Dünya prömiyerini Harlem 16. Uluslararası Film Festivali’nde yapıp “En İyi Film” ödülüyle dönen Akis filminin yönetmeni İlker Savaşkurt ve senaristi Mehmet Kala ile film, sinema ve edebiyat içerikli bir röportaj gerçekleştirdik. Akis‘in Adana Altın Koza Film Festivali’ndeki Türkiye prömiyerinde de oldukça ilgiyle karşılanan galasının ardından merak edilen başlıkları filmin yönetmen ve senaristiyle konuştuk.
İlker Savaşkurt ve Mehmet Kala’yı biraz tanıyabilir miyiz?
İlker Savaşkurt: 1987’de Bayrampaşa’da bir göçmen mahallesinde doğdum, büyüdüm. Uzun süre müzikle ilgilendim. Özellikle metal gruplarında basgitar çaldım ve vokallik yaptım. Müzikle daha yakından ilgilenebilmek adına Amerika’ya, Teksas’a gittim. Tabii okula bu arada ara verdim. Bir süre sonra kendimi sinemada daha iyi ifade edebileceğimi düşündüğüm için okula devam etmeye karar verdim. Nihayetinde her iki alanda da müzikte de sinemada da bir şeyler anlatıyorsunuz. Teksas’tan Türkiye’ye bu sebeple döndüm.
Babamda kamera olduğu için belki de kameraya hep ilgim vardı. Babam kamerayı kullanmama izin vermiyordu. Muhtemelen bu sebeple hırs yaptım, merak ettim ama ilginçtir, hiç kamera satın almadım. Tabii ilgi ilerleyen zamanlarda farklı alanlara kayıyor. Sinemayla içli dışlı olduktan sonra yönetmenlik ve kurgu ilgimi çekmeye başladı. Kendi işlerimizin dışında reklam ve klipler çekip kurgusunu yapıyorum.
Mehmet Kala: Ben aslında Türk müziği konservatuvarı çıkışlıyım ve uzun yıllar müzikle uğraştım. Yazarlık hikâyem 2012 yılında tiyatroda başladı. Oyun yazarlığıyla start alan süreç Barış Atay’ın yönettiği Eksik (2015) filminin senaryosunu yazmamla birlikte sinemaya evrildi. O filme Malatya Film Festivali’nden en İyi Senaryo Ödülü gelince dedim burdan devam etmeliyiz. Zaten sonrasında Sürgün Türküleri (2015), Damat Koğuşu (2017), Akis (2015) derken bu günlere kadar gelindi. Ayrıca iki senedir birlikte çalıştığım bir yazar ekibim var. Ben artı beş çok yetenekli arkadaşımla birlikte kurduk. İsmi Yazane ve dijital, ana akım, sinema için projeler üretmeye devam ediyoruz.
Akis filmi ilk nasıl ortaya çıktı?
İlker Savaşkurt: Akis normalde Mehmet’in çok önce, 2010 yılında Emek Sahnesi’nde sanat yönetmeniyken yazdığı bir tiyatro metniydi. Daha Damat Koğuşu’nu bile çekmemiştik yani. Ben çok beğenmiştim Akis’i. Edebi yönüyle, anlatımıyla, hikâyesiyle çok hoşuma gidiyordu. Ama uzun yıllar öyle kaldı. Biz sonra Sürgün Türküleri ve Damat Koğuşu’nu çektik. Bir gün yeni taşındığım bir evde herhâlde başka bir perspektifle bakmış olacağım ki işlerimize, hep sosyal gerçekçi bir noktada durduğumuzu fark ettim. Evet, muhalif kişiliğimiz var ama başka şeyleri de seviyoruz. Mehmet’le paylaştım Akis’i film yapma fikrimi. Resepsiyonist Ashu gibi ve otelin diğer misafirleri gibi karakterleri düşündüm o ara. Mehmet de çok hızlı bir şekilde senaryolaştırdı.
Mehmet Kala: Aslında Shadow, Raven ve Sodom’un olduğu tek bir odada geçiyordu ve Shadow ve Raven aslında gay bir çiftti. Bunlar ilerleyen süreçte tabii başka karakterlerin eklenmesi, mekânın odadan otele dönmesiyle değişti ama metnin atmosferini genel olarak koruduk. Ve ortaya böyle bir senaryo, böyle bir film çıktı.
Öncelikle filmin dilinin neden İngilizce tercih edildiğini sorarak başlamak istiyorum. Sanırım en çok sorulan soru bu.
İlker Savaşkurt: Bu soru sadece Türkiye’de bana sorulur diye düşünüyordum. Yakın zamanda Bulgaristan gösterimlerinde bu fikrim değişti. İlk olarak Mehmet’in yazdığı ilk tiyatro metni (Sodom, Shadow ve Raven’ın olduğu) bana zaten hiç yerel bir metin olarak gelmiyordu. Karakterler bu topraklardan özellikler taşıyordu ama asla buralı değildi. Sonra bu otel odasını otel yapma fikrine girişince, otele yabancıların gelmesini uygun bulduk. Ve elbette her otel, havaalanı ve benzeri mekânda olduğu gibi İngilizce konuşmaları daha doğru olacaktı.
