Mitolojik bir kavram olan vagina dentata erkeğin iğdiş edilme korkusunu ifade eden psikanaliz okumaların en popüler konularından biridir. Bir Yerli Amerikalılar* miti olan kavram HinenuitePo adında tanrıçanın ensest bir ilişkiye kurban gitmesine dayanmaktadır. Mite göre HinenuitePo istismar eden kişinin babası Māui olduğunu öğrenir. Bu taciz bir kez daha tekrarlanmaya çalışıldığında HinenuitePo, Māui’i dişli vajinasıyla kastre eder. Māui’nin penis kaybı sonrasında gerçekleşen ölümüyle yeryüzü lanetlenmiş olur. Artık erkekler ölümlü birer varlığa dönüşmüştür [1] En yerleşik korkularından biri olan iğdiş edilme (yutulma, yok olma) bu bağlamda vagina dentata mitine tekabül etmektedir. Ayrıca söz konusu kavramı hem hayat veren hem de ölüm getiren Ana Tanrıça’nın kültürel yansıması olarak ele almak da mümkündür.
Psikanaliz film okumalarında genellikle erkeğin iğdiş edilme korkusu bağlamında ele alınan vagina dentata aslında kadına biçilen rollerle ilgili toplumsal bir olgudur. Kadın bedeni üzerinden şekillenen her türlü ideoloji temelinde kadın cinselliğinden duyulan korkuyu barındırır. Bu listemizde ataerkil kurallar çerçevesinde maddeleştirilmiş “iyi” kadın temsillerini reddeden, kuralları yutan, yok eden, zincirlerini kıran kadınların hikâyelerine yer verilmektedir.
Gone with the Wind (Yön. Victor Fleming, 1939)
Amerika iç savaşını merkeze alan Gone with the Wind Scarlett O’hara’nın topraklarını koruma ve hayatta kalma mücadelesine odaklanmaktadır. Filmin bu açıdan vagina dentata ile kurduğu bağlam kadının mülkiyetine sahip çıkması, hayatını yönetme gücünün olması ve erkek egemenliğine karşı direnebilmesi şeklinde ilişkilendirilmektedir. Ancak Scarlett’in hikâye boyunca başından geçen maceralar genellikle onun aşırı davranışları ve geleneksel kadınlık normlarından uzak olmasıyla eleştirilmektedir. Gone with the Wind, bu bağlamda feminist okumalara göz kırpan; ancak ataerkil sistemin biçtiği rollerin konforuna ılımlı yaklaşan melez bir film olarak dikkat çekmektedir. Scarlett’in zengin ve kültürlü bir kadın olması ona çevresindeki erkeklere başkaldırma gücü vermektedir. Ancak genç kadın filmin genelinde şımarıklığı yüzünden bencil olmakla suçlanan bir karaktere de dönüşebilmektedir. Nihai olarak Scarlett hedeflerine ulaşmış, kendi toprağını korumayı başarmış, hayatındaki birçok zorluğun üstesinden gelmiş ve hayatındaki hiçbir erkeğe boyun eğmemiştir. Zekâsı ve başarılarıyla birçok eril konsensusu geride bırakmıştır. İçinde bulunduğu gelenekçi yapı ve erk oluşumu Scarlett’i yutmayı başaramamıştır. Gone with the Wind kadının zaferiyle sonuçlanan, toprak ve namus koruma kavramlarını erkeğin tekelinden kurtaran yenilikçi bir anlatım sunmaktadır. Bu bağlamda filmin çatısı kadın hareketinin görünümüne ve eylemselliğe/direnişine zemin hazırlamaktadır.
