Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl 12-18 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek olan 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali tüm hızıyla devam ediyor. 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, bu yıl ulusal, uluslararası alanda uzun metraj kurmaca, belgesel ve kısa metraj olmak üzere birçok filmi seyirciyle buluşturuyor. Dünya sinemasından filmlerin Türkiye prömiyerini yaptığı, yerli filmlerin birçoğunun da dünya prömiyerini yaptığı seçki ilgiyle karşılanıyor. Fil’m Hafızası olarak festivali sizler için izliyor ve izlenimlerimizi paylaşıyoruz.
Sick of Myself
Norveçli yönetmen Kristoffer Borgli’nin bir çiftin çekişmeli ilişkisine odaklanan filmi Sick of Myself (2022), oldukça eleştirel bir yapıya sahip. Kleptomani muzdaripi ve çağdaş sanat neferi Thomas ile narsist Signe bir anlamda birbirleriyle çok uyumlu bir ikilidir. Thomas, istediği zaman, istediği yerden dilediğini alabileceğini (çalabileceğini); Signe ise her an yalan söyleyebilme, çevresindekileri aldatma özgürlüğüne sahip olduğunu düşünür. İkili birbirlerinin başarısıyla kıvanç duyan ya da gurur duyan bir çift olmadığı gibi her an birbirlerini pusuya yatmış beklemektedirler. Böylelikle günümüz ilişkilerinin ne kadar bencil ve menfaat düşkünü bir yapıda olduğu oldukça vurucu bir yerden gözler önüne serilir.
Lakin asıl mesele partnerinin başarısını ve onun göz önünde olmasını sindiremeyen Signe’nin sırf ilgiyi üzerine çekmek için yaptıklarıdır. Signe, elinde sahip olduğu tek kozunu yani bedenini yatırır bu güç savaşına. Signe’nin fark edilmek adına kullandığı ilacın işlevi ile sosyal medyanın bireylere yaptığı çok benzerdir. Zira neredeyse hepimiz sosyal medyada takip edilmek, beğenilmek, dürtülmek isteriz. Aksi olunca bu durumu kabullenemez, yıkılırız. Akıl sağlığımızı ele geçiren sahte hayat, yavaş yavaş tamamıyla kontrolü ele geçirir. Signe de realizimden gittikçe uzaklaşarak hayallerle gerçekler arasında sıkışıp kalır. Film, hayal ile gerçek hayat arasındaki geçişlerin net bir şekilde ayrımını yapmayarak Signe ile seyircinin aynı kabusu yaşamasına da ön ayak olarak etkisini arttırmaktadır.
Fucking Bornholm
Yönetmenliğini Anna Kazejak’ın yaptığı Fucking Bornholm, hafta sonu tatili için sahil kasabasına giden bir arkadaş grubunu konu ediniyor. Yılların yorgunluğunu, aile bağlarını, annelik güdülerini sırtında taşına Maja, bu kısacık birkaç günde hayatını baştan sona sorgulatacak olaylar silsilesinde kendini buluyor.
Uzun yıllardır dost olduklarını gördüğümüz iki aileden oluşan bu grup, Maja’nın stabil giden evlilik hayatından yeni heyecan arayışına kadar birçok konuya kalburüstü bir yaklaşımla açılıyor. Tatil planlarını bir anda kabusa çeviren taciz vakası, Maja ve gruptaki erkek çocukları bir anda yakın kadraja alıyor. Cinselliğin keşfi, oral dönem sorunları, aile kompleksi gibi konulara farkı bir açıdan yaklaşan film bana kalırsa festivalin en soluksuz izlenen filmlerinden biri. Refah düzeyi oldukça yüksek olan Danimarka halkını ele alırsak, Maja’nın başına gelenler belki de sıradan bir orta dünya insanı için incir çekirdeğini doldurmayacak noktadan da okunabilir. Çocuk denilen şeye yüklenen anlam tam da bu noktada hassas bir biçimde seyirciyi yakalıyor. Kötüyü kötü yapan bireyin kendisi midir, yoksa bireyin içinde bulunduğu şartlarda ortaya çıkardığı tutum ve davranışları mıdır?
Fucking Bornholm, ne tam iyi ne de tam kötü ayırdına bizi sürüklemiyor. Hayatı olduğu gibi sakince deneyimliyor. Ancak büyük umutlarla çıkılan bu yolculuk Maja’nın kendini yeniden keşfetmesiyle büyük bir karakter dönüşümüne evriliyor.
Adana Altın Koza Film Festivali, bu seneki gösterim programını belirlerken dünyadaki pek çok gelişmeden olduğu gibi doğal felaketlerden de etkilenerek dünyamızın içinde bulunduğu olumsuz iklimsel gelişmelere değinmek istemiş ve ekolojik filmlere ver vermiştir. Bu nedenle Sinematek işbirliğiyle birlikte başka sinema salonlarında göremeyecekleri filmleri, seyircilerle buluşmasını sağlamış ve Sinematek arşivlerinden iki filmin seyirciyle buluşmasına vesile olmuştur. Bu filmler gerçeküstü sinemanın ustası, Luis Bunuel’e ait olan Ekmeksiz Topraklar ve Çölün Simon’u’dur.
Ekmeksiz Topraklar
1933 yılında Luis Bunuel tarafından İspanya’da çekilen ve ülkesinde iki sene boyunca yasaklanan bir film Las Hurdes, tierra sin pan, Türkçe adıyla Ekmeksiz Topraklar. Filmde İspanyol halkı tarafından bile bilinmeyen, bilinse de girilemeyen ve dış dünyaya oldukça kapalı olan Las Hurdes bölgesinin günlük yaşamı ve gelenekleri görüntülenmektedir. Gözlemci bir bakış açısıyla ele aldığı konu, oldukça büyük bir yoksulluğun izlerini taşıyor. İzlerken seyirciyi koltuğunda rahatsız etmeyi başaran film eğitim, din, aile gibi toplumsal sistemlerin izini sürerken öte yandan da açlık, hastalık, ölüm, insan yaşamının kıymetsizliği gibi bireysel konuları da ele alıyor. İnsanların var olanı kendilerine sakladıkları ve bu nedenle de bir kesimin yoksul kaldığı filmin okul sahnesinde, bir çocuk yönetmenin isteği üzerine kitaptan seçtiği şu cümleyi tahtaya yazıyor: Başkalarının mülküne saygı gösterin.
Çölün Simon’u
1965 yılında Luis Bunuel tarafından Meksika’da çekilmiş olan gerçeküstü bir film, Çölün Simon’u. Öncelikle 5. yüzyılda, otuz altı sene boyunca bir sütun üzerinde çile dolduran Suriyeli Aziz Simeon Stylites’ın hayat hikâyesinden esinlenen yönetmen gerçeküstü unsurlarla filmi devam ettirmiştir. Filmde pek çok metafor bulunmakta olup bu metaforlar daha ziyade din ve toplum üzerine yoğunlaşmıştır. Tanrısına adayan Simon’u baştan çıkarmak için şeytan, yarı çıplak, genç bir kadın olarak ona görünür. Dans eder, küfreder, ona iftira atar. Simon yolunda dönmemekte kararlı olsa da pek çok çelişki, sanrı ve düşünceyle karşı karşıyadır. Uzun metraj olarak çekmeyi planladığı film, maddi sebeplerden dolayı orta metraj olarak kalır. Sinema dili, hikâyeye yaklaşım biçimi, anakronik anlatımı ve hem psikolojik hem de sosyolojik gözlemleri sayesinde Çölün Simon’u zamansız filmlerden biridir.