En yakınımızı kaybettiğimizde genelde hayatın bizim için durduğunu, artık devam edemeyeceğimizi düşünürüz. Özellikle de bu kayıp, evlat olursa işler daha da zorlaşır. Zira “Evlat acısı tüm acıların üstündedir.” denir. Evlat kaybeden ebeveynler bu dünyada acı anlamında en yüksek mertebeye ulaşmış insanlar olarak kabul edilir. Çünkü her şeyin bir sırası olması gerektiği gibi ölümün de sıralı olanı makbuldür. Yaşı kemale eren değil de henüz bu dünyada oldukça yeni olanın ölmesi acının yaşattığı hissi katmerler. Fakat her ne kadar bu acıyla baş edemeyenler olsa da genelde ebeveynler bir şekilde hayatın herhangi bir yerinden tutunarak yaşadıkları büyük deprem ile baş etmeyi bilirler. Yas süreci zorlu, meşakkatli ama bir o kadar da anlamlı ve öğreticidir. İşte bu liste yas süreçlerinden bazılarını hatırlatma amacı taşımaktadır. Yirmi birinci yüzyılda çekilmiş filmlerdeki, evlat acısıyla baş etmeye çalışan unutulmaz anne ve baba karakterlerini tanıyalım.
La stanza del figlio (2001)
Yönetmen: Nanni Moretti
Oyuncular: Nanni Moretti, Laura Morante, Jasmine Trinca…
İtalyan yönetmen Nanni Moretti’nin filmi La stanza del figlio, bir ailenin ama daha çok bir babanın yas sürecine odaklanır. Filmin ilk yarısı hem aile içi dinamiklere hem de büyüme sancıları yaşayan oğul ile babanın ilişkisine yer vermektedir. Zira bu tatlı sert baba-oğul ilişkisinin nüveleri kayıptan sonra oldukça işlerlik kazanır. Meslek aşkının cazibesine kapılan Giovanni, oğlunu kaybettikten sonra hem kendini hem de dolaylı olarak hastalarını suçlar. Hatta bu duygu onda öyle bir noktaya gelir ki bir süre sonra mesleğini bırakan Giovanni, kendini hasta divanında bulur.
Baba tüm bu yas sürecinde sürekli dibe doğru çekilirken çok sağlam temellere sahip zannedilen ailenin de kolonlarında hafif çatırdamalar gerçekleşir elbette. Fakat Moretti, hikâyeye dışarıdan bir etken dâhil ederek aileyi tüm bu çöküş sürecinden kurtarır. Andrea’nın ölmeden önce kısa bir süreliğine ilişki yaşadığı Arianna, ailenin yas sürecinden sağlam bir şekilde çıkabilmesini sağlayan bir katalizör görevi görür. Oldukça güçlü bir senaryo, kusursuz yönetim ve etkili oyunculuk performansı gibi birçok şeyin büyük oranda müsebbibi olan Nanni Moretti, yılın en çok ödül kazanan filmlerinden birini yaratarak hafızalardan silinmeyecek bir başarıya imza atmıştır.
Manchester By The Sea (2016)
Yönetmen: Kenneth Lonergan
Oyuncular: Casey Affleck, Michelle Williams, Kyle Chandler…
Manchester By The Sea, Kenneth Lonergan’nın kusursuz senaryosu ve Casey Affleck’in olağanüstü oyunculuğuyla şaha kalkan, Akademi başta olmak üzere ödül sezonuna damga vuran bir başyapıttır. Lee Chandler karakterinin yaptığı bir hatadan dolayı üç çocuğunu, evini, evliliğini kısacası hayatının tüm yapı taşlarını kaybetmesi sonucu yaşadıkları üzerinden şekillenir film. Baş karakterin yas sürecinin bir nebze üstesinden gelmesi bu kez bambaşka bir seyir izler. Lee, ölen abisinin oğluna ebeveynlik yapmak zorunda kaldığı süreçte yıllar önce yaşadığı ve asla tam olarak atlatamadığı travmasıyla yüzleşir. Fakat bu yüzleşme tahmin edileceğinden daha da acılıdır. Öyle ki karakterin acısı yeğeni için geldiği olay mahallinde (Manchester) tekrar kanar ve sonrasında asla tam olarak iyileşmeyecek bir şekilde kabuk bağlar. Acı nedeniyle kan kaybından ölünmeyecek belki ama ara ara kaşındıkça kanayacak koca bir yaradır Lee’ninki.
Uzun süren bir film olmasına rağmen muhteşem bir seyir zevki sunan, senaryosu, müzikleri, görüntü yönetimi, oyunculuklarıyla adeta 2016 yılını sallayan Manchester By The Sea’nin nakış gibi incelikle işlenmiş kurgusu da unutulmamalı. Sürekli flashback ve paralel kurgu ile hikâyenin derinleştiği, derinleştikçe de şaha kalkan bu yapım ile tanışmak acı ama önemli bir tecrübedir.
