard Ulliel, Vincent Cassel, Nathalie Baye, Marion Cotillard ve Léa Seydoux gibi yıldızlardan oluşturduğu kadrosuyla filmine olan merakı ve beklentiyi de artırmayı başarmıştır.
Juste La Fin Du Monde, yazar Louis’nin (Gaspard Ulliel) ailesinden ayrı ve uzakta geçirdiği on iki yılın ardından önemli bir haberi paylaşmak üzere aile evine dönüşünü konu alır. Ölümcül bir hastalığa yakalanan Louis, yıllardır görmediği ailesi ile yüzleşmek için yola çıkar. Filmde, Louis’in onca yıl uzakta oluşunun, aile bireylerini hırçınlaştırdığını görürüz. Her birinin Louis’ye karşı farklı tepkileri, davranışları olsa da ortak bir noktaları vardır ki bu da hepsinin sitemkâr bir yaklaşım içinde olmalarıdır. Özlemle dolu, ancak her şey yolundaymış gibi davranan bir anne (Nathalie Baye); o küçük yaştayken evden ayrıldığı için ağabeyini yeterince tanımayan ancak ona karşı büyük bir hayranlık ve merak duygusu besleyen kız kardeş Suzanne (Léa Seydoux); üç kardeşin en büyüğü olan, öfkesini, hıncını ve hırsını her an yansıtan Antoine (Vincent Cassel); Louis ile yeni tanışan, ailedeki çıkmazların içinde biriktirdiği çığlıkları susarak tarif etmeye çalışan Antoine’ın eşi Catherine (Marion Cotillard) ve bu evrende ortaya çıkma ihtimali tedirginlik yaratan bir sırrın Louis üzerindeki etkisi izleyiciye büyük bir yalınlıkla aktarılır. Tüm bu aile gerginliğinin içinde karakterlerin olaylara karşı gösterdiği reaksiyonlar ve kusursuzca işlenmiş diyaloglar, izleyiciye o evin içinde yaşıyormuş hissini aktararak empati duygusunu perçinler.
Filmin kadrosu, birbirinden iyi oyunculukları izleyeceğimizin sinyalini en başta verir. Filmin genç oyuncuları da Nathalie Baye ve Vincent Cassel’in yanında küçümsenmeyecek derecede başarılı performanslara imza atar. Başrolde izlediğimiz Gaspard Ulliel, özellikle Saint Laurent (2014) filmindeki muhteşem performansından sonra her yeni projesinde oyunculuğu adına merak uyandırmaya başlamıştır. Juste La Fin Du Monde filminde de Ulliel, bambaşka bir karaktere bürünerek yeteneğini tekrar gözler önüne serer. Canlandırdığı Louis karakteri, başrol olmasına rağmen ailenin baskın üyeleri arasında kaybolmaya oldukça müsait ve çoğu zaman yüzeysel denebilecek diyaloglara da sahipken Gaspard Ulliel, bakışı, duruşu ve varlığıyla dikkat çekmeyi başarır. Başarılı oyunculuğunu izlemesi seyirciye de keyif verir. Ulliel’in yanı sıra diğer oyuncular da karakterlerinin alt metnini öyle başarılı çıkartmıştır ki biz de izlerken hayatlarının birkaç gününe şahit olduğumuz bu karakterlerin her birinin derinliklerini, psikolojilerini, sorunlarını ve arayışlarını hissederiz.
Xavier Dolan, daha önceki filmlerinden de alışık olduğumuz üzere, Juste La Fin Du Monde filminde yine deneysel öğelere yer verir. Dolan’ın genç bakış açısı hem senaryoda hem de filmin genel kurgusunda hissedilir. Tercih ettiği kamera açıları filmi pek çok anlamda zenginleştirmektedir. İzleyici bu sayede hem karakterlerle özdeşir, onlarla bağ kurması kolaylaşır hem de zaman zaman kendisi de filmin geçtiği mekânların bir yerindeymiş ve karakterleri sessizce izliyormuş hissine kapılır. Filmin ilk sahnelerinde ise etrafı Louis’nin gözünden izleyince, seyirci kendisini Louis yerine koyar böylece filmin kalanında da bir taraf seçmesi zor olmaz. Antoine ile Louis arabanın ön koltuğunda tartışırken izleyici, arka koltukta sessiz ama gergin bir şekilde oturuyormuş gibi hisseder. Film boyunca da öfkeli ağabey Antoine’ye Louis’den bile fazla sinirleniriz bu durumun temel sebebi; yönetmen Dolan’ın başarısından kaynaklanmaktadır.
Tablo gibi görüntüler, sahnedeki duyguyu destekleyici müzikler filme büyük katkı sağlamaktadır. Dolan, yer verdiği metaforlarla filmi zengin kılar ve film, ağır konusuna rağmen izleyiciye keyifli dakikalar sunmaktadır.
Dilruba Balbunar