Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl 12-18 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek olan 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali tüm hızıyla devam ediyor. 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, bu yıl ulusal, uluslararası alanda uzun metraj kurmaca, belgesel ve kısa metraj olmak üzere birçok filmi seyirciyle buluşturuyor. Dünya sinemasından filmlerin Türkiye prömiyerini yaptığı, yerli filmlerin birçoğunun da dünya prömiyerini yaptığı seçki ilgiyle karşılanıyor. Fil’m Hafızası olarak festivali sizler için izliyor ve izlenimlerimizi paylaşıyoruz.
Tori and Lokita
Cannes Film Festivali’nin gediklilerinden Dardenne Kardeşler, bu yıl Tori and Lokita (2022) ile 75. Yıl Jüri Özel ödülünü alarak yılların emeğini taçlandırmış oldular. Aynı zamanda ikili, bu son filmleriyle yıllar içerisinde ne politik anlamda durdukları yerde bir sapma ne de sinema anlayışları konusunda radikal bir değişim yapmak gibi bir istekleri olmadığını gösterdiler. Zira Tori and Lokita da tıpkı ikilinin filmografisindeki diğer filmlerde olduğu gibi Avrupa demokrasisine, beyaz insanın “iyilik” anlayışına eleştirel bir yerden bakarken bir yandan da göçmenlerin, renkli insanların Avrupa’daki hayatlarına, yaşadıkları mağduriyete kapı aralıyor. Ülkelerinden Belçika’ya göç etmek zorunda kalan Tori ve Lokita… Tori, bir büyücü çocuğu olduğu ve lanetli olduğu için Lokita ise annesi ve üç kardeşinin geçimini sağlamak için bir tekneyle Avrupa’nın “şefkatli” kollarına sığınır. Tori, ölüm tehdidi altında olduğu için belgelerini hemen alırken Lokita ne yazık ki alamaz. İşte bir dizi trajik olayı tetikleyen de bu sebep olur. Velhasıl kelam teknede tanışarak birbirlerine dayanak olan bu iki çocuk, hem onları para karşılığı ülkeye getiren insan tacirlerine hem onları her anlamda istismar eden işverenlerine hem de hayata karşı büyük bir mücadeleye girişir.
Dardenne Kardeşler’in filmleriyle aktivizm yaptığını düşünmüşümdür hep. Zira bu ikili, yıllardır tüm dünyanın parmakla gösterdiği, demokrasi abidesi olarak görülen toprakların bürokrasi batağına ne denli saplandığını, sürekli koyduğu kurallarla bile çeliştiğini, can havliyle limanına sığınanları koruyamadığını, aksine sömürüp ötekileştirdiğini perdeye yansıtıyor. Üstelik bunu yaparken saflarını öylesine belli ediyorlar ki bazen filmlerinin mevzuyu aşırı kanırttığını bile söylemek mümkün. Fakat Dardenne Kardeşler, bu kez daha sakin, karakterle sınırları çizebilen bir bakış açısıyla anlatıyor tüm hikâyesini. Film, makul süresi, net ifadeleri, bakış açısı, akıcı hikâyesi ve en önemlisi alternatif aile yaratmasıyla takdir topluyor.
R.M.N
Geçtiğimiz yıl çok erken kaybettiğimiz sevgili dostumuz, sinema yazarı Murat Özer’in anısına gösterilen R.M.N (2022), prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapmış ama eli boş dönmüştü. Özer’in çok sevdiği Romen Yeni Dalgası’nın en önemli temsilcilerinden, 4 luni, 3 saptamâni si 2 zile (2007) gibi bir şaheseri hayatımıza katan Cristian Mungiu’un son filmi R.M.N, Transilvanya’nın küçük ve tutucu bir kasabasında geçiyor. Birçok hemşerisi gibi Almanya’da çalışarak ailesini geçindirmeye çalışan Matthias, iş yerindeki üstlerinden birinin ona “Çingene” demesinden dolayı başını derde sokarak işi bırakır. Aslında bu “çingene” sözünün hakaret olarak algılanması ve Matthias’ın mezbahada çalışması yani kendisinden alt kademede gördüğü bir başka türü katlederek hayatına devam etmesi filmin ana çerçevesini çizer. Film, kasabaya gelen Sri Lankalı işçiler üzerinden yabancı düşmanlığına, ötekileştirilmeye, ırkçılığa, faşizme doğru bir toplumun nasıl çabucak kıvama geldiğini gözler önüne seriyor.
