Bu yıl 12 Mart’ta başlayacak olan Filmmor Kadın Filmleri Festivali, 30 Nisan’a kadar 7 farklı şehri dolaşarak kadın dayanışmasını Türkiye’nin ayrı noktalarında yaşatmayı amaçlıyor. Hepsi kadınların bir başka yoldan sesini duyuran bu yapımları birbirinden ayırmadan, “Mutlaka izlemelisiniz.” dediklerimizi bir adım öne çıkarıp takdim etmek ise bize düşüyor. 14. kez tek çatı altında toplanabilme umudunun her daim yeşil kalması, cinsiyetçiliğin olmadığı bir sinemanın herkesi kucaklaması dileğiyle. (Dilan Salkaya)
Nahid (Ida Panahandeh, 2015)
İnsanların hepsi sevmek, sevilmek ve bunları özgürce yaşayabilmek ister. Fakat genelde kadınların bunlara hakkı olduğu düşünülmez. Kimilerine göre onların görevi sadece çocuk doğurmak, onları yetiştirmek ve evi idare etmektir. Bilhassa kadının ikinci sınıf insan muamelesi gördüğü İslam dünyasında bu bakış açısı, daha da hakimdir.
İran’ın bir kıyı kasabasında yaşayan Nahid, bu dokunaklı filme de adını verir. Nahid, bir avere olan kocasından boşanmıştır ve kazandığı parayla oğluna zor da olsa bakabilmektedir. Aynı zamanda âşıktır, üstelik sevgilisi varlıklıdır ve onunla evlenmek istiyordur. Ama hayat o kadar basit değildir. Yeniden evlenmesi, çocuğunun velayetini tamamen kaybetmesi manasına gelmektedir. Nahid; toplumun, eski kocasının ve sevgilisinin ona biçtiği rollerden kurtulup kendi hayatını yaşayabilecek midir? Nahid (2015) bu ikircikli duruma içten bir yorum getiriyor. (Artun Bötke)
Uzak mı… / Distant / Dûre… (Leyla Toprak, 2015)
Kobané’deki savaşın geride bıraktığı boşluğu, yakılan anıları ve yaşamları korkusuz gerilla kadınlar üzerinden aktaran film, tüm bu yıkıntının ortasına bir modern dansçı yerleştirerek görmezden gelineni üç duyuya birden hitap ederek gösteriyor. Müzik, dans ve görüş alınana bir de cesaret ekleniyor. 16 dakikalık bu kısa metraj, deneysel anlatımıyla seçkinin dikkat çeken yapımlarından. Aynı zamanda festivalin Mor Kamera Umut Veren Kadın Sinemacı Ödülü’nün de filmin yönetmeni ve senaristi Leyla Toprak’a verileceğini söyleyelim. (Dilan Salkaya)
Kadınların Adaleti / Invoking Justice (Deepa Dhanraj, 2011)
Kadın cinayetleri ve toplu tecavüz haberleriyle sık sık gündeme gelen Hindistan, yasalar ve gelenek-görenekler aracılığıyla ataerkil düzeni sapasağlam koruyan ülkelerden biri. Kast sisteminin etkisiyle zaten keskin biçimde sınıflara ayrılmış olan toplum, üstüne üstlük kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddeti meşrulaştırabilmek adına her yolu denemekte. Hâl böyle olunca, baskının sertleştiği yerde direniş de kendi yolunu çiziyor. Invoking Justice, Hindistan’ın bir köyünde, tamamı erkeklerden oluşan köyün karar verici heyetine karşı kadınların verdiği mücadeleyi anlatıyor. Kadınlar, kendi meclislerinde, kendi kararlarını alarak yaşamlarına erkek eli değmesini engellemeye çalışıyor. Elbette bu direniş, en çok da yine erkekler, devlet ve polis tarafından saldırıya uğruyor. (Deniz Berk Sayınhan)
Komşu Komşu! Huu! / Hey Neighbor! (Bingöl Elmas, 2014)
Kentsel dönüşüm sonrası gökdelenlerin gölgesinde kalan gecekondu mahallelerine yakın bir bakış atan belgesel, Feriköy’deki Paşa Mahallesi’nde bulunan bir evin, aniden modern kente komşu oluşunu irdeliyor. İki ayrı uçta konumlanan hayatların zıtlıkları ve farklı hayalleri ise pembe evin bakış açısıyla bizlere aktarılıyor. (Dilan Salkaya)
Düş Kapanı / Dreamcatcher (Kim Longinotto, 2015)
25 yıl boyunca seks işçiliği yapan Brenda Myers-Powell, bir gün müşterisi tarafından arabayla sürüklenir. Yüzünün ve vücudunun derisi tamamen kopmuş hâlde hastaneye giden Brenda’ya hiçbir doktor yardım etmez. Bir yardım evinde tedavi olan Brenda, bu olaydan sonra seks işçiliğini bırakır ve kendisi gibi çaresizce bu mesleğe sürüklenmiş kadınlara yardımcı olmak adına Dreamcatcher adında bir dernek kurar. Hayatta kalabilmek için kendisine tercih hakkı verilmeyen seks işçilerinin bu dernek sayesinde yaşadıkları değişimi anlatan Dreamcatcher, muhteşem bir dayanışma hikâyesi. (Deniz Berk Sayınhan)
Mahrem Şiddet / Private Violence (Cynthia Hill, 2014)
“Karı koca arasına girilmez.” denir ne zaman bir kadın kocasından şiddet görse. Bu sayede üstü kapatılır bütün meselelerin. Ayıp olan, erkeğin şiddet uygulaması değil, bunun konuşulmasıdır. Private Violence’ta Amerikalı avukat Kit Grulle aile içi şiddetin olmadığı bir gelecek nasıl inşa edilir sorusuna yanıt arıyor. Bu arayışta da şiddet gören kadınların deneyimlerini mercek altına alıyor. (Deniz Berk Sayınhan)
Ben Sen O / I You He She / Je Tu Il Elle (Chantal Akerman, 1984)
Chantal Akerman’ı anmayan bir kadın filmleri festivali düşünemezdik. Önce kendisini eve kapatıp ardından belirsiz bir yolculuğa çıkan bir kadını anlatan film, minimal, köktenci ve yalın bir seyirliktir. Yönetmenin 24 yaşında çektiği ve oynadığı bu cesur yapım, Akerman’ın sineması içinde bir başyapıt olmanın yanı sıra, feminist sinemanın da müjdecilerindendir. (Dilan Salkaya)
Jeanne Dielman (Chantal Akerman, 1975)
Feminist sinemanın öncülerinden Chantal Akerman’ın 1975 tarihli filmi Jeanne Dielman, kendisine biçilen rol ve görevlerden dolayı kendi benliğini yitirmiş bir kadının öyküsünü anlatır. Çoğu zaman bilinçsizce, her gün aynı rutini tekrarlayarak yaşayan Jeanne, kendisi olmaktan çok bir anne ve bir ev hanımıdır. Oğlunu okula hazırlamak, ev işleri yapmak, alışverişe çıkmak, para karşılığında seks yapmak ve akşam yemeği hazırlamak döngüsünde kaybolan Jeanne’in hayatı, Akerman’ın yalın anlatımı yoluyla ürkütücü bir deneyime dönüşüyor. (Deniz Berk Sayınhan)