The Other Side of Hope (2017) Avrupa’da göçmen yasasının işleyişi üzerine bir kara komedi. Yönetmen Aki Kaurismäki, göçmenlere karşı dışlayıcı ve vahşi olduğu kadar sıcakkanlı ve yardımsever eylemleri tartışma zeminine taşıyor. Mülteci krizi ile karşı karşıya kalan ülkelerin konuya nasıl yaklaştıklarına ilişkin özgün bir perspektif sunuyor. Kaurismäki’nin mizahi anlatımıyla The Other Side of Hope, melankoliden oldukça uzak bir yapıya sahip.
Suriye’deki iç savaşta ailesini kaybeden Khaled, kız kardeşiyle birlikte önce Türkiye’ye, ardından Avrupa’ya doğru zorlu bir yolculuk yapar. Macaristan’da çıkan bir arbede sırasında Khaled ve kız kardeşi birbirlerini kaybeder. Ardından aşırı sağcı bir grubun saldırısına uğrayan Khaled, kendisini Finlandiya’ya giden bir gemide bulur. Artık Khaled’in tek isteği kız kardeşini bulup barış içinde Helsinki’de yaşamaktır. Film, Khaled’in tersanede uyandığı sabahla başlar.
Filmdeki bir diğer önemli karakter ise Wikström. Evliliği sallantıda olan Wikström, eşini terk edip Helsinki’de hayata yeniden başlamaya karar verir ve tüm sermayesini pokere yatırır. Wikström bir poker ustasıdır ve hedeflediği meblağa ulaşana dek rakiplerine hiç acımaz. Nitekim, duygusal kararlarla kazanması olası değildir. Peki, çöpün kenarında yaralı halde bulduğu kaçak bir mülteci için yapması gereken doğru hamle ne olmalı? Yardım etmek mi yoksa polise teslim etmek mi?
Filmdeki her bir sahne kendi içinde göçmen politikalarındaki bir başka eksiklikliğe parantez açar. Mülteci kabul eden ülkelerin şartları, Neonazilerin şiddeti, göçmenlerin yaşadığı aidiyet problemi ve mülteci krizinden doğan işgücü probleminin ülkedeki işçi sınıfına yansıması gibi her bir sorunu, yönetmen Kaurismäki katman katman filminde ele alır.
Khaled, Finlandiya’ya sığınma talebinde bulunduğunda Avrupa’nın bir dizi bürokratik işlemine tabii tutulur. Bunlardan ilki savaştan kaçmış bir insana öncelikle boy-kilo ölçümü yapılmasıdır. Kaurismäki’nin filminde tasvir edilen sahne herhangi bir sağlık taraması sırasında değil emniyette, göçmen kaydı sırasında gerçekleşir. Khaled’in refah ve huzur bulmak için sığındığı bir ülkede gördüğü muameleler teknik olarak standartlaştırılmış uygulamalardan fazlası değildir.
Batının göçmen politikasını, Khaled’in iltica talebinin değerlendirildiği mahkeme sahnesinde görebiliriz. Mahkemeye göre Halep’teki şiddet ve ölüm vakaları, toplam nüfusa göre değerlendirildiğinde Khaled’in ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kalmasına sebep olacak bir çatışmanın yaşanmadığına karar verilir. Yani göçmen yasası gereğince Khaled’in korunma ihtiyacı yoktur.
Khaled’e bir avukat verilmez, temyiz hakkı tanınmaz ve ters kelepçe takılıp Türkiye’ye gönderilmesi uygun görülür fakat bir sonraki sahnede haberlerden öğreniriz ki Halep’teki durum hiç de mahkemenin söylediği gibi değildir. Savaş tüm yıkıcılığıyla sürmekte olup durum bir gün iyiyken diğer gün kötüdür. Finlandiya mahkemesinin Khaled’i Halep’e değil, Ankara’ya teslim etmeyi seçmesi de esasında Halep’teki durumdan haberdar olduğunu resmeder.
İltica talebi sırasında Khaled ile görüşme yapan görevli, “Suriye’den buraya kadar gelirken bu kadar çok ülkeyi nasıl geçtin?” diye sorduğunda Khaled, “Bizleri kimse görmek istemiyor, problem olduğumuzu düşünüyorlar” cevabını verir. Fakat Wikström ile karşılaştığında, Khaled’i görmezden gelmez ve ona yardım eder. Wikström yardım ederken kendi huzurunu önceliklendirir. Bu yüzden karakteri hakkında tamamıyla iyi veya kötü bir insan olduğu çıkarımını yapamayız fakat yardım ederken bile kendi çıkarını önceliklendirmesi Wikström’ün karakterindeki gri alanı ortaya çıkarır.
Wikström, Khaled’in varlığından söz ederken “Benim huzurum önemli, mahremiyete ihtiyacım var, ben insan değil miyim?” diye sorduğuda yanında çalışan garson “Ben neyim o halde?” diyerek kendi yerini sorgular. “Sen en azından yerini biliyorsun, problem olmazsın.” sözleriyle devam eden Wikström, asıl sorunun “diğerleri” olduğunun altını tekrardan çizer. Böylece Kaurismäki, sistemdeki hiyerarşiyi ve o hiyerarşinin en altında kalan mültecileri anlatmış olur.
Finale doğru Kaurismäki, çok kültürlülüğü ancak bir fayda sağlıyorsa benimsendiğini gösterir. Wikström pokerde kazandığı parayla bir restoranı devralır ve onu ayakta tutmak için işine geldiği kültürün mutfağına bürünmekten çekinmez. Restoranını kolaylıkla Japon veya Arap konseptine dönüştürür.
Yazımı bitirmeden önce belirtmek isterim ki The Other Side of Hope yalnızca yaşama hakkı ve mülteci krizi gibi önemli bir konuyu dert edindiği için değil, etkileyici sanat yönetimi ve müzikleri için de izlemeye değer. Filmde Brecht estetiği ve yabancılaştırma tekniği kullanılmıştır. Böylece izleyicinin karakterle özdeşleşmesi engellenmiştir. Müzik ve kurgudaki atlamalarla seyircinin kendini hikâyeye kaptırma hazzı bölünür. Misal, arka fonda çalan müzik bir anda bir sokak sanatçısının söylediği şarkıya yahut barda sahne alan bir grubun canlı performansına dönüşebiliyor. Aynı şaşkınlığı camı silen aşçının birden elini camdan geçirdiğinde de hissederiz. Bu teknik, seyircilerin hikâyenin duygusuna kapılmalarına izin vermez ve izleyiciyi anlatılanı düşünmeye teşvik eder. The Other Side of Hope insan, devlet ve Avrupa’nın politikaları olmak üzere sistemin tüm çarklarını ele alır.