Mehmet Kala: Filmin dilinin İngilizce olması öncelikle hikâye açısından bir gereklilikti. İstanbul’da bir otele gelen farklı milletlerden insanlarımız var ve ortak dilleri İngilizce. Otelin resepsiyonisti ana karakterimiz de onlarla İngilizce konuşuyor. Senaryoyu uyarladığımız tiyatro metninde de karakter dilleri epey kimliksizdi aslında. Bu yüzden İngilizce’ye uyum sağlamaları da zor olmadı.
Filmin dilinin İngilizce olmasına rağmen izleyiciyi başta şaşırtsa da filme yabancılaştırmaması bir başarı. Bunu nasıl sağladınız?
İlker Savaşkurt: Kamera arkası ekibi İngilizce bilen ve yurt dışı deneyimi olmuş ekip arkadaşlarımızdan oluşuyordu. Türk oyuncularımız için de aynı şey geçerli. Oyuncular ile çekim öncesi çok yoğun ve kapsamlı bir prova süreci geçirdik, sanıyorum bu sebepten kaynaklı yabancılaşma durumu olmadı. Çekimler sırasında biz yabancı dilde bir hikâye çektiğimizi unutmuştuk.
Mehmet Kala: Bunun yarattığımız atmosferden kaynaklandığını düşünüyorum. Hem tek mekânın yarattığı etki hem de hikâye akışı seyirciyi ilk dakikadan içine çekiyorsa, oyuncuların uyruğu ya da konuşulan lisan pek sorgulanmıyor galiba. Kendinizi kaptırıyorsunuz ve detaylar önemsiz oluyor.
Türk seyircinin pek alışık olduğu türden bir yapım değil “Akis”. Filmin Adana Altın Koza Film Festivali’ndeki galasında ve hemen ardındaki söyleşide bulunmuş biri olarak filmin oldukça sevildiğini, seyirci tarafından ilgiyle ve takdirle karşılandığını birinci elden gözlemledim. Nitekim filmin ardından alkış aldınız ve olumlu yorumlarla beraber bolca soru soruldu. Bu noktada iki sorum olacak müsaadenizle. İlk sorum şu; Türk seyircinin alışık olmadığı bir film yapmak sizi endişelendirdi mi? İkincisi ise alışılmadık bir filmin takdirle ve sevgiyle karşılanmasını nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye bu tür “farklı” yapımlara biraz aç diyebilir miyiz?
İlker Savaşkurt: Bu tarz durumlarda endişe duymak çok hatalı bir durum olur bence. Türkiye, uzun süredir belli düzlemler ile çok bilinen denklemlerden oluşan bağımsız yapımlarla, tırnak içinde festival filmleriyle ortaya çıkıyor. Biz genç sinemacıların bir yandan görevi yeni şeyler denemek ve bu alanlarda kanallar açmak. Aksi taktirde hep söylendiğimiz, şikâyet ettiğimiz şeyleri yapan insanlar olmuş oluyoruz. Türkiye’den bir William Burroughs esinlenmesi çıkması epeyce insanı şaşırtıyor ama beni endişelendirmiyor.
Son beş yıl içinde tüm kavramlar çok hızlı değişiyor ve evriliyor. Yaratılan içeriklere erişen jenerasyon yelpazesi çok genişledi. İzleyiciye sunduğumuzda farklı yaşlardan farklı kesimlerden yorumlar almak, beğeni almak çok sevindirici. Bana sorarsan Türkiye denemeye epey bir aç. Ve dediğim gibi bu denemeyi yeni kuşak ve bizler yapmalıyız.
Mehmet Kala: Elbette seyircinin yüzündeki o şaşkınlığı ve etkiyi görmek bizim için çok önemliydi. Sıra dışı bir iş çıkardığınızı öyle anlarda anlıyorsunuz. Alkış almamız da ayrıca mutlu etti tabii ki. Bu tarz bir film yaparken endişelenmedik çünkü bizim bir önceki filmimiz Damat Koğuşu‘ydu ve o filmle üstesinden gelmiştik bu tarz duyguların. Aksine cesur davranmayı seviyoruz.
“Akis”te bol bol Edgar Allan Poe etkisi ve gotik bir hava görüyoruz. Nereden kaynaklanıyor? Genel bir Poe sevgisi ve gotik bir etki mi yoksa bir seferlik bir anlatı biçimi olarak mı denediniz?
İlker Savaşkurt: Tek seferlik bir deneme mi bilmiyorum. İlk olarak Sürgün Türküleri: Yılmaz Güney ve devamında Damat Koğuşu‘nu yaptık. Mehmet o arada Eksik filmini yazdı. Bunlar hep çok sosyal gerçekçi kategoride olan işlerdi. Oluşturduğumuz sıradaki projeler gene aynı janr içinde olunca bu beni rahatsız etti.
Akis oyunu 2010 yılından beri benim aklımdaydı ve o kasvetli gotik havası, karakterleri, edebi bağları sinema zevkimle çok örtüşüyordu. Farklı bir tarz, renk, anlatım denemek için Akis filmi ile yola çıktık. İleride benzer yapımlarımız elbette olacaktır.
Mehmet Kala: Poe’ya karşı tabii ki bir ilgi ve hayranlık söz konusu ama senaryo için temel bir nokta değil. Karakterleri tasarlarken ve atmosferi düşünürken oraya çekilme durumu ve göndermeleri metnin içine yerleştirme fikri çıktı diyebiliriz. Yani Poe bizi senaryoya değil de senaryo Poe’ya götürdü. Belki bu başka bir filmde başka bir yazar olur.
Belki kavramsal bir soru olacak ama bu sorunun ardından herhâlde sorulması gereken soru edebiyat-sinema ilişkisini nasıl gördüğünüz hakkında olmalı. “Akis”in senaristi ve yönetmeni bu konuya nasıl yaklaşıyorlar?
İlker Savaşkurt: İyi bir senaryo yoksa iyi bir film olmaz. Sinemanın kökü yazmaktır ve dolayısıyla edebiyattır. Film yapımı şiirsel bir süreçtir. İçinde ışık, fotoğraf, tiyatro, renk, müzik ve edebiyat barındırır.
Mehmet Kala: Bu ilişki aslında çok kuvvetli ve sinema tarihinde de muazzam örneklerine rastlıyoruz. Edebiyat uyarlamasındaki asıl risk seyircinin disiplinleri birbirinden ayıramama refleksi. Aslında okuduğum bir kitabın filmini izliyorum ve bu benim hayal dünyamı doyurmalı fikriyle değil de ondan ayrı bir sanat eseri olarak bakınca daha iyi anlaşılıyor uyarlamalar. Yazarken de karakter derinliklerini iyi tespit edip hikâyenin temel unsurlarını dejenere etmemek gerekiyor tabii.
Film tek bir mekânda, İstanbul’un en turistik bölgelerinden birindeki bir otelde geçiyor. “Akis” arkasına İstanbul’u alan, göstermese de hissettiren bir film. Senaryodan post-prodüksiyona kadar birlikte çalışıyor musunuz? Uyumlu bir ilişki yakaladığınız aşikâr. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
İlker Savaşkurt: Çalışma arkadaşlığından ziyade biz arkadaşız ve birbirimiz çok iyi tanıyoruz. Yıllar içinde sevdiğimiz tarzların, fikirlerin, nüansların ve estetiklerin de aynı olduğunu gördük ve sanıyorum en önemlisi aramızda ego çekişmesi yok. Ne üretirsek iyi olması için çaba veriyoruz.
Ben kurgu yaparken Mehmet ile olmayı çok seviyorum çünkü çok eğleniyoruz. Ayrıca çok iyi fikirleri oluyor.
Mehmet Kala: Bizimki kreatif partnerlikten ziyade çok yakın bir dostluk İlker’in de dediği gibi. Hatta ötesinde aile gibi olduk yıllardır. Birlikte üretmek, çalışmak ve bir film ortaya çıktığında onun bize getirdiklerini paylaşmayı seviyoruz. Ruhen özdeş insanlarız ve çok iyi anlıyoruz birbirimizi. Böyle bir yakınlık olunca da gerisini halletmek daha kolay oluyor tabii. Film yapım sürecinin neredeyse tamamında beraber bulunuyoruz. Senaryo aşaması, set, kurgu süreci bunlara dahil. Asıl meselemiz egosuz, çatışmasız ve işi yükseltmek için devamlı destek olarak ilerlemek.
Filmin senaristi ve yönetmeni olarak “Akis”i bir janra yerleştirecek olsanız nereye yerleştirirdiniz? Daha geniş bir tabirle, filmin yaratıcıları filmlerini nasıl tarif ederlerdi?
İlker Savaşkurt: Bence Mystery/Thriller ya.
Mehmet Kala: Yer yer karakomik gerilimli bir fantezi diyebiliriz belki.
Son olarak yeni projeleriniz var mı ilerleyen günlerde?
İlker Savaşkurt: Şimdiye kadar bağımsız işler yaptığımız için süreç uzun oluyordu. Yani bizim genelde yapımcımız olmadı. Dolayısıyla sponsorlukla, melek yatırımcılarla yaptık filmlerimizi. Bu sene mesleğimizi icra ederek son dönemde furya olan dijital platformlara projeler üretmeyi düşünüyoruz. Yeni janrlarda yeni fikirleri hazırlamak istiyoruz. Bir yandan Akis’ten de önce Sürgün Türküleri ve Damat Koğuşu ile gelen bir serimiz var. Onlara devam ediyoruz. Yani film yapmaya ara vermeden devam etmek istiyoruz.
Mehmet Kala: Önümüzde yeni bir filmden önce bir dijital dizi projesi olabilir. Şu anda süreçte olan ve sıcak görünen bir korku dizimiz var. Bu da yine bizden çıkmış bir hikâye. Elbette sinema işi de durmuyor ve üzerine çalıştığımız, