Kısa Filmleriyle yakından tanıdığımız ve ilk uzun metraj filmi Görülmüştür’le hem ulusal hem de uluslararası birçok festivalden ödülle dönen Serhat Karaaslan’la, son kısa filmi Les Criminels üzerine konuştuk. Film, dünya prömiyerini yaptığı Sundance Film Festivali’nde, senaryo kategorisinde Jüri Özel Ödülü’nün sahibi oldu. Ayrıca film, SXSW Festivali yarışma bölümüne de seçildi.
Film, birlikte kalmak için otel arayan ancak evlilik cüzdanları olmadığından otellerden geri çevrilen üniversite öğrencisi genç bir çiftin gece boyunca başlarına gelenleri konu alıyor.
Hadi, filmle ilgili detayları, filmin hem yönetmeni hem de senaristi olan Serhat Karaaslan’dan dinleyelim:
-Serhat merhaba. Üstte filmi tek cümleyle anlatmaya çalıştım ama sen filmi nasıl özetlersin?
Fransa’da bir sinema dergisi filmle ilgili şöyle bir başlık atmıştı: “Genç bir çift sevişmek istiyor, Türkiye onlara savaş açıyor.” Bu özeti sevdim.
-Çekim süreci (çekim öncesi, yazım süreci ve çekim) nasıldı?
Gerçek bir hikâye olduğu için yazım sürecinde hem işimi kolaylaştıran hem de zorlaştıran bir tarafı vardı bu durumun. Kolay tarafı başı sonu, meselesi belli bir hikâye vardı elimde; ancak gerçek olayı olduğu gibi anlatmak bana yetmiyordu. Bir haberi anlatmak gibi olacaktı. O da beni heyecanlandırmıyordu. O yüzden gerçek hikâyeden biraz uzaklaşmam, hayal gücünü zorlamam gerekiyordu. Bu da zor olan tarafıydı. Güvenlik görevlisi karakteri senaryoya girince, senaryonun atmosferi değişmeye korku filmine doğru gidecek bir hal almaya başladı.
Film bir gecede, kesintisiz bir zaman diliminde geçtiği için çekimlerde devamlılık açısından zor olan bir yanı vardı. Sıralı çekme imkânımız olmadığı için çekim programı yapmak da kolay olmamıştı, sette devamlılığı sağlamak da. İki ayrı şehirde birçok farklı mekânda çekim yaptık. Film tek bir otelde geçse de birkaç farklı otelde ve stüdyoda, sadece gece çalışarak çektik.
-Kısa filmler özelinde konuşursak bu dördüncü kısa filmin. Zaman geçtikçe ve yeni filmler yaptıkça, kendinde neler keşfediyorsun?
İnsanın kendisiyle ilgili konuşması kolay değil. Farkında olduğum keşiflerden biri, oyuncularla çalışmayı çok sevdiğim. Film yapma sürecinde en çok keyif aldığım süreçlerden biri herhalde. İyi bir oyun ortaya çıktığında setteki bütün aksilikleri ve kırgınlıkları unutturuyor. İlk kısa film yapmaya başladığımda profesyonel oyuncularla çalışmaktan çekiniyordum. O yüzden ilk başlarda profesyonel oyuncularla çalışmayı hiç düşünmedim bile. Ama profesyonel olmayan oyuncularla çalışmanın da başka bir güzel tarafı var. Beklenmedik, iyi anlamda sürprizler çıkabiliyor.
-Filmin adı neden Suçlular?
Aslında filmin adı başka bir şeydi. Senaryo Fransızca’ya çevrildiğinde, çevirmen diyaloglardan birini ‘‘Les Criminels’’ (Suçlular) diye çevirmişti. Yanlış hatırlamıyorsam otelcinin gençler için söylediği bir laftı. Kim suçlu diye bir soruyu ortaya attığı için hoşumuza gitti ve filmin adını Suçlular olarak değiştirdik. Masumca bir şekilde biraz mahremiyet arayan bu genç çift mi suçlu, yoksa onları sırf seviştikleri için cezalandıran toplum mu?
-Bu konuyu işleme fikri nasıl oluştu?
Dediğim gibi gerçek bir hikâye, Erzurum’da yaşanan bir olay. Uzun bir süredir aklımdaydı ve Görülmüştür bittikten sonra anlatmayı düşündüğüm fikirlerden biri de buydu. Daha kısa bir sürede bir film yapmak istediğim için yeni bir uzun metraja çalışmaya başlamak yerine bu hikâyeyi çalışmaya karar verdim. Zaten uzun film yapma koşulları da yoktu benim için, Bakanlık desteği alamıyordum.
-Bence meselesini çok güçlü anlatan bir film ve uluslararası arenada da ödül aldı. Aslında yerel gibi görünen bir içeriği var fakat filmin evrensel bir bakış açısı da içerdiğini söyleyebiliriz. Suçlular, yasakların gündelik hayatın içinde yer aldığı, özgürlük ve alan meselelerinin çok incelikli, özgün dille anlatıldığı bir film. Meseleyi mekân üstünden anlatmış ve bununla birlikte çerçeveyi çok geniş tutabilmişsiniz. Bu bağlamda siz neler söylemek istersiniz?
