“Harese nedir? Bilir misin oğlum? Arapça kökenli bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikeniyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Yedikçe kanar kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı harese’dir. Demin de söyledim hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.”
(Zülfü Livaneli/ Huzursuzluk, ss-13)
Bu söylem belki de evrensel anlamda Ortadoğu’nun tanımıdır. Peki bu kanda boğulmamak için her yere kaderlerini kendileri ile birlikte götüren (Kavafis’in ‘Şehir’ şiirini bize hatırlatmaktadır.) ve Yasser gibi mücadele eden mülteciler kimdir? Mülteci: Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında verilen statüyü ifade eder.
Lübnanlı yönetmen Ziad Doueiri’nin, 74. Venedik Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu dalında ödül alan ve Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı kategorisinde Lübnan’ı temsil eden The Insult adlı filmini bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Film, küçük bir olayın, kaygan ve kırılgan Ortadoğu’nun toplumsal zemininden hareketle bir ülkede iç savaşa neden olacak şekilde yarattığı kelebek etkisini gösteriyor. Filmin ilk sahnesi Hristiyan bir parti liderinin konuşmasıyla başlar. Bu sahne bize yaşanacak olayların politik bir eksende olacağının ilk habercisidir. Zaten milyonlarca insanın ölümüne, kamplarda yaşamasına ve sürgüne gönderilmesine neden olan olayların altında yatan temel sebep etnik ve dinsel ideolojilerin politikayla yoğrulması değil midir? Filmin asıl başlangıç noktası balkonda bulunan bir su giderinin düzeltilmeye çalışmasıyla başlar. Tony (Adel Karam) Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta yaşayan bir oto tamircisidir, Hristiyan Arap olan Tony ve hamile eşi (Rita Hayek) için sıradan bir gündür, ta ki balkonlarını yıkarken alt katta yaşayan ve altyapı onarımıyla uğraşan Filistinli Yasser’in (Kamel El Basha) üzerine su sıçratana kadar. Üzerine su sıçrayan Yasser, Tony’e ‘Adi herif’ demekten kendini alamaz. Bu tepkinin karşılığında Tony ondan bir özür bekler. Aradan zaman geçtikten sonra Yasser özür dilemek için Tony’nin oto tamir dükkânına gider, Tony araba tamir ederken televizyonda şovenist nutuklar çeken bir siyasetçi görünür. Tony televizyondaki siyasetçinin etkisiyle Yasser’e şöyle der: “Keşke Şaron hepinizi silip atsaydı.” Bu söyleme kızan Yasser Tony’e yumruk atar ve kaburgalarını kırar. Peki, bu cümlenin altında yatan olay nedir?
Tarihsel gerçeklik şudur: Hristiyan Falanjist milisler, Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güneyinde bulunan Sabra ve Şatilla Filistin mülteci kamplarında İsrail ordusunun onayıyla binlerce Filistinliyi katlederler. Bu katliam sonrasında Şaron’a ‘Beyrut kasabı’ lakabı verilir. Demek ki her söz, bizi geçmişimize götürüp ve şu an buradaki varlığımızla bizi eyleme yöneltir. Yasser’in tam da yaptığı budur. Bu noktaya kadar gelişen tüm olaylar ‘Biz ve Öteki’, yani yerli ve mülteci eksenlidir. Bu eylemin mahkemeye taşınmasıyla olay etnik ve dini bir kimliğe bürünür. Bunu sokak gösterileri ve gruplar arasındaki çatışmalar takip eder. Bu çatışmaların bitmesi için onları davet eden devlet başkanıyla konuşmaları bittikten sonra, ikisinin arabalarına atlayıp gittikleri sahne filmi izleyenlerin hafızalarına kazınan sahnelerden biriydi bence. Çünkü Yasser’in otomobili çalışmıyordur. Onu arabasının dikiz aynasından izleyen Tony geri döner, Yasser’in arabasını tamir eder, yola öyle devam edilir. Çalışma ahlakının ne kadar kutsal olduğunu böylece anlarız. Duygularımız çalışma ahlakımızın önüne geçmemelidir. Bir insan sevmediğimiz bir ırktan ya da bir dinin mensubu olsa bile.
