İnsanı hayata bağlayan en önemli duygulardan biri olan aşk, yarınları avucumuzda tutuyormuş gibi hissettirir. Oysa kimi zaman aşkın, beklenmedik süprizlerle sonuçlanması da olasıdır. Tıpkı hayatta olmak gibi âşık olmak da heyecan doludur; sonu belirsizdir, anlık bir deneyimdir. Yönetmenliğini Emre Kavuk’un üstlendiği Daha İyi Bir Yarın (2024) postmodern bir aşk hikâyesi olarak dikkat çekmektedir. Sevgilisi tarafından terk edilen Ozan’ın depresyonunu merkeze alan film, alışılmışın dışında anlatısıyla çarpıcı bir yapım olarak dikkat çekiyor. Yetişkinlere masal minvalinde işleyen kurgusu heyecanlı bir seyir deneyimi sunuyor. Filmin büyük oranla yapmacık aşk ilişkilerini karikatürize ederek eleştirdiğini söylemek mümkün. Daha İyi Bir Yarın’ın yeni bir dil oluşturan cesur yapımlardan olduğunun altını çizmek gerek. Klasik romantik-komedi tarzından çok farklı. Keza sevgilisinden ayrılıp intikam almak için planlar yapan, ayıcıklı pijamalar ve uyku bandıyla abur cubur yiyip ağlayan kadınlar ya da erkek arkadaş grubuyla oturup ben bunu mu hakkettim nidaları atan erkekleri görmüyoruz. Aksine ne istediğini bilen, hayatı olduğu gibi kabul eden güçlü kadınlar ve kişisel alanlara saygı duyan, yine kendi hayatlarını kabul eden erkekler var. Kavuk, ayrılık sonrası deneyimi taraf tutmadan gözlemci bir üslupla ele alıyor. Bana kalırsa filmin tartıştığı aşk kavramı romantik bir distopya inşası olarak da okunabilir. Dramatik çatının distopik bir aşk hikâyesine evrilmesindeki en önemli etken dayandırıldığı bakış açısı. Nasıl ki bilgi ve düşünce zihinsel bir süreç olarak tanımlanıyorsa; bağ kurmak, âşık olmak gibi hisler de duygusal süreçlerimizi oluşturuyor. Gelişen tüm bu deneyimler ve yaşam pratikleri daha iyi bir yarın için tasarlanıyor. Üstelik senaryonun sığındığı tek düzlem basit bir aşk hikâyesi olarak kalmıyor. Filmde yoğun biçimde modern insanın buhranı, monotonluk, tekdüze hayat dinamikleri, postkapitalizm ve sistem eleştirisi de oldukça temkinli bir yaklaşımla işlenmiş. Kavuk’un kendine has yazınsal tarzı onun ayırt edici nüansları olarak perdeye yansıyor. 2011 yılında senaryosunu kaleme aldığı Güzel Günler Göreceğiz filmiyle 48. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Senaryo ödülünü alan yönetmen, Daha İyi Bir Yarın’ı deyim yerindeyse yıllar öncesinden müjdelemiş. Sıradan olmayan hikâyelerle aynılık kıskacından kurtulmayı başarıyor. Gündelik hayatlarımızda sıklıkla karşılaştığımız belki de hiç dikkatimizi çekmeyecek insanları ümitvar bir biçimde karakterize ediyor.
Yeni Bir Bakış
Bilimkurgu sinemasının alt türü olarak görmeye alışkın olduğumuz distopya filmleri Daha İyi Bir Yarın’da âşk hikâyesiyle birlikte ele alınıyor. Konu 2042 yılında günümüzden çok da uzak olmayan bir gelecekte retrospektif nüanslarla işleniyor. Bu bağlamda olay örgüsünün tahmin edinebilirliği mümkün. Günümüzdeki temsillerden çok büyük farklar yaratan bir kopuş yaşanmıyor. Yaratılan evrende aradan geçen yıllara ve döneme rağmen değişmeyen tek şey aşk ve umut olarak yansıtılıyor. Öte yandan modern çağda ve toplumda yaşanan “yeni nesil” ilişkilerin tekdüzeliği bireyin sürekli içinde bulunduğu varoluşsal bunalımlar filmdeki önemli detaylar olarak karşımıza çıkmakta. Ancak az önce de belirttiğim gibi dünya değişmiş olsa bile hisler değişmiyor; aşk ve umut her zaman sonsuzluğunu ve geçerliliğini koruyor.
