Derviş Zaim’in filmi Flaşbellek Suriye’den Türkiye’ye kaçmaya çalışan bir çifti ve onların Suriye rejiminin işlediği insalık suçlarını dünyaya duyurma çabasını işliyor. Yüksek bütçeli bir yapımla Flaşbellek’in çeken Zaim’in filmi, kendisinin söyleşide dediği gibi “objektif olmayı” hedeflemiyor. Hatta Zaim’e göre yalnızca subjektifliğin mümkün olduğu bir uğraşta, o herkesin hikayesine kulak verdiğini ve kimseye haksızlık etmeye çalışmadığını iddia ediyor. Ancak filme baktığımızda durum pek iç açıcı değil.
Flaşbellekte bir çok farklı kesimden, etnik gruptan, ideolojiden insanı görüyoruz: Rejimin askeri olarak ana karakter (Saleh Bakri), Hristiyan eşi, rejimin yozlaşmış güçleri, sokaklardaki direnişçiler, ÖSO ve IŞİD militanları, Türkiye’deki resmi yetkililer, batılı haberciler, tecavüze uğrayan Yezidi kadın, hapsedilen Türkmen bir oğlan çocuğu. Ama film boyunca yalnızca iki defa “şurada da Kürtler var” diye lafı geçen ancak kesinlikle bir temsiliyeti olmayan Kürt unsurlarına yer verilmiyor. Zaim tarafını daha belirgin gösterip Kürt unsurları ve militanları istediği gibi temsil etseydi daha kabul edilebilir olurdu. Filmin evreninde onlara hiç yer vermemek yıllardır tanışık olduğumuz “yok sayma” politikasının yeni bir çevrimi adeta.
Zaim söyleşisinde siyah-beyaz karakterler yaratmaktan kaçındığını dile getiriyor. Bunun filmdeki yansıması ise IŞİD liderinin (Ali Suliman) aynı zamanda oğlunu terketmek zorunda kalmış bir baba olmasında görülüyor. Babalığı anlaşılmadan önce de uzun uzadıya gösterilen bu karakter konuşmasıyla, hareketleriyle çok sakin ve etkileyici biri olarak parlatılıyor. Acımasızlığı, sakin tavrıyla daha da öne çıkıyor ve karakterin derinleşmekten ziyade etkileyici bir villain‘a (kötü adam) dönüşmesine sebep oluyor. Bu karizmatik lidere bir de özlemli bir baba özelliği eklendiğinde Zaim karakteri siyahtan griye çekmeyi başaramıyor; aksine daha problemli bir temsiliyete dönüşüyor.
Ana karakterimiz Ahmet’in eşi Leyla (Sara El Debuch) IŞİD tarafından rehine tutulduğu yerde Yezidi bir kadın ve Türkmen bir oğlan görüyoruz. Sonrasında anlaşılıyor ki militanlar Yezidi kadını cariye olarak kullanmakta. Kadın yeniden hücreye döndüğünde Leyla’ya artık dayanamadığını, kirlendiği için kimsenin yüzüne bakamayacağını ve intihar etmek istediğini söylüyor. Bunun üzerine Leyla kadının başına beyaz bir tülbent bağlayıp ona temiz olduğunu, dayanıp hikayesini anlatması gerektiğini dile getiriyor. Ancak kargaşada kadın intihar ediyor. Zaim tecavüz sahnelerini göstermeyerek (ancak kadının çığlıklarına maruz kalıyoruz) şiddeti yeniden kurmadığını iddia etse de sembol olarak kullanılan beyaz tülbent ve kirli-temiz kutupları yeniden kadına tahakküm mekanizmasını onaylar bir yerde duruyor. Yezidi kadına bir çıkış yolu bırakmayıp (Ahmet ve Leyla’nın her şeye rağmen kavuşabildiği bir senaryodan bahsediyoruz) intiharıyla filmin duygusal sömürüsünü güçlendirmeyi tercih eden yönetmenin kadına ölmeden önce söylettiği son sözleri yine “kirlenmişliği” üzerinden oluyor. Sürekli “hikayeler anlatılmalı ki özgürleşelim” düsturunu benimseyen film mesele kadına geldiğinde yine en klişe ahlaki bir ikililik üzerinden ilerliyor.
IŞİD militanları karalar içinde kötü adamlar olarak resmedilirken ÖSO militanları ise genç, temiz yüzlü ve o kadar da cani olmayan insanlar olarak gösteriliyor. Sanki heyecanlı ve “öfkeli gençlermiş” gibi. IŞİD militanları Türkmen çocuğa öldürmeyi öğretmek için baskı uygularken, aynı şeyi yapan ÖSO’lular Ahmet’in ikazıyla hemen hatalarının farkına varıp Türkmen çocuğu salıveriyorlar. Öte yandan Ahmet ve Leyla’nın vardığı Türkiye’deki mülteci kampı da temiz, rahat, dirlik ve düzenin hakim olduğu bir yer olarak lanse ediliyor. Öyle ki mülteci kamplarının hiçbir eksiği gediği yok ve oralarda da insanlık krizleri baş göstermiyor sanabiliriz. Kampta bulunan Türk yetkilinin misafirperverliği ve kibarlığı da cabası.
Günün sonunda Flaşbellek yer yer kuru bir heyecan için aksiyon sahnelerine dayalı ve güçlü duygular uyandırmak için yok edilen ve harcanan temsillerle bezeli, merkezinde bir çiftin hayatta kalma sürecini ele alıyor. Açıkça bir ideolojiye hizmet eden bir film olmaktan ileriye de gidemiyor.