R.M.N yani MR (Manyetik Rezonans Görüntüleme) demektir. MR, canlıların iç yapısını görüntülemek için daha çok tıp alanında kullanılan bir görüntüleme yöntemidir. Filmde Matthias’ın hasta olan babasına MR çekiliyor. Baba, yaşlanmış, hastalanmış, konuşmayan, yalnız kalmış bir adamdır. Babanın geçmişi ile alakalı da pek bir bilgimiz yoktur. Aslında “baba” filmde yaşlanmış, hastalanmış, mantıklı düşünemeyen Romanya’nın bir temsili. Ve Mungiu, kamerasıyla biz seyirciye kendi ülkesinin röntgenini çekerek tüm samimiyetiyle gösteriyor. Hastalıklı, çürümüş, lime lime olmuş bir bakış açısını cesurca gözler önüne seriyor. Tıpkı Dardenne Kardeşler’in yaptığı gibi filmiyle ülkesindeki hastalıklı bakış açısına lanet okuyup adeta idamını talep ediyor. Filmi izlerken özellikle son yıllarda ülkemizde körüklenen yabancı düşmanlığı ile benzerlikleri yakalamamak imkânsız.
Bakırköy Underground
Berkay Şatır’ın 2008-2022 arası topladığı kollektif görüntülerden oluşan Bakırköy Underground (2022) genç nesillerin beslendiği kendi içinde aktif bir döngüye sahip kodlardan oluşuyor. Bakırköy’deki yeraltı grupları, asiliği, görece anarşizmi, heavy metal ve hiphop kültürünü aynı potada eriterek demografik bir anlatı tasarlıyor. Önemli mekânlara, gruplara ve kişilere sıkça yer veren belgesel, genç bakış çağdaş Türkiye sinemasına, özellikle belgesel anlatıya yeni bir soluk getiriyor.
Amatör ruhun yoğun bir şekilde işlendiği Bakırköy Underground (2022) günümüzde çokça tartışılan sinemasal kaygı kavramına organik bir biçimde eleştirel yaklaşıyor. Elbette bunu ilk etapta bilinçli bir şekilde seyirciye sunmuyor. Deneysel bir belgesel olan film, anlatısını oluştururken tartışmaya oldukça açık olan Low file tarzını alt başlıkta topluyor. Keza hareketli kamera görüntüleri, iç içe geçen sesler, genç yetişkinlerin buhranı, yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutmuş asi müzik hareketini birer nostalji olarak önemli yere konumlandırıyor.
Açılışını Cem Karaca’nın Bakırköy’ü tanıttığı birkaç dakikalık sahneyle yapan Şatır, çocukluğunun geçtiği Bakırköy’ü “bir kurtuluş yeri” olarak anıyor ve Bakırköy’ün çok katmanlı yapısına seyirciyle birlikte bireysel bir yolculuk yapıyor.
Boy from Heaven
75. Cannes Film Festivalinde gösterilen Boy From Heaven (2022), Mısır asıllı İsveç yönetmen Tarik Saleh’in en çarpıcı filmlerinden biri olarak anılıyor. İslam coğrafyasının dini eğitim merkezi olarak anılan El- Ezher’i inançsal bir gerilim olarak yakın plana alan Saleh, manevi duyguların istismarına yönelik güçlü bir motivasyona sahip.
El- Ezher üniversitesinde Şeyh mertebesine ulaşabilmek için eğitim bursu alan Adam, aslen muhafazakâr coğrafyada yetişmiş orta sınıf bir aileye mensup. Eğitime kabulünün akabinde arka planda gelişen tüm yolsuzluktan habersiz olan genç, inandığı değer yargıları nefsi duygularla yeniden inşa ederek karakter yolculuğuna yeni bir devinim kazandırmaktadır. Hassas bir eğitimden ve ari bir topluluktan oluşan El- Ezher, kendi içerisindeki çatışmaları hatta otoriter çatırdamaları içten yıkılan bir kale edasıyla dışavuruyor.
Din kavramının özünü, bireyin yolculuğundaki öznellik, biriciklik ve Sırat’l mustekim: doğru yol kavramlarıyla işleyen Boy From Heaven, ruhani bir atmosfere de ev sahipliği yapıyor. Kur’an-ı Kerim Tilâveti, güzel ahlâk, sünnet ve fıkıh dersleri gibi öz inanç dinamiklerini titizlikle işlerken islami terör örgütlerini de sert bir üslupla eleştirmekten çekinmiyor.
Film, konusu bakımından Mısır’da geçse de yönetmen mekân seçimini Mısır’a benzetilen sahne tasarımlarıyla İstanbul’dan yana kullanmış. Filmde minarelerin üstünden Boğaz Köprüsü’nü gördüğümüzde yabancılaşma hissine kapılsak da hikâye temelindeki yoğunluk görsel anlamsızlıklarını kendi içinde başarılı bir hâlde harmanlamayı başarıyor.