Vesikalı Yarim (Yön. Lütfi Ömer Akad, 1968)
Türk sinemasının önemli yapımlarından biri olan Vesikalı Yarim, pavyon şarkıcısı bir kadın ile manavlık yapan bir adamın hüzünlü aşk hikâyelerini merkeze alır. Film boyunca Halil ile Sabiha’nın ilişkisi adeta Türk toplumunun üstü kapalı bir sentezidir. Akad, kadın ve erkek normları üzerinden namuslu ve namussuz temsillerini; ev kadını, pavyon şarkıcısı gibi farklı sosyal sınıfları aynı potada eriterek imgeler. Sabiha’nın konsomatris olması Türk toplumunun uygun gördüğü namuslu bir eş statüsüne uygun olmasa da Halil ile birliktelikleri, ilişkileri devam etmektedir.
Günümüzde hâlâ geçerli olan kültürel yapıda ve özellikle 1960’lı yıllardaki genel izleyici bandında evli adamlarla sevgili olan metresler hiçbir zaman sempatik bulunmamıştır. Ancak gelenekçi Türk aile yapısı bile Sabiha’nın masumiyetiyle ve uğradığı hayal kırıklığı ile özdeşim kurabilmektedir. Halil ise aşkına sadık biri olsa da ataerkil ideolojiden ve eril bakıştan kurtulamamıştır. Sevdiği kadın yaşadığı toplum tarafından çoktan “öteki” ve “vesikalı” olarak kabul edilmiştir. Nitekim tam da bu hususta Sabiha özneyi rahatsız eden bir karaktere dönüşür. Kadın oluşuna biçilen rolleri imha ederek kendi yolunu çizme cesareti gösterir. Sabiha femme fatale’dir, ölümcül güzelliktedir. İstanbul’da kendi ayaklarının üstünde duran toplumun bir kadın olarak pek hoşlanmadığı bir dişildir. Bu bağlamda erkeklerle eğlenen, pavyonda çalışan, vesikalı olarak anılan Sabiha, cinsel özgürlüğüyle bağımsız bir kadındır. Sabiha’nın güçlü ve ne isterse yapmaya cesaret edebilecek tavrı Halil ve Halil’in tabî olduğu erk yönetim için yutulma tehlikesi yaratmaktadır. Sabiha gelenekçi yapılanmayı ve eril ahlak düzenini iğdiş etmektedir.
Possession (Yön. Andrzej Żuławski, 1981)
Uzun bir görevin ardından Batı Berlin’deki evine dönen Mark, eşi Anna’nın kendisinden ayrılmak istediğini söylemesiyle yıkılır. Ayrılığın sebebi olarak Anna bir şey söylememeyi tercih eder. Başka birinin varlığından şüphelenen Mark, karamsar bir ruh hâline bürünür. Bir süre sonra Anna’nın kendisini aldattığını öğrenir. Görünüşe göre bu ikinci kişi Heinrich’dir. Ancak Anna’nın gerçek ilişki olarak adlandırdığı varlık Mark ve Henrich’in geleneksel erkek prototipinden çok farklıdır. Kadın cinselliği; kan, kusmuk ve atık içermesi bakımından Possession klâsik anlatı sinemasının ve çekici kadın bedeninin oldukça dışında kalmış bir filmdir. Anna’nın histeri krizleri, erkek karakterlerin mağduriyeti, ilgisiz kalan küçük bir çocuk, eril söylem bakımından Anna’nın kadınlığından bağımsız eş ve anne perspektifinde gerçekleşir. Film kadın bedeni üzerinden canavar yaratımını vagina dentata miti üzerinden ele almaktadır. Anna’nın boşanmak istemesi, evini terk etmesi, yabancılarla birlikte olması ahlâk yasasını tedirgin edici bir üslupla sergilenmektedir.
Kadının bu denli korkunç ve canavarcasına gösterilmesi şüphesiz Żuławski’nin film çekimleri sırasında eşinden boşanma sürecinde olmasıyla bağdaştırılabilir. Keza Polonya’nın üçüncü kuşak yönetmenlerinden biri olan Żuławski neredeyse çektiği bütün filmleriyle sansür kuruluna takılmıştır. Kaotik atmosferleri sıklıkla işleyen yönetmen Possession’da klostrofobik bir ortam tasarlayarak seyircinini sınırlarını zorlamaya devam eder. Ancak bastırılmaya çalışılan kadın temsilinin ötesinde Anna önüne çıkan tüm kısıtlamalardan ve canavarlaşmadan arınmayı başarır. Erkek için tehlike arz eden kadın, özgürlüğünün farkında olan kadındır. Anna tüm canavar-dişi ve özgür irade formlarını kazanmıştır, yok edici gücüyle kendi hayatını yaşamak için savaşmaktadır.
Ajji (Yön. Devashish Makhija, 2017)
Ajji, torununun intikamını almak için eril sistemle mücadele eden yaşlı bir kadının hikâyesini merkeze alır. On yaşında küçük bir kız çocuğu olan Manda, zengin bir adamın istismarına uğrar. Bölge halkı ve yönetim güçlünün yanında kalarak Manda’nın hakkını savunmaya tenezzül bile etmez. Çünkü Manda’nın faili nüfuzlu bir siyasetçinin genç oğlu Vilasrao’dur. Babasının ve erk yönetiminin kendisini koruyacağının bilincindedir. Tüm mücadelesine rağmen devletten beklediği adaleti bulamayan Ajji, kendi adaletini sağlamak için harekete geçer. Torununun intikamını alma amacıyla toplumun kadın bedenine atfettiği tüm kısıtlamaları kaldırır. Kelimenin tam anlamıyla vagina dentata olan Ajji, Vilasrao’yu saklandığı yerde tuzağa düşürüp genç adamı tehdit eder. Seks işçisi kılığında Vilasrao ile buluşup kurbanının penisini keser. Hem metaforik hem de gerçek anlamda iğdiş edilen Vilasrao, çürümeye yüz tutmuş Hindistan hükümetinin işlevsizliği ve iktidarsızlığı olarak ele alınabilmektedir. Ajji hem Hindistan hem de tüm dünya kadınları adına dişil gücün bir simgesi hâline gelir. Görüntüsünden ve toplumsal statüsünden (anne, eş, büyük anne) bağımsız olarak Ajji cinsiyetinin getirdiği tüm performatif yapıyı bozguna uğratır.
M.F.A (Yön. Natalia Leite, 2017)
M.F.A (2017) failin korunduğu ve mağdurun suçlandığı istismar kültürünü eleştiren bir intikam filmidir. Güzel sanatlar öğrencisi olan Noelle, davet edildiği bir partide sınıf arkadaşının cinsel saldırısına uğrar. Yardım talep ettiği hiçbir mecra Noelle’in sorumluluğunu üstlenmez. Eril devlet kendi oğullarını koruma altına alarak suçlarını örtmeye çalışmaya devam etmektedir. Ancak Noelle intikam ateşiyle yanıp tutuşmaktadır; bu sebeple içindeki hırsını ve travmasını onu rahatlatacak bir sanata dönüştürür. İntikam sanatı olarak zuhur eden bu bireysel açılım Noelle’in mağdur olan diğer tüm kadınlarla bir araya gelmesini sağlar. Noelle, tecavüz kültürü olarak adlandırılan failin korunduğu sistemi kendi adalet yargılarıyla yeniden yapılandırır. Tamamen suçlu erkeklerden oluşan bir grubu kendi yöntemleriyle cezalandırmaya başlar. Her bir kurbanından sonra sanatını icra etmeye ve faillerden parçalar sunmaya devam eder. Tüm yaşananlar sonlandığında Noelle’in tablosu ve eril sistemdeki yapbozun eksik olan son parçası da tamamlanmış olur.