Ozan birçok filmde görmeye alışkın olduğumuz monotonluktan muzdarip, sevgilisi tarafından daha iyi bir erkek için terk ediliyor -ki bu 2042 evreninde her şeyin daha iyisi olduğuna inanılıyor- bu gerçekle yaşamaya devam etmek istemediği için Yaşam Sonlandırma Merkezi’ne başvuru yaparak intihar randevusu talep ediyor. Ancak Ozan’a âşık olan başka bir kadın olduğu için sistem Ozan’ın intihar etmesine izin vermiyor ve hikâyeye Ozan’a âşık olan Ekin dahil oluyor. Film, aşkın binlerce varyasyonundan emek verme maddesini merkeze alıyor. Kaos, bencillik, sıradanlık dolu bu distopik evrenden doğal, samimi, hayat dolu köy yaşamına doğru seyahat ediliyor. Bu noktada film gerçek ve simülasyon dünya olarak ikiye bölünüyor.
Virtüal stüdyoda çekilen 2042 yılının distopik sahneleri, Türk Sineması adına yenilikçi bir gelişme diyebiliriz. Filmin bir bölümü Gökçeada’da bir bölümü de MGX stüdyolarında çekilmiş. Gökçeada kısımları tabii ki hikâyenin mutlu son tohumları attığı bölümlerden oluşuyor. Hem gerçek dünyayı hem de sanal dünyayı paralel bir biçimde deneyimleme imkânı buluyoruz. Kapsam olarak yaklaşmak gerekirse Daha İyi Bir Yarın, klişeleri kendi lehine çevirmeyi başaran, motivasyonu güçlü filmlerden biri. Örneğin her beyaz yakalının hayali olan bir gün sahil kasabasına yerleşme klişesi ya da bir insanı en iyi yolda tanıma fikri filmde üst anlamıyla işleniyor. Yarının ve geleceğin daha iyi şartlarda olabilmesi ihtimali üzerine ütopik bir yan anlam kurmak da mümkün. Filmin çok katmanlı yapısı farklı okumalar yapmaya olanak sağlıyor. Hayatlarımızın merkezinde olmak, akıllı teknolojik ürünler tarafından gözetlenmek, izin verilmeden yaşamı sonlandıramamak, sistem tarafından takip edilmek gibi açmazlar hiciv yoluyla tartışılıyor. Distopya filmlerine özgü gözetim kavramı filmin türü gereği ılıman bir anlatıyla öz-gözetim olarak tercih ediliyor.
Şifacı Kadın
Çoğu filmde kadınlar erkek bakışı kapsamında yan karakterler olarak varlıklarını sürdürürler. Özellikle eril sistemin ve kurulan hikâyelerin yardımcı karakterleri olarak kadınları birer süs görevinde görmekteyiz. Klasik anlatı sinemasının en vazgeçilmez yan karakterlerinden olan kadınlar genellikle başrol erkeğin birer semptomu olarak filme renk katmaları için tasarlanır. Western’den melodram çoğu filmde erkeklerin dünyasını izleriz. Daha İyi Bir Yarın bu bağlamda klasik bir anlatı gibi başlasa da çok geçmeden seyirciyi gerçeklerle yüzleştiriyor ve Ozan merkezli sürdürülen hikâyeyi Ekin’in gelişiyle bambaşka bir boyuta taşıyor. Yarın’ın peşinden daha iyi bir dünya tasarısı inşa eden çift, Ekin’in hikâyeye konuşlanmasıyla şifacı bir kadının ilhamına dönüşüyor.