Almanya’nın Oscar adayı olarak gündemimize düşüp hemen ardından Uluslararası Adana Film Festivali ve Filmekimi‘nde gösterilen In The Fade, Fatih Akın filmografisinden biraz daha farklı olduğunu sezdirse de farklı olduğu için korkutacağı yerde izleyenleri mutlu ediyor. Diane Kruger ise Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü sonuna kadar hak ediyor.
Alman hükümetinin ne kadar adaletten bahsetseler de kendi insanıyla başka ırktan bir insanın çatışması durumunda her daim kendi insanını savunmasının getirdiği aykırı durumu gündeme getirmeye çalışan film, bunu fazlasıyla başarıyor.
Katja (Diane Kruger), eşi Türkiyeli bir Kürt olup bir de çocuğa sahip bir kadındır. Nuri (Numan Acar), şartlı tahliye ile salınmasının ardından ailesiyle yeni bir hayata başlamıştır. Hayatında yalnızca işi, eşi ve çocuğuna yer olan Nuri, bir gün ofisinde çocuğuyla birlikteyken ofise kasıtlı saldırı gerçekleştirilir. Olayı öğrendiğinde dünyası başına yıkılan Katja için ise her şey daha yeni başlıyordur. Sözde Yüce Divan karşısında hem arkadaşı hem de avukatı olan Danilo (Denis Moschitto) ile birlikle büyük bir savaş vermesine ve haklı olduğunun kanıtlanmasına rağmen hiçbir kanıt kocası ve çocuğunun onurunu kurtarmaya yeterli olamayacaktır. Nuri’nin Türk kimliğinin olması ve zamanında hapiste bulunması mahkemenin Nuri’yi bir terörist ilan etmesi için yeterli sebebi verecektir. Katja’nın güçlü olması da hiçbir şeye yetmeyecektir. Kocası ve çocuğunun vücuduna bombanın sebep olduğu her bir ayrıntıyı dinlemesinin ardından Diane Kruger’ın oyunculuğuna adeta hayran kalırız. Bir de davada her iki avukatın savunma ve ataklarının defalarca kez dinlenmesi gerektiğinin taraftarıyım. Sarf edilen o cümleler adeta günümüzde dünyanın geldiği dezenforme olmuş, çürümüş hatta kokuşmuş noktayı izah eder konumda. Açıkçası Katja’nın adalet arayışının burada sona erip kendi adaletini yaratma derdine girmesini çok sevemedim. Daha fazla mahkeme salonu, daha fazla hükümet ya da devlet adamı görmek isterdim. Tüm bunlarla Katja’yla birlikte biz de daha fazla kinlenebilir ve böylece sonunda kendi adalet arayışımıza odaklanabilirdik. Yine kinlenmedik mi? Kinlendik. Polislerin yaptığı muamele; insan katlini meşru bulup ve zerre pişmanlık duymayan, üstüne iki insan öldürmelerine rağmen cezalarını çekmeyecekleri için mutlu olan ve neyden motivasyon bulduklarını anlayamadığımız neo naziler; hayatı mahvolmuş bir kadın sırf dayanma gücünü kuvvetlendirmek için biraz uyuşturucu kullandı diye tüm kanıtları tersine çeviren, uyuşturucunun insan katletmekten daha zararlı olduğunu düşünen savcı ve hakimler… Hepsi kokuşmuş dünyamızın birer kanıtı.
Yeterince kinlendiğimize göre artık kendi adaletimizi bulmaya geçebiliriz. Katja uzun bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculukta bana göre lokasyon en az önem arz eden kısım. Katja Yunanistan’a giderken zihinsel bir süreci de bir anda atlatıyor; adeta bir duvarı yıkıyor zihninde. Yıkılan o duvar, Katja’ya artık kaybedebileceği hiçbir şeyinin olmadığını hatırlatıyor ve bundan sonraki her adımının cesur olmaması için hiçbir nedeni olmayan, yalnız, çaresiz ve çok öfkeli bir kadına ait.
Fatih Akın’ın yapmaya çalıştığı bu farklı film izleyenleri etkilemeyi kesinlikle başarıyor. Özellikle mahkeme sahnelerindeki inanılmaz görsellikle zihinlerimiz olduğu kadar gözlerimiz de filmin zenginliğine doyuyor.