Filme dönecek olursak, ikilinin arasındaki anlaşmazlığa devlet başkanın arabuluculuğu da son vermeyince mahkeme süreci başlar. Mahkemede onları savunan iki avukatın baba ve kız olduğunu sonra öğreniriz. Bu durumu filmdeki küçük bir eksilik olarak nitelendirebiliriz çünkü baba ve kızın arasındaki bu rekabetin kökeni seyirciye verilmiyor. Bir diğer eksilik, hâkimin Tony’e “Yasser’in Filistinli olduğunu nasıl anladın?” sorusuna karşılık Tony’in, “Yasser’in aksanından Filistinli olduğunu anladım.” demesi bence. Çünkü bir insanı basit bir özelliğiyle onu etnik bir kimliğe oturtması bana yeterince inandırıcı gelmedi. Bir diğer eleştirim ise dinsel dağılımın %60’a yakınının Müslüman olduğu bir ülkede, Hristiyan simgelerin ve mabetlerin sahnelerde daha çok göze çarpması oldu. Yönetmenin ‘adaleti’ bu kadar vurguladığı bir filmde, kendinin adaletli davranmadığını düşündüm.
Hâkimin duruşmada her bölgenin farklı hassasiyeti var demesinden Lübnan’ın ne kadar kozmopolitik bir yapıya sahip olduğunu anlıyoruz. Yargılama sırasında Tony’nin ailesinin de katliama maruz kaldığını öğreniyoruz. Demek ki biz bu günü geçmişimizle birlikte yaşıyoruz. Mahkeme karar vermeden önce Yasser vicdanını rahatlatmak için tekrar Tony’nin dükkânına gidiyor ve ettiği hakaret karşısında Tony ona bir yumruk atıyor. Yasser vicdanındaki adaleti yerine getirip onun verdiği huzurla mahkemeye geliyor ve mahkeme Yasser’i beraat ettiriyor. Aslında yönetmen şunu söylüyor: Sizler bireysel anlamda vicdanınızdaki muhakemeden sonra adaletli davranırsanız zaten kanunla gerçek adalet yerini bulur. Kısaca diyebiliriz ki herkes için, hepimiz için adalet olmalı.
Yönetmen yıllarca iç savaş yaşayan Lübnan’ın artık herkes için bir adalet sisteminin olduğu ve üst çekimlerle de yeni yapılmakta olan inşaat halindeki binaları göstererek bizler yeniden bir Lübnan’ı inşa ediyoruz diye bir mesaj veriyor gibi. Her şeyden önemlisi geçmişe takılıp kalmamamız gerektiğini, Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Ermenilerin, kısacası her milletin de geçmişte kendine göre zulüm gördüğü ya da acı çektiğini söyleyebiliriz. Ama kin ve nefreti bir ömür boyu zihnimizde ve kalbimizde taşımamız gerekir. Filmdeki tüm insanlara bir çağrı niteliğindeki planda parti liderinin televizyon programında dediği şu cümlelere tüm varlığımızla eşlik edip söylemeliyiz: Artık savaş bitti… Yeni beyaz bir sayfa açma zamanı gelmiştir… Herkes bu filmi izlerken kendine göre bir pay çıkarabilir. İzlemenizi tavsiye ederim.
Halil Dusak
I wish to watch a good film thanks to your endeavour and devoutness?
Bu güzel yorum ve analiziniz için teşekkür ederim Halil Dusak. İlk fırsatta filmi izleyeceğim.
Güzel tespitlerde bulunmuşsunuz,tebrik ederim.
filmi izledim okurken… analiziniz için teşekkürler en kısa zamanda izleyeceğim de…
Halil hocam kaleminize saglik Cok Iyi bir analizi olmus. Yeni yazilarinizi bekliyorum. Sevgilerimle
Guzel tespitler guzel analizlerde bulunmussunuz.. kaleminize saglik Halil bey.
Güzel
???
Tebrik ederim amcam kalemine sağlık başarıların daim olsun.
Eline sağlık Halil hocam yerinde bir eleştiri olmuş
Eline kalemine sağlık Halil hocam
Siz değerli okuycularima en iyi yazıları hazirlamak için mutlu bir telaş içerisindeyim.Ve yazılarımı okuyan herkese de teşekkür ediyorum.