Benedetta (Yön. Paul Verhoeven, 2021)
Kadın cinselliği ve özgürlüğü üzerine kurulan Benedetta (2021), 17.yüzyılda yaşanan gerçek bir olaydan esinlenmiştir. Bir manastıra stigmata semptomlarıyla gönderilen Benedetta, çocukluğundan beri İsa’nın gelini olduğuna inanmaktadır. Küçük kız, Meryem Ana ile ruhsal bağ kurmuş, İsa’nın mesajlarını ruhunda duyumsamıştır. Ancak Benedetta yetişkin bir kadın olduğunda yönelimlerindeki değişiklik dini ve ruhsal inancının önüne geçmeye başlar. İtalya’nın katolik iklimi, kadınların dini ve siyasi yönden baskı altına alınmasını desteklemektedir. Öte yandan paganizm inancının yükselmesi ve sapkınların (heretiklerin) kiliseyi tehditi dini otoriteler tarafından önlenmeye çalışılmaktadır. Şeytanın bir yansıması ve sapkın olmakla suçlana Benedetta ise gördüğü ilahi illüzyonun ve gösterdiği mucizelerin sahte olduğu gerekçesiyle engizisyon tarafından suçlanmaktadır. Kendisine inanan tek kişi kiliseye sonradan dahil olan Bartolomea’dur. Benedetta ve Bartolomea arasındaki dostluk, kız kardeşlik ve rahibe yeminlerinin çok ötesinde seksüel bir biçimde ilerlemeye başlar. Benedetta, İsa’nın gelini olmaktan ve bağlı olduğu kilisesinden menedilerek toplum dışına atılır.
Filmde Benedetta’ya yüklenen tüm kodlar onun bakireliği ve ömrü boyunca İsa’ya kendini adamasının birer iz düşümü olarak gelişmektedir. Keza toplumun dini yapılanması ve kadınlara yönelik bakış açısı rahibeleri kutsamaktadır. Birçok kadın anne statüsünde bu mertebeye yükseltilir. Bu bağlamda Meryem Ana, kutsallığın en başat sembollerinden biridir. Benedetta ise kendi statüsüne ve cinsiyetine yaftalanan tüm bu eril çerçevenin dışına çıkarak kilisenin ve eril yapılanmanın korktuğu bir dişli mekanizmaya dönüşmüştür. Çünkü Benedetta hem cinsel olarak hem de inanç segmentinde toplum için bir tehdit olarak görülmektedir.
Strange Darling (Yön. JT Mollner, 2023)
Cinsiyet rollerinin sürekli değiştiği ve kurban- avcı dinamiklerinin sorgulandığı Strange Darling (2023) devinimli olay örgüsüyle kuralları ihlal eden bir yapım olarak dikkat çekmektedir. Filmin paralel işlenen zaman çizelgesi art arda sıralanan hikâye geçişlerinden oldukça farklıdır. Filmin sonu ve başı arasında kurulan bağ tamamen seyircinin inisiyatifinde gerçekleşir. Bakış açısının ve kurgunun, her gerçekliği değiştirebilecek güçte olduğunu vurgulayan Strange Darling, kronolojik olmayan bir zaman diliminde kendini var etmektedir.
Filmdeki karakterlerin birer isminin olmaması da oldukça dikkat çekicidir. Karakterlerden bağımsız olarak yaşanan durumun farkındalığı ve gelişen olayların açık uçluluğu sorgulanmaktadır. hiperrealistik sadomazoşist eylemler gösteren kadın, şeytan olarak hitap ettiği bir erkekle otele gider. Geceyi birlikte geçiren çift ilerleyen saatlerde birtakım sorunlar yaşamaya başlar. Kadın bir şekilde adamı bayıltıp etkisiz hâle getirmiştir; ancak bu hikâyede gerçek suçlunun kim olduğu bakış açısına göre değişim göstermektedir. Sürekli kurban rolünde gösterilen ve ölüme mahkûm edilen kadınların aksine Strange Darling alışılmış tüm ataerkil sinema anlayışını altüst eder. Bakılan ve görsel haz nesnesi olan kadın kameranın yönünü bu kez erkeğe çevirir. Kaçan, tehdit altında olan ve şiddete uğrayan bu defa sarışın, güzel kadınların aksine beyaz ve ideolojik sistemin içinde var olan bir erkektir.
* Mitin kaynağı bazı kaynaklarda güney Amerika, Yeni Zellanda olarak da geçmektedir.
[1] Batı, Uğur (2020) Erkek Zihnindeki Kadın Nefreti.