Beauty and the Beast (yön: Jean Cocteau, René Clément, 1946)
“Çocuklar anlattıklarımıza inanırlar.
Bizlere olan güvenleri hep tamdır.”
Beauty and the Beast (1946), Fransız yazar Jeanne-Marie Leprince de Beaumont’un 1757 yılında aynı adla kaleme aldığı ünlü masalından esinlenlenilerek sinemaya uyarlanan, Fransız yönetmen Jean Cocteau eseridir. Daha sonraki yıllarda da animasyon türü dahil birçok kere filmleştirilen eser, hem edebiyat hem de sinema dünyasının kültlerindendir. Yönetmenin ikinci filmi olan Beauty and the Beast, Avantgarde türünün öncü filmlerinden olan The Blood of a Poet’in (1930) peşi sıra gelir.
Üç kızı ile birlikte bir köyde yaşayan tüccarın, bir gün yürürken karşısına çıkan şatonun içine girmesiyle başlayan hikâyede şatonun sahibi, yarı insan yarı hayvan formunda bir yaratıktır. Tüccara zarar vermeyeceğinin tek garantisi, onun kızlarından birini kendisine vermek istemesidir. Bunun üzerine, kardeşler arasında dışlanan en küçük Belle’in kendisini feda etmesiyle devam eder film. Ki bu aslında bir feda ediş değil, dışarıdan görünenin içine girildiğinde ne kadar farklı olabileceğinin de kanıtı niteliğindedir. İçerisinde Freudyen ögeler barındıran ve aile içi haksız hiyerarşiye de değinen film, gerek mizansenleri, gerek hikâyesi, gerek kostüm tasarımlarıyla dönemin ötesinde bir yapımdır.1995 yılında ünlü besteci Philip Glass’ın film üzerine yaptığı tam senkronize opera bestesi, Criterion Collection’ın yeniden DVD’ye basması üzerine filme eklenmiştir.
The Blood of a Poet (yön: Jean Cocteau, 1930)
Avantgarde sinemanın öncü filmlerinden biri sayılan The Blood of a Poet (1930), Fransız yönetmen Jean Cocteau’nun yazıp yönettiği dramatik-fantastik türde yer alan ilk filmidir. Dönemin Dadaizm, Kübizm ve Sürrealizm akımlarının öncü sanatçılarıyla arkadaşlık kuran yönetmen, filmlerinde de bu akımların özelliklerini perdeye getiriyor.
Filmin kostüm tasarımlarının imzası da ünlü moda tasarımcısı Coco Chanel’e ait. Gerek görsellik, gerek hikâye olarak her saniyesiyle deneysel bir yapım olduğunu seyirciye hissettiren The Blood of a Poet, elli beş dakikalık süresini dört bölüme ayırmıştır; “Yaralı el veya bir ozanın yara izleri, Duvarların kulağı var mı?, Kartopu savaşı ve Ev sahibinin kutsal değerlere saygısızlığı.”
Film içinde görülen her şeyin hemen hemen metaforik bir anlam taşıdığı da söylenebilir. Bir şairin iç sesinin onu nelere sürüklediğini, bir şairin ulaştığı delilik mertebesini ve bir şairin nasıl bir şair olduğu gibi soruları da işleyen The Blood of a Poet anlaşılırlık açısından zorlayıcı ve sürrealist bir şekilde seyrediyor. Film, yönetmenin Orpheus Üçlemesi adını verdiği serisinin de ilk ayağıdır. Şiir sanatının ve kelimelerin sinemaya da aynı şekilde yansıtılabileceğini düşünen Cocteau, The Blood of a Poet’in şiirselliğini de bu düşüncesine borçlu olmalı. Rüya gibi karışık ve gerçekten uzak anlatı yapısıyla, The Blood of a Poet; Avantgarde sinemanın öncülerinden biri olduğu gibi sinema tarihinde de adı ilk anılan filmlerden biri olma özelliğini taşıyor. (Nurbanu Gürsoy)