18 Eylül akşamı coşkulu bir açılış töreni ile seyircisiyle selamlaşan 30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, bu yıl Cumhuriyet’in 100. yılı olmasını da kutluyor. Dün festivalin ulusal yarışmasındaki on bir filmden üçü seyirciyle buluştu. Galaların yapıldığı salonun tamamen dolduğu, soru-cevap kısmının fazlasıyla ilgi gördüğü gösterimlerin ardından Adanalı seyirciler, Adana Seyirci Ödülü’nü seçmek için her gösterimden sonra oyunu da geçmiş yıllarda olduğu gibi kullandı.
Fil’m Hafızası ekibi olarak festival etkinliklerini ve gösterimlerini yerinde takip ederek siz değerli okuyucularımız için kısa kısa değerlendiriyoruz. Keyifli okumalar…
Yüzleşme (Yön. Filiz Kuka, 2023)
Filiz Kuka’nın ilk uzun metraj kurmaca filmi Yüzleşme, bir aile draması. Fakat oldukça etkili anlatılabilecek bir hikâye, Asiye Dinçsoy gibi güçlü oyunculukların varlığına rağmen beklenen etkiyi yaratamıyor. Uzun süredir hastanede yatan ve bakıma muhtaç olan annelerinin ölümünün ardından babalarını yanlarına alan kız çocuklarından en büyük olanı kısa sürede annesinin ölümü ile ilgili büyük sırrı öğrenir. Üstelik bu gerçeği ona annesinin hastabakıcısı iletir. Kabullenmekte oldukça zorlanılacak bu gerçek, yavaş yavaş tüm aileye yayılır. Fakat ne var ki yavaş yavaş tüm aileye yayılan bu sırrın yarattığı etki filmin hiçbir anında gerilimi yukarıya taşıyamamaktadır.
Filmin isminden yola çıkılarak düşünüldüğünde finalin, asıl hikâyenin başlayacağı nokta olması düşünülürken Kuka, tam da ailede derin kopulmaların yaşanacağı aşamada final yapmayı tercih ediyor. Zira Kuka, kendisinin de ifade ettiği gibi büyük dramaların yaşanacağı, tansiyonun tavan yaptığı sahnelerin varlık göstereceği bir film yapmaktan kaçınıyor. Bu yüksek perdeden açılan, beylik lafların edileceği bir film yerine seyirciyi ötenazi, hastalık, yaşlılık, empati gibi meseleler ve duygular üzerine daha yoğun düşündürtmek isteyen yönetmenin tercihini anlayıp filmle derin bir bağ kurulması da bir türlü hikâyenin içine girilememesi de muhtemel bir durum. Filmin deneyimi olumlu veya olumsuz bir şekilde zuhur etse de özellikle ülkemiz gibi “Allah’ın verdiği canı yine o alır!” fikriyatının hâkim olduğu bir toplumda ötenazi gibi konuşulması gereken bir meseleyi seyircinin aklına sokma çabası bile değerlidir.
Cam Perde (Yön. Fikret Reyhan, 2022)
Sarı Sıcak (2017) ve Çatlak (2020) gibi bol ödüllü ve seyirci tarafından da sevilen iki filmin arkasından gelen Cam Perde (2023), dün 30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde seyirciyle buluştu. Reyhan, bu kez bir kadın hikâyesine odaklanıyor. Mahkeme tarafından uzaklaştırma kararı alınan eski eşi, evlenme planları yaptığı partneri, eski eşinin babası ve daha birçok erkek tarafından farklı şekillerde baskıya uğrayan Nesrin tüm bu kıskaca rağmen hayatta kalma mücadelesi veriyor. Bir yandan çocuğu ile ilgilenip bir yandan da iki farklı işte çalışarak ayakta kalmaya çalışan Nesrin karakteri, farklı yaklaşım tarzına sahip gibi görünen erkeklerin günün sonunda aynı ataerkil kodlarla hareket ettiklerini deneyimliyor.
Kadının ataerkil toplum tarafından farklı şekillerde tahakküm altına almasının filmini yaparken her gün yaşanılan ve hatta artık sıradanlaşan şiddeti, rahatsız edici bir şekilde perdeye yansıtmaktan özellikle imtina eden Reyhan, kadına uygulanan şiddetin sadece fiziksel olmadığını, psikolojik şiddetin de nasıl ağır bir eziyet olduğunun altını çiziyor. Cam Perde, güçlü bir psikolojik gerilim gibi işleyen, tüm detayları incelikle düşünülmüş, meselesini kanırtmadan anlatan bir hikâye sunuyor. Üstelik tüm bu kadın meselesini karşı taraftan yani erkek bir yaratıcı tarafından izlemek de memnun edici bir gelişme. Zira Reyhan, filmin hiçbir anında erkek bakışının tuzağına düşmüyor. Özellikle kapalı mekânlarda sürekli gerilimin hissedildiği filmde en çok tartışılan ve İstanbul Film Festivali’nden Ayvalık Film Festivali’ne ve nihayetinde Adana Altın Koza Film Festivali’ne kadar sürükleyen mesele ise filmin finali oluyor. Bu noktada da takdir seyircinin diyelim.
Öte (Yön. Esra Saydam ve Malik Isasis, 2023)
Esra Saydam ve Malik Isasis’in yönettiği Öte (2023), Lela adındaki siyahi bir kadını merkezine alarak, bize Türkiye’nin dört bir tarafını gezdiriyor. Sırt çantasıyla Batı’dan Doğu’ya yaptığı bu Türkiye seyahatinde Lela, yerel halkın insanları ile bağlar kurmaya başlıyor. Kimi zaman bir taksi şoförü ile kimi zaman bir oyuncu ile kimi zaman ise kendi gibi bir başka turist ile… Bu karşılaşmalar içinde filmin bel kemiğini oluşturan karşılaşma ise, Türkiye’nin Ermenistan sınırına yakın bir kasabasında misafirhane işleten Yusuf ile oluyor. Çoğu yerde kısa vakitler geçirip, hemen bir başka şehre geçen Lela, burada tahmininden daha fazla konaklamak istiyor. Bunun sebebi ise Yusuf ile arasında küçük bir aşk hikâyesinin filizleniyor olması oluyor.
Film, başlarda bize Yusuf’u ondan ayrılmak isteyen eşinin ağzından ve zihninden aktarıyor. Bu noktadan baktığımızda berbat bir kişilik profili hayal ederken, Lela’nın Yusuf ile birebir tanışmasından sonra ona karşı olan düşüncelerimiz başka bir noktaya doğru evriliyor. Aynı karakteri iki farklı perspektiften sunup, ona karşı önce kötü bir önyargı oluşturup, sonra kendi elleriyle yıkmaya çabalaması filmde en hoşuma giden şeylerden biri oldu.
Plansız seyahatlerin getirdiği rahatlık ve doğallık filmin görüntülerine, müziklerine ve oyunculuklarına işlenmiş. Lela Batı’dan Doğu’ya yolculuk yaparken biz de onunla Pamukkale travertenlerinin içinden geçiyor, Fethiye’nin plajlarında güneşleniyor, Ankara treninde kompartımanlar arasında dolaşıyor, Kars’ın harabe evlerine tepeden bakıyoruz. Yol filmlerini sevenler için keyifle akacak bir 110 dakika vadediyor.
Faces (Yön. Zeynep Demirhan, 2023)
Alzheimer teşhisi konulan büyükannesiyle ilgili günlük yaşam ve karşılaşmalar temelinde farklı medyaları kullanarak bellek, zaman ve mekanla etkileşimi görsel bir bağlamda inceleyen bu kısa filmin yönetmen koltuğunda Zeynep Demirhan oturuyor. Demirhan’ın fotoğrafçılık temelli geçmişi filmin her karesinden bize sirayet ederek, duygusal yönü arttırıyor. Kişisel bellek kaybına dair, etkileyici ve hatta kimi zaman izlemesi zor bir kısa film deneyimi. 7 dakika içinde, bir ömrü unutmanın ve geriye neredeyse hiçbir şey kalmamasının getirdiği yük göğsünüze oturuyor. Belleğimiz, anılarımız, yaşanmışlıklarımız olmadığı takdir de bizden geriye ne kalır?
Our Males and Females (Yön. Ahmad Alyasser, 2023)
Normları değiştirmenin zor olduğu bir toplumda aşkı, kaybı ve anlayışı konu alan bu olağanüstü hikâyeyi izleyerek, 11 dakikalık bir filmin ne kadar büyük bir etki yarattığını test edebilirsiniz. Ahmad Alyasser tarafından yönetilen bu kısa film, kısa süresine rağmen duygusal derinlik ve karmaşıklık konusunda oldukça fazla içerik sunuyor ve izleyiciyi daha fazlasını istemeye itiyor. Bir baba ve anne, trans kızlarını yıkamanın acılı görevi ile karşı karşıyalar. Ancak toplum içinde kalıplaşmış cinsiyet kalıplarından hiçbirine uymadığından, hiçbir gassal onu yıkamak istemiyor. Bir tarafta muhafazakâr inançları ile çocuğuna duyduğu sevgi arasında bir çıkmazda kalan bir anne, bir tarafta çocuğunun kaybını kabullenmeye çalışırken toplumsal önyargılar ile başa çıkmaya çalışan baba, diğer tarafta ise kayıp gitmiş bir insan. Film, sönük renk paleti ve çarpıcı görselliğiyle hikâyenin duygusal yükünü artırıyor.
Bilge Ana: Mevlüde Genç (Yön. Sevinç Yeşiltaş, 2023)
Çocuklarımı kaybettim, insalığımı kaybedemem
Yıl 1993. Almanya’nın Solingen şehri belki de tarihinin en karanlık gecelerinden birine şahit oldu. Kuzey Ren Vestfalya eyaletine bağlı olan Solingen, yakın tarihteki hafızalarımızda bir şehir olmanın çok ötesindedir. 29 Mayıs’ın ilk saatlerinde gerçekleşen kundaklama hareketi aşırı sağcı kesimden dört Alman vatandaşının Türkiyeli Genç ailesine yaptığı katliam tam otuz yıldır aynı acıyla her sene Almanya’nın çeşitli bölgelerinde anılmaktadır. Mevlüde Genç, beş aile ferdini yangında kaybeden bir anne, aynı zamanda barış elçisi ve aktivist. Yönetmenliğini Seviç Yeşiltaş’ın üstlendiği belgesel, film olmanın ötesinde bir kanıt niteliği de taşıyor. Mevlüde Genç ve geriye kalan aile üyelerinin de yer verildiği yapım geçmişe yakılan bir ağıt değerindedir. Çekimleri pandemi dönemine denk gelen film yönetmen Sevinç Hanım’ın kendisine ait çekimlerinden oluşuyor. Ayrıca dönemin büyük elçileri ve devlet dairesinde çalışanlarının arşivine de büyük bir titizlikle (tarafsız bir şekilde) yer verilmektedir. Filmin büyük çoğunluğu Mevlüde Anne’nin mücadelesine odaklanmaktadır. Her şeye rağmen ayrımcılık karşıtı sözleri ve yürüttüğü direniş aynı zamanda seyirciye büyük bir insanlık dersi veriyor da diyebiliriz. Alman ve Türk vatandaşlarının kardeş olduklarını, aynı ülkeyi ve ortak acıları paylaştığını defalarca vurgulayan Mevlüde Anne, asla yaşadığı topraklardaki insanlara küsmüş değil. Çekimleri Türkiye ve Almanya olarak iki kısımda geçen Bilge Ana: Mevlüde Anne anavatana dair özlemi çocuklarının ebedi yolcululuklarında ülkelerine teslim ederek teselli etmeyi seçmiş. Filmin en dikkat çekici noktalarından biri Anadolu kadınının gücü ve bu gücünü gösterirken asla kin ve nefret dolu söylemlere başvurmaması. Tüm annelere adanan bu yapım insan ilişkilerinden anne olmanın etik değerlerine kadar birçok hassas noktayı da gün yüzüne çıkarmayı hedefliyor. Türk kültüründe önemli olan ana kavramı, birlik, beraberlik içinde geçen bayramlar ve kutlamalar Mevlüde Anne’nin vizyonunda artık eskisi gibi güzel günlerin habercisi değildir. Ancak ne olursa olsun yaşamanın ve yaşatmanın değerini bilen, bir embriyoyu aylarca içinde büyüten, dünyaya getiren ve tüm zorluklara rağmen çocuklarının anısı için yaşayan tüm dünya annelerine saygı duruşu niteliği taşıyan bir belgesel olarak da dikkat çekiyor.
Behind the Haystacks (Yön. Assimina Proedrou, 2022)
Assimina Proedrou’nun ilk filmi olma özelliği taşıyan Behind the Haystacks geçtiğimiz yıl Selanik Film Festivali’nde FIPRESCI ödülünün sahibi oldu. Toplam on yedi ödülü ve çeşitli adaylıkları bulunan film yılın en iddialı yapımları arasında yer alıyor. Üç kişilik bir ailenin vizöründen üç ayrı hikâyeye bölünerek anlatılan Behind the Haystacks, Türkçe’ye Saman Altında Su adıyla çevrildi. Filmin tabiri caizse saman altından su yürütmek deyimiyle eş değer bir anlatı yapısı var. Kuzey Makedonya- Yunanistan sınırı arasında Doyran Gölü civarında yaşayan kasaba halkı, geçimini balıkçılık ve günlük işlerle geçirmektedir. Ana karakterler Stergios, Maria ve Anastasia’nın isimlerini taşıyan episodlar aynı olayı üç farklı bakış açısıyla sunmaktadır. Göçmen sorunu, işsizlik, ekonomik sıkıntılar gibi önemli konulara değinen hikâye aile dinamiklerini ve toksik ataerkilliği aynı titizlikle işlemektedir. Umuda yolculuk için tekne kiralayan göçmenlerin alabora olmasıyla başlayan gerilim Stergios ve kızı Anastasi tartışmasından, kilisenin göçmenler hakkında vermiş olduğu fetvaya kadar hassas bir dengede çatısını oluşturur. Etik değerleri ve yargıları olan Stergios görmeye alışık olduğumuz akdenizli bir baba karakterinde ailesini korumaya çalışır; ancak kendisinin tüm tabularına rağmen inşa ettiği fil dişi kulesi çatırdamaya başlar. Hikâyenin Maria kısmı anaç ve itaatkâr anne modeliyle örülmüştür ne var ki ideal anne rolü ailesini korumaya yetmez. Kilisenin sözünden çıkamayan Maria kızı, kocası ve erkek kardeşi üçgeninde kalmıştır. Anastasia ise yetişkinliğe geçişin yarattığı cinsel gerilim içerisindedir ve baba otoritesini reddeder. Aynı evin içinde ayrı hayatlar ve sırlar saklayan bir ailenin dramını, kışın kasvetini şairane bir anlatımla izleriz.