Fiziksel değişim, geri dönüşümü olan etkiler olarak tanımlanır. Kırılan cam parçalarından yeni bir yüzey elde edilebilir, yırtılan kâğıt eski hâline getirilebilir, sular buharlaşıp yağmur olarak düşer ve yine aynı nehrin sularına karışır. Fakat fiziksel değişim, canlı bir varlık üzerinde gerçekleştiyse hiçbir şey aynı kalmaz, eski hâline de getirilemez. Çünkü fizikle psikoloji, canlı bünyesinde birbiri içine geçmiş bir düzenle çalışır. Bu yüzden fiziksel bütünlüğe gelecek bir darbe, görüntüden daha çok psikolojiyi, yani canlının esas iç yapısını, derinlerini etkiler; üstelik söz konusu insan olduğunda en ufak darbe, gittikçe büyüyüp bireyin hayatına kadar mâl olabilecek bir çığın başlangıcı gibidir. Vicky Knight’ın canlandırdığı Jade karakteri de böylesi bir silsilenin kurbanlarından biridir Dirty God’da.
Yönetmenliğini ve senaristliğini Sacha Polak’ın yaptığı film, özellikle bir zamanlar Ortadoğu’da artarak yaşanan bir suçu konu alır. Londra’dan gelen genç ve güzel Jade, çocuğu Rae ve annesiyle birlikte yaşamaktadır. Düzenli sayılmayan hayatı, çoğunlukla arkadaş çevresinde ve eğlence mekânlarında geçer. Fakat bir gün çocuğunun babası olan erkek arkadaşıyla araları bozulup ondan ayrılmak isteyince hayatının geri kalanını kâbusa çevirecek bir olay yaşanır. Erkek arkadaşı bir akşam onunla konuşmak istediğini söyleyerek evine gelir ve Jade’in vücuduna kezzap atarak kaçar. İlk anda ne olduğunu anlamayan genç kadın, asidin etkisiyle eriyip sarkan derisini görünce dehşete kapılır; panik içinde yaptığı tüm müdahalelere rağmen geri dönüşü olmayan izlerle kaplanmıştır bedeni. Ülke genelinde skandal yaratan bu olayın ardından Jade, tedavisi için pek çok ameliyat geçirir; ancak en başarılı doktorların bile yapabilecekleri, yalnızca bir noktaya kadar düzeltebilir genç kadının görünümünü. Bir daha düzelemeyecek bir durum içine düşen Jade içinse tek çare, bunu kabullenmek ve yeni görüntüsüyle yaşamaktır. Fakat dile kolay gelen bu beklenti, hayallerinin dünyasında, henüz çok genç olan bir kadın için üstlenmesi olukça ağır bir yüktür. Hissettirmek istemese de başta annesi, ardından çocuğu, onu “canavar” olarak bellemiştir bir kere. Hastaneden taburcu olduktan sonra da arkadaş çevresindeki kimliği tamamen değişecek, bu da kişisel hayatını olumsuz etkilerken duygusal ve biyolojik ihtiyaçlarına da karşılık bulamamasına neden olacaktır.
Polak, Jade’in taburcu olmasından başlayarak genç kadının gözünden izleyiciyi de adım adım karamsar bir portrenin içine doğru çeker. Bir yandan tedavinin son noktasına gelindiğini ve daha fazla ilerleme gösterilemeyeceğini öğrenir, diğer yandan arkadaşları tarafından ötekileştirilmeye başladığını hisseder. Umut kapıları birer birer kapanırken Jade, bir çıkış yolu olarak sanal ilişki sitelerine, alkolün baş döndürücü etkisine sığınır. Elbette bunlar, genç kadına kalıcı bir çözüm olmadığı gibi depresyon eşiğindeki psikolojik durumunu daha da kötüleştirir. Kızı Rae’nin ondan korkması, erkeklerin uzak durmaya çalışması, insanların meraklı ve acı dolu bakışları da bunu pekiştirir.
Bir yandan tedavi umudunu hâlâ taşıyan Jade, günün birinde Fas’ta uygun fiyata estetik operasyon yapan bir doktorun internet sitesine rastlar. Şayet doktora durumunu gösteren fotoğraflar gönderip ondan olumlu yanıt alırsa yüzünü tamamen düzeltecek son bir ameliyat olabilecektir. Bunun için gerekli prosedürü izler ve beklediği olumlu yanıtı alınca doktora istediği ücreti ödeyebilmek için bir çağrı merkezinde kendine geçici bir iş bulur. Bundan sonrası umutla umutsuzluğun gelgitlerinde, arkadaşlığı, dostluğu, anneliği, sorumluluğu ve vicdanı sorgulayan acımasız, bir o kadar da talihsiz bir süreçtir Jade için. Fas’a doğru çıkacağı yolculukta, bu saydıklarımız arasında sahip olduğu çoğu değeri yitirirken kendini yeniden tanıma fırsatı doğacaktır.
Başından sonuna dek ahlâkî ve erdemlere yönelik tüm olumsuz durumları özellikle belirten sahneler, kimi noktada rahatız edici bir boyuta ulaşır. Filmin adındaki “pis” vurgusu, bu sahnelerle beraber daha da keskinleşir ve etkisi de filmin geneline yayılır. Ancak pis olan tüm durumlar bir şekilde kanıksanır, görmezden gelinir, dikkate alınmaz, değersizleştirilir. Nitekim yaptığı yolculuk, öncesi ve sonrasındaki süreçlerle birlikte Jade’e etrafındaki insanların “pis” yönlerini aşikâr eder. Bununla birlikte kendisi de gençliğin vurdumduymazlığıyla yaptığı hataların bedelini ödemekte, bu anlamda kendi “pisliğiyle” yüzleşmektedir. Bu karamsar atmosferin ardından filmin sonu nispeten daha aydınlık bir iletiyi taşır. Arkadaşlarının gerçek yüzünü görmesi üzerine onlara güvenemeyeceğini anlayan Jade, kendini işine verir, erdemli bir çalışan olarak hayatında ilk defa başarıyı tadar ve bundan sonraki yaşamını da aynı ilke üzerine inşa eder. Karmaşık psikolojik gelgitleri başarılı bir şekilde yansıtan film, Jade’e karşı nasıl bir taraf tutulması gerektiği konusunda da hep soru işaretleri içindedir.
Filme dair ilginç bir ayrıntı da başrol oyuncusu Vicky Knight’ın, geçmişinde bir kundaklama suçunun mağduru olarak vücudunun gerçekten yanmış olmasıdır. Dolayısıyla kendi durumundaki insanların psikolojisini de, kurduğu derin empatiyle canlandırdığı rolde tam anlamıyla verebilmiştir. Nitekim Knight’ın umutları kırık her bakışı, aynı soruyu yeniden dile getirir: Vitrindeki görüntümüz değiştiğinde gerçek zannettiğimiz dünya yanılgılarından kaçı aynı şekilde kalır?