Pieces of a Woman (2020)
Yönetmen: Kornél Mundruczó
Oyuncular: Vanessa Kirby, Shia LaBeouf, Ellen Burstyn…
Pieces of a Woman, daha çok Vanessa Kirby’nin kıskanılası performansıyla akıllarda yer eden bir filmdir. Lakin sadece Kirby’nin performansı değil ona eşlik ettiğimiz yas süreci de bir o kadar vurucudur. Bebeğini doğurduktan saniyeler sonra onu kaybeden bir annenin genel geçer kurallara uymayan bir iyileşme süreci vardır bu kez karşımızda. Pieces of a Woman, her ne kadar kayıp öncesi sürece çok uzun bir yer ayırmasa da Martha’nın uzun ve meşakkatli olan doğum sürecini biz seyirciye gerçek zamanlı ve plan sekans ile sunması anlamlı bir tercihtir. Bu sinemasal anlamda da oldukça başarılı olan plan sekans, tüm filmin beslendiği damar, geriye kalan tüm sahnelerin eklemlendiği omurgadır. Bu doğum sahnesinden sonra yaşananlar ise sadece yasın farklı şekillerde de yaşanabileceğine değil aynı zamanda kadının dilediği gibi tercihlerini yapması, toplum normlarına çelme takması anlamında da önemli bir yere sahiptir.
Martha karakterinin oldukça derinden yaşadığı hisleri, kimi zaman bir kokudan, dudak kıpırtısından, bir fotoğraftan etkilenerek yolunu bulur. Öyle ki geçmişi muhafaza etmekten kaçınan Martha, yüzünü yaşama, yeni tohumlara, geleceğe dönerek aşar acısını. Elma çekirdeğinin hayata tutunabilme ihtimalinden beslenen bir annenin filmidir Pieces of a Woman.
The Broken Circle Breakdown (2012)
Yönetmen: Felix van Groeningen
Oyuncular: Veerle Baetens, Johan Heldenbergh, Nell Cattrysse…
The Broken Circle Breakdown’da hem bir çiftin aşkı hem çiftin çocuklarının hastalık süreci hem de yaşadıkları kaybın ardından yaşanan süreç eşit oranda yer bulur kendine. Lakin film, tüm bu birbirinden duygu olarak bambaşka olan süreçleri incelikle birbirine eklemlemekte hiçbir sorun yaşamaz. Flashback’lerle bu birbirinden taban tabana zıt süreçleri gerek renk tercihleri gerekse de kamera kullanımı, kadraj açılarıyla birbirinden ayıran filmin gücü de biraz buradan gelmektedir. Bir evin ve buna bağlı olarak da evliliğin kurulmasıyla başlayan süreç, iki ebeveyn arasındaki sevgi yoksunluğundan ya da birbirlerine karşı sorumsuzluklarından bitmez bu kez. Evlilik, hastalık ve yas süresinde yaşanan tüm çatlakların ve nihayetinde kırılıp, yıkılmaya giden sürecin tek müsebbibi farklı dünya görüşleridir. Ne yazık ki çiftimiz hayata ve ölüme farklı anlamlar atfetmelerini de çocuklarını kaybetmenin acısını da aşamazlar. Minicik kızları Maybelle’in öldükten sonra nereye gittiği ile ilgili sorular çiftimizi tüketmeye yeter.
Güçlü felsefi ayrılıklar, dönem içerisinde dünyada yaşanılan önemli dönemeçler, ABD rüyasının tasviri, kök hücre çalışmalarının dünyada uyandırdığı etkileri üzerinden beslenen, aslında oldukça da politik bir duruşu olan The Broken Circle Breakdown, yine de günün sonunda yas sürecinin buruk acısıyla kalır akıllarda.
Rabbit Hole (2010)
Yönetmen: John Cameron Mitchell
Oyuncular: Nicole Kidman, Aaron Eckhart, Dianne Wiest…
Rabbit Hole, kuşkusuz listenin felsefeden en fazla beslenen filmidir. Yine birbirinden oldukça farklı yaşam felsefesine ve zevklere sahip bir çift karşılar bizleri. Küçük oğullarını bir kazada kaybetmiş olan bu çiftin kısa süre sonra acılarını yaşayış şekilleri iyice ayrışmaya başlar. İşte bu ayrışma sürecinde her ne kadar babanın peşine de takılsak da daha çok anneye eşlik ederiz.
Diğer dünyaya inanmayan ve evladını elinden alacak kadar vicdansız bir tanrıya saygı duymayan Becca, herkesten farklı bir yöne döner yüzünü. Suçlayarak değil de anlayarak, dinleyerek, hissederek bulmaya çalışır yönünü. Becca, bu yas sürecindeki yolculuğunda ona eşlik eden genç ile birlikte Alice’in* içine kendini bırakmaktan çekinmediği tavşan deliğini arar. Tanrının insanlara sunduğu bir cennet vaadiyle değil belki ama paralel evrenlerin birinde çocuğuyla tekrar karşılaşabileceğine inanır. İşte bu nedenle Orpheus ile Eurodius** efsanesini çok iyi özümser Becca. Zira her ne kadar çocuğunun yokluğuna katlanamasa da onu bırakması gerektiğini bilir.
Nicole Kidman’ın efsane oyunculuğuyla etkisi bir kat daha artan Rabbit Hole, üzerine uzun felsefik tartışmalar yapılmasına gebe, oldukça derinlikli ve açıkçası yükü de bir o kadar ağır bir film olarak hafızalarda yer edecektir.
Nelyubov (2017)
Yönetmen: Andrey Zvyagintsev
Oyuncular: Maryana Spivak, Aleksey Rozin, Matvey Novikov…
Nelyubov’da en sertinden bir aile çözümlemesidir. İlk filminden itibaren takıntılı olduğu kaybolma mevzusuna daha derinlemesine dalan Zvyagintsev, bu kez derdini anlatmak için çatışmasını filmin baş karakteri olacakmış gibi bizlere yansıttığı Alyosha’yı kaybederek yaratır. Ve kaybın acısıyla birlikte bir bilinmezliğe sürükler bizleri. Bu bilinmezlik de devamında çözülüşü getirir. Zaten filmin meselesi kaybolan karakter ve onun bulunması değil arkada kalan karakterlerin kendi aralarındaki ilişkiyi veya bizzat kendilerini sorgulamalarıdır. Nelyubov’da çocuklarına oldukça sevgisiz bir aile vardır. Ve evladın kaybolmasından sonra da ne bu ailenin birbirlerine ne kaybolan çocuklarına ne de yeni kurdukları hayatlarında sahip olduklarına sevgisizlikleri son bulur. Evet, Alyosha’nın kaybı anne ile babada bir travmaya sebep olur. Yani duygusal anlamda diğer filmlerdeki gibi saf bir özlem hissedilmese de bir yas süreci yaşanır. Fakat ülke başta olmak üzere her yere sevgisizlik denilen virüs öyle bir sirayet etmiştir ki bir türlü arkada kalanlar o salgının içinden kurtulamaz.
Yayımlandığı yıl Rusya’nın Oscar adayı olan Nelyubov, Alyosha’nın var olduğu birkaç sahne dışında duygusallıktan uzak, çok farklı bir tecrübe sunmaktadır.
Di jiu tian chang (2019)
Yönetmen: Xiaoshuai Wang
Oyuncular: Jingchun Wang, Mei Yong, Xi Qi…
Di jiu tianchang, evlat acısıyla defalarca sınanan bir aileye yoldaş eder biz seyirciyi. Bir oğul değil birden çok oğul kaybedilir bu kez. Barajda boğulan oğul, yasalar nedeniyle vazgeçilmek zorunda olunan oğul (veya kız), kendilerini terk eden evlatlık oğul, yasak aşkın meyvesi olduğu için vazgeçilen oğul… Neredeyse otuz yıllık sürece bir sürü evlat girer ama acısına ortak olduğumuz Yaojun ve Liyun bunlardan hiçbirine hiçbir zaman tam anlamıyla sahip olamaz.
Wang, bu otuz yıllık yas sürecinin arka fonuna ise Çin’in 1982’den 2016’ya kadar uyguladığı tek çocuk politikasının ailelere yaşattığı travmayı, geçmişte kalmış olmasına rağmen hâlâ etkileri süren kültür devriminin devam eden enkazını, serbest piyasa ekonomisine geçilmesiyle işsiz kalan gözü yaşlı işçilerin yaşadıklarını ve daha nicesini yerleştirir. Film, Çin’de yaşanılan tüm toplumsal ve bireysel acılara bir ağıttır aslında.
Uzun süresine rağmen seyir zevki oldukça yüksek olan Di jiu tianchang, otuz yıllık süreci lineer bir akış içinde sunmayarak oldukça karmaşık ama bir o kadar da incelikli bir kurguyla veren yapısıyla da göz doldurmaktadır. Geçtiğimiz yıl heybesine doldurduğu ödüller sayesinde adeta ödül sezonuna damga vuran filmin seyircinin duygularını ele geçirmek için hiçbir teknik oyuna başvurmadığını da göz ardı etmemeliyiz.
* Alice’s Adventures in Wonderland (Alis Harikalar Diyarında), Lewis Carroll’un 1865 yılında basılan kitabıdır. Her ne kadar bir çocuk kitabı olarak görülse de aslında yetişkinlere hitap eden ve oldukça güçlü felsefi bir bakış açısına sahip bir masaldır.
** Efsaneye göre Eurydice ayağını sokan bir yılan tarafından öldürülür ve ölüler diyarı olan Hades’e gider. Eurydice’nin ölümü ile başa çıkamayan kocası Orpheus, Hades’e inip onu geri hayata döndürmek ister. Üstelik lirini çalarak tüm kapıları açtırır Orpheus. Hades’e kadar ulaşıp Eurydice’yi geri ister. Hades, Orpheus’un müziğinde aşkının gücünü hissettiği için ona karısını geri vermeyi kabul eder. Ne var ki bir şartı vardır. Yeryüzüne çıkana kadar arkasından onu takip eden eşinin yüzüne dönüp bakmayacaktır. Orpheus, son ana kadar bu sözünü tutsa da son anda dönüp sevgilisine bakmak ister. İşte o an Eurydice artık tamamen Hades’e hapsolur.