Bir insan başkasının nasıl yaşadığına ya da yaşam tercihlerine neden karışır, neden başkasının yaşam tercihinden rahatsız olur? Bunu anlamak gerçekten zor. Bence asıl vahim olan iktidarın ‘‘kız-erkek öğrenci aynı evde kalamaz, evleri kontrol edeceğiz, gereğini yapacağız’’ demesinden daha çok Cumhurbaşkanı bunu söylediği anda öğrenci komşularını ihbar edip, evlerinin polis tarafından basılmasına neden olan insanların yaptığı.
-Her karede titizlikle işlenmiş oyunculuklar var. Oyuncu seçim sürecin nasıldı? Bu hikayeyi, bu oyuncularla anlatmaya nasıl karar verdin?
Daha senaryoyu yazarken Erdem Şenocak aklımdaydı. Rolü ona yazdım diyebilirim. Otelci için de Ercan Kesal’ın iyi olacağını biliyordum, ama yine de başka oyunculara da baktık. Daha az bilinen bir yüz olmasını istedim doğrusu ama Ercan Kesal kadar iyi bir seçenek çıkmadı karşımıza. Nazlı ve Emre’yi oynayacak oyuncuları bulmak biraz zaman aldı. Projeyle oldukça ilgilenen ama senaryoyu okuyunca sevişme sahnesinden dolayı fikrini değiştiren oyuncular oldu, sevişme sahnesini nasıl çekeceğim, bedenlerini ne kadar göstereceğimiz konusunda pazarlık yapan oyuncular da.
Cast direktörümüz Pınar Gök’le aylarca oyuncu aradık, çok fazla audition yaptık. Deniz Altan’ın audition’ı geldiğinde anında fark ettirdi ve bizi heyecanlandırdı, o yüzden hemen Deniz’e karar vermiştik. Deniz kesinleştikten sonra onun karşısında oynayacak erkek oyuncu arayışımız birkaç ay daha sürdü. Çekimden kısa bir süre önce Lorin Merhart’ı bulduk ve ikisi çift olarak birbirlerine yakıştılar. Her bir karakter için belki kırktan fazla oyuncuyla deneme çekimi yapmışızdır. Aslında Nazlı olabilecek, iyi audition veren 4-5 kadın oyuncu vardı ama erkek oyuncu bulmak biraz daha zor oldu. İyi oyuncu bulamadık anlamında söylemiyorum. Çok iyi oyuncularla deneme çekimleri yaptık, ama hem bir türlü kafamdaki Emre’ye uymuyordu hem de Deniz Altan ile beraber uyumlu bir çift olmuyorlardı.
-Yönetmenler genelde kısadan sonra uzun metraj filmler yapıyor. Tabi bunun dışına çıkanlar da var. Bu hikayeyi uzun metraj olarak anlatmayı düşündün mü?
Uzun film yaptıktan sonra kısa film yapmaya devam eden çok yönetmen var. Dünyada yaygın. Mesela Safdie kardeşler. Bizde örneği az. Bu filmi yaparken birçok yönetmenden ‘‘uzun film yapmışsın zaten, niye kısa filme dönüyorsun’’ lafını duydum. Bizde “uzun film yapan yönetmen kısa film yapmamalı” gibi bir mantık var. Galiba o düşünceye sahip olanlar uzun filmden sonra kısa filme dönmeyi lig düşmek gibi görüyorlar. Komik buluyorum bu anlayışı. Bu düşünce onların kısa filme bakışlarını gösteriyor.
Bu hikâyeyi uzun film olarak yapmayı düşünmedim ancak kurguda ilk senaryo cut’ını yaptığımızda film 40 dakikaydı ve o hali de izlettiriyordu. Akıyordu. Başka bir ritmi ve hissiyatı vardı. O zaman kendi aramızda aslında uzun film de olabilirmiş diye konuşmuştuk. Filmi gördükten sonra uzun film olarak yapmamı önerenler de oldu ancak bu hikâyeyi anlatmanın doğru süresi ve ritmi bu bence.
-Geçtiğimiz yıllarda, Fil’m Hafızası etkinliklerimizden birinde senin kısa filmine de yer vermiştik. Kısa filmlere ne kadar değer verdiğini biliyoruz. Sence, Türkiye’de kısa filmlere bakış nasıl?
Türkiye’de kısa filme çoğunlukla amatör ve öğrenci filmi gözüyle bakılıyor. Buna sinema sektöründekiler, eleştirmenler ve sinema okullarındaki akademisyenler de böyle bakabiliyor. Kısa film yapımı için yeterince kaynak, gösterim mecraları yok. Televizyonlar kısa film göstermiyor. Eğer televizyonlar kısa film gösterse hem daha geniş kitlelere ulaşma imkânı olur hem de kısa filmlerin yapımı için önemli bir kaynak oluşmuş olur. Böyle olunca Türkiye’de kısa film daha çok sinema öğrencilerinin kendi imkanlarıyla yaptığı ve sadece festivallerde gösterilen filmlerle sınırlı kalıyor.
-Tüm filmlerinin senaryolarını kendin yazdın. Bu soruyu, Fil’m Hafızası takipçileri için soruyorum. Yazacağın bir senaryoyu, senin dışında hangi yönetmenin çekmesini isterdin ve neden?
Madem hayal kuruyoruz yüksekten uçalım o halde. Coen Kardeşler, Paul Thomas Anderson ya da Bong Joon-Ho. Bu yönetmenlerin mizah duygularını, kurdukları dünyaları, yarattıkları ilginç ve sıra dışı karakterleri seviyorum. Türleri karıştırmalarını da. Asghar Farhadi ya da Andrey Zvyagintsev’den de teklif gelirse reddetmem.