Bu yıl onbirincisi düzenlenen D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali 15-19 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşti. Öncekilerine kıyasla bu festivalde birtakım farklılıklar mevcuttu. Günabatımı konserlerine bir de gündoğumu konserleri eklenmişti. Ayrıca lokasyon olarak marinanın dışına çıkılıp Bodrum Kalesi’nde bir performans alınmıştı programa.
15 Ağustos akşamı açılış konseri piyano virtüözü Denis Matsuev ve Charles Dutoit yönetimindeki Kraliyet Flarmoni Orkestrası ile başladı. İlk akşamı kaçırıp gidemedim. Denis Matsuev’i dinleyememiş olsam da ikinci akşam Charles Dutoit ve Kraliyet Flarmoni Orkestrası yine vardı, ek olarak keman virtüözü Sarah Chang ile tabii ki. Doygun bir müzik deneyimi yaşamanın yanı sıra orkestra şefi 79 yaşındaki Charles Dutoit’nın enerjisine ve sahneyi dolduruşuna hayran kaldım. İnsanın yaptığı işi severek yapması yaş almasını engelliyor sanırım diye düşündüm.
17 Ağustos Pazartesi akşamındaki etkinlik, Bodrum Kalesi’ndeydi. Efsanevi yönetmen Theo Angelopoulos filmlerinin vazgeçilmezleri, tamamlayıcıları olan o eşsiz müziklerin yaratıcısı Eleni Karaindrou, Ender Sakpınar yönetimindeki İstanbul Senfoni Orkestrası ile sahne aldı. Aynı zamanda obuada Vangelis Christopoulos, akordiyonda Dinos Hadjiiordanou ve mandolinde Aristotle Dimitriadis bize Egeli ruhumuzu hatırlatmak için oradaydı adeta. Dinos’un performans sırasında nasıl da kendinden geçerek ve severek notalara dokunduğunu görmemek için özel bir çaba sarf etmek gerekirdi sanırım. Mandolindeki Aritotle’nin konserin ilk yarısının ortalarına doğru birden ortadan kayboluşuna kimse anlam veremedi. Bir süre sonra sahneye geri döndüğünde izleyiciler dahil herkes rahatladı.Bu arada Ayşe Özbekligil‘den bahsetmesem o gece eksik kalır.(Ertesi gün orkestranın websitesinden araştırıp ismine ulaştım.) İstanbul Senfoni Orkestrası’nda birinci keman olarak performans sergileyen sanatçı, kadronun içerisinden ışığıyla adeta sıyrılıyordu. Güzel enerjisini ve performansını izleyicilere çok güzel bir şekilde aktardı. Gecenin sonunda kulağımızda biraz hüzünlü biraz umut dolu ama en çok “biz”e, köklerimize ve aynı denizin insanlarına dair melodiler kaldı.
Salı akşamı ise Buika, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile sahnedeydi. İnanılmaz bir katılım vardı ve dolayısıyla trafik üzerine cümleler kurmam gerekirdi burada. Ya da 40 dakika geç konser alanına girdiğimi falan belirtmem lazım ama ben bunları söylemek yerine konserin güzelliğini anlatmayı tercih ediyorum. Geçen yaz İstanbul’da Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda izleme imkanı bulduğum Buika bu sefer çok daha iyi bir performans sergiledi. Zaten gecenin sonuna gelindiğinde “Gitmek istemiyorum, gitmeyeceğim!” diye de serzenişte bulundu. Keyfi yerindeydi, bülbül gibi şakıdı deyim yerindeyse. Bise çıktığında tekrar söylediği Siboney(In The Mood For Love soundtrackinde arz-ı endam eden güzellik) kaydı size eşlik etsin bu satırları okurken.
Orkestra şefi Ton Cuenca’nın muazzam enerjisi ve Buika’yla gece boyunca olan etkileşimi muhteşemdi. Yerinde duramayan, sempatik bir müzisyen geceyi taçlandırdı. Hatta ben gittim adamı Facebook’tan bulup ergen gibi mesaj attım ve o geceki performansından dolayı teşekkürlerimi ilettim.Hiç de pişman değilim. Gecenin sonunda, 40 dakika gecikmiş olduğum için bir anlığına konsere gitmemeyi düşünmüş olmam falan aklıma geldi, ne büyük salaklık yapmış olurdum diye iç geçirdim. Tadı damağımda, bir sonrakine kadar.
Kapanış akşamı ise Fazıl Say’a aitti. İlk bölümde Say sahneyi Serenad Bağcan ile paylaşarak başta İlk Şarkılar albümünden parçalar olmak üzere çeşitli bestelerini sahneye koydu. Turgut Uyar, Can Yücel, Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Metin Altıok.. Hepsi bizimleydi o gece.
Gecenin ikinci bölümünde ise Sait Faik’in Stelyanos Hrisopulos adlı kısa öyküsünden Özen Yula’nın uyarladığı ve yönettiği eserde hikaye anlatıcıları olarak Demet Evgar, Songül Öden ve Esra Bezen Bilgin vardı. Vokal olarak Serenad Bağcan ve Zeynep Halvaşi’yi dinledik. Mavi bir rüya tadında akıp giden performansın sonunda Say ve diğer sanatçılar dakikalarca alkışlandı. İstanbul’da bir türlü denk getirip izleme fırsatı bulamadığım gösteriyi sonunda izlemiş olmanın verdiği mutlulukla festival alanından uzaklaşırken aklımda Turgut Uyar’ın dizeleri vardı.
“Bu karanlık böyle iyi, aferin Tanrı’ya.”
Kendime not: Bu yıl kaçırdığım gündoğumu ve günbatımı konserlerini gelecek yıl kaçırmamak dileğiyle.