İstanbul Film Festivali dünya sinemasının en yeni örnekleri, usta yönetmenlerin son filmleri, yeni keşifler ve kült yapıtların aralarında bulunduğu 135 uzun ve 22 kısa metrajlı filmden oluşan zengin programıyla 41. kez sinemaseverlerle buluşuyor. İki yılın ardından sinema salonlarına dönen festivalde 12 gün boyunca, 14 bölümde 43 ülkeden 164 yönetmenin filmleri gösterilecek. Gösterimlerin yanı sıra konuk yönetmen ve oyuncuların katılımıyla gerçekleştirilecek sohbetler, konser ve özel etkinlikler de festival kapsamında yer alacak.
Fil’m Hafızası ekibi olarak sizler için festivali takip edip filmler hakkında görüşlerimize yer vereceğimiz 41. İstanbul Film Festivali Günlükleri’nin yedincisiyle karşınızdayız. Keyifli okumalar.
Masumlar (De uskyldige)
Norveçli Eskil Vogt, gerek yazdığı senaryolarla gerekse ilk filmi Blind (2014) ile dikkatleri üzerine çekmiş bir isim. Blind ile İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale sahibi olan Vogt, ikinci filmiyle bir kez daha yarışmada ve ödüle çok yakın. Vogt, son dönem filmlerde daha çok işlenmeye başlayan, oldukça önem arz eden bir meseleyle ilgileniyor. Şiddeti gittikçe daha çok özümseyen çocukların dünyasına bir kez daha konuk oluyoruz. Üstelik işin içine fantastik bu kez öğeler de giriyor. Fakat bu fantastik öğeler, filmi bir Marvel filmi havasına büründürmekten çok uzak. Tabii bunu olumsuz değil bilakis olumlu bir yerden söylüyorum. Masumlar, yer yer korku filmi estetiğinden izler taşıyan, meselesini oldukça sarsıcı bir şekilde aktaran bir yapım. Öncelikle Vogt’un böylesine bir filme çok iyi zemin oluşturacak soğuk, karlı kış günlerini kullanmaktan kaçınması ise hayli şaşırtıcıdır. Zira Norveç bu atmosfere fazlasıyla müsait bir coğrafyadır. Ama Vogt, filmde her anlamda zor olanı tercih ediyor ve sıcak yaz günlerine konuk ediyor seyirciyi. Odağımızda dört çocuk var. Bu çocukların ikisi renkli ikisi ise beyazdır. Üstelik renkli olanlardan Ayşe’de aynı zamanda vitiligoya bağlı depigmentasyon hastalığı vardır. Bu da teninin renginden ötürü yaşadığı ötekiliği katmerleyen bir durum yaratmaktadır. Beyaz olan çocuklardan Anna ise otistik olmasıyla diğerleri kısmına dâhil olur. Sadece İda, “normal” biridir. Tam da bu sebeplerden dolayı İda, dümdüz bir çocukken Ayşe, Anna ve Ben, üstün güçleri olan çocuklardır. Fakat Ayşe ve Anna bu güçlerini iyi anlamda kullanırken Ben, ne yazık ki tam tersi yönde kullanmayı tercih ediyor.
Masumlar, çocukların dünyasındaki acımasızlığı, ötekileştirmeyi belki de en keskin yerden sunan filmlerden biri. Çeşitli yapıdaki ebeveyn profilleri de Vogt’un hedefinde. Yıpranmış aile, üzgün ya da ilgisiz ebeveyn… Ve her birinin yarattığı sonuçlar… Tıpatıp aynı olan konutların içinde yaşanan hayatların birbiriyle en ufak bir benzerliği yoktur. Bir maske görevi gören duvarların ardında yaşanan her bir hayatın farklı bir trajedisi vardır. Biz ise filmde bunlardan sadece birkaçına şahit oluyoruz.
Tüm bunların yanında Vogt’un filmde yaptığı bir tercihin daha altına çizmek gerek. Olağanüstü güçlerini kötüye kullananın erkek olması ve kızların güçlerini birleştirerek ona karşı mücadele etmesi çok önemli. Masumlar, ortalıkta olmayan babaları ve güçlerini her daim zulmetmeye programlanmış erk temelli toplumu sanık sandalyesine oturtuyor. Alt metninde dolu mesaj barındıran, ırkçılığa, patriarkal topluma, şiddetin hayatımızı işgal etmesine, aile denilen topluluğa ve daha nicesine dair fazlasıyla söylediği ve söylemek istediği sözü olan Masumlar, İda’da yarattığı değişimi çoğu kişide belki yaratamaz ama taşları yerinden oynatma kapasitesine fazlasıyla sahip.
gerek yazdığı senaryolarla gerekse ilk filmi Blind (2014) ile dikkatleri üzerine çekmiş bir isim. Blind ile İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale sahibi olan Vogt, ikinci filmiyle bir kez daha yarışmada ve ödüle çok yakın. Vogt, son dönem filmlerde daha çok işlenmeye başlayan, oldukça önem arz eden bir meseleyle ilgileniyor. Şiddeti gittikçe daha çok özümseyen çocukların dünyasına bir kez daha konuk oluyoruz. Üstelik işin içine fantastik bu kez öğeler de giriyor. Fakat bu fantastik öğeler, filmi bir Marvel filmi havasına büründürmekten çok uzak. Tabii bunu olumsuz değil bilakis olumlu bir yerden söylüyorum. Masumlar, yer yer korku filmi estetiğinden izler taşıyan, meselesini oldukça sarsıcı bir şekilde aktaran bir yapım. Öncelikle Vogt’un böylesine bir filme çok iyi zemin oluşturacak soğuk, karlı kış günlerini kullanmaktan kaçınması ise hayli şaşırtıcıdır. Zira Norveç bu atmosfere fazlasıyla müsait bir coğrafyadır. Ama Vogt, filmde her anlamda zor olanı tercih ediyor ve sıcak yaz günlerine konuk ediyor seyirciyi. Odağımızda dört çocuk var. Bu çocukların ikisi renkli ikisi ise beyazdır. Üstelik renkli olanlardan Ayşe’de aynı zamanda vitiligoya bağlı depigmentasyon hastalığı vardır. Bu da teninin renginden ötürü yaşadığı ötekiliği katmerleyen bir durum yaratmaktadır. Beyaz olan çocuklardan Anna ise otistik olmasıyla diğerleri kısmına dâhil olur. Sadece İda, “normal” biridir. Tam da bu sebeplerden dolayı İda, dümdüz bir çocukken Ayşe, Anna ve Ben, üstün güçleri olan çocuklardır. Fakat Ayşe ve Anna bu güçlerini iyi anlamda kullanırken Ben, ne yazık ki tam tersi yönde kullanmayı tercih ediyor.
Masumlar, çocukların dünyasındaki acımasızlığı, ötekileştirmeyi belki de en keskin yerden sunan filmlerden biri. Çeşitli yapıdaki ebeveyn profilleri de Vogt’un hedefinde. Yıpranmış aile, üzgün ya da ilgisiz ebeveyn… Ve her birinin yarattığı sonuçlar… Tıpatıp aynı olan konutların içinde yaşanan hayatların birbiriyle en ufak bir benzerliği yoktur. Bir maske görevi gören duvarların ardında yaşanan her bir hayatın farklı bir trajedisi vardır. Biz ise filmde bunlardan sadece birkaçına şahit oluyoruz.
Tüm bunların yanında Vogt’un filmde yaptığı bir tercihin daha altına çizmek gerek. Olağanüstü güçlerini kötüye kullananın erkek olması ve kızların güçlerini birleştirerek ona karşı mücadele etmesi çok önemli. Masumlar, ortalıkta olmayan babaları ve güçlerini her daim zulmetmeye programlanmış erk temelli toplumu sanık sandalyesine oturtuyor. Alt metninde dolu mesaj barındıran, ırkçılığa, patriarkal topluma, şiddetin hayatımızı işgal etmesine, aile denilen topluluğa ve daha nicesine dair fazlasıyla söylediği ve söylemek istediği sözü olan Masumlar, İda’da yarattığı değişimi çoğu kişide belki yaratamaz ama taşları yerinden oynatma kapasitesine fazlasıyla sahip. Filmin 18 ve 20 Nisan’daki gösterimlerini kaçırmamanızı öneririm.
Saloum
Saloum adını Senegal’in gizemli bölgesi Sine-Saloum Deltası’ndan alıyor. Bu “Mayınlı Bölge”de, folk horror alt türü sırtını toplumsal gerçeklere ve dönemin siyasi arka planına yaslıyor. Filmde, bir uyuşturucu baronunu 2003’teki Gine-Bissau darbesinden kaçıran, “Sırtlanlar” ismiyle efsaneleşmiş 3 paralı askerin hikâyesini izliyoruz. Elbette olaylar, kaçış sırasında çıkan ufak bir pürüzle birlikte karışmaya başlıyor.
“Bizde intikam bir nehir gibidir.” deyişiyle başlayan film, gerçekten de 84 dakika boyunca, sanki bir suyun üzerinde tedirgin tedirgin ilerliyormuşuz hissi yaratıyor. Vudu büyüleri, mitler, meditasyonlar arasında kendimize yol açıp neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Ve uyuşturucu baronunu peşine takan Sırtlanlar, Chaka’nın liderliğinde Saloum’a varıyorlar. İntikam ateşi de işte burada harlanıyor, patlıyor ve sönüyor. Ne var ki, alınan intikam, daha büyük ve doğaüstü bir belayı ardından getiriyor. Filmin ikinci yarısında, bilinmeyenle kıran kırana bir savaş başlıyor.
Yönetmen Jean Luc Herbulot, askeri darbeyle başlattığı anlatıyı çocuk askerler, istismar, yozlaşmışlık meseleleriyle bezeyerek soluksuz izlenen bir iş koyuyor ortaya. Her ne kadar folklorik bir temele dayansa da modern sinema ögeleriyle bütünleşmiş, yenilikçi bir film izliyoruz. Tehlikeyi duyu organlarıyla bağdaştırmasıyla da modern korku sinemasının diğer örneklerini akla getiriyor. Saloum’un 19 Nisan’daki son gösterimini kaçırmayın.
Medusa
Korku/Gerilim türlerinde Hispanik ve Latin yapımları, derin kültürel ögelerle örülüdür. Geleneği, tarihi, inançları birbirine sıkı sıkıya ören böylesi bir yapı, nitekim geniş bir kitleyi de etkisi altına almayı başarır. Brezilyalı yönetmen Anita Rocha de Silveira ise klasiğin tanımını genişleterek Batı mitolojisini de kültürün içine katıyor. Adı üzerinde Medusa, tüm kadınların tarihine, tabiri caizse kadim kadın tarihine ince göndermeler yapan “kadın kadına” bir korku.
Henüz yirmili yaşlarının başında olan Mariana, 18. yüzyıl Batı anlayışının bir ürünü olan “evdeki melek” (angel in the house) şeklinde tanımlanan kadın normuna obsesif bir bağlılık duymaktadır. Kız arkadaşlarıyla birlikte uygun kadın prototipinin dışına çıkmamak adına despot bir grup kurarlar. Çevrelerindeki diğer kadınları da bu normlara uymak için zorlarlar. Ancak tehditkâr maskelerle sokağa döküdükleri noktada işler karanlık bir hâl almaya başlar. Aşırılığın faşizme nasıl evrildiğini anlatan bir süreç içinde yeri gelir, kadınları dövmekten çekinmezler; yeri gelir, işkence ve tehditlerle kadınlara söz geçirmeye çalışırlar. Ancak amacının dışına çoktan çıkmış bu aşırı şiddet, azalmak bir yana günden güne bambaşka boyutlarda bir terörizme dönüşür.
Kadın kavramını, Yunan mitolojisinin en güçlü kadın figürlerinden Medusa ile ilişkilendiren film, antik çağdan başlayarak farklı tarihi dönemlereki kadın tanımını bir bir aralar. Bu tanımların aşırı boyutlarını ortaya sererken korku ve gerilimi senaryoya ustaca yerleştirmiştir. Müzik, mit, şiir gibi lirik unsurlarla beslenen filmi Kristeva’nın “kadınsal deneyim” teorisi üzerinden yorumlamak, Silveira’nın sunduğu objektifi çok geniş perspektiflere yayacaktır. Çünkü kadınsal deneyimde hırçın, vahşi, dizginlenemez bir taraf vardır ve bir silah olarak kullanıldığı takdirde karşısındaki her şeyi acımasızca yok edebilir. Peki, böylesi bir gücü durdurabilmek mümkün müdür? Mariana geniş bir kitleden oluşan girdabın içinden kurtulabilecek midir? Ya kadınlığın kendisi bu girdabın başlangıcıysa? Feminist okumaları sevenler için Medusa, gerilim türünün hakkını veren heyecanlı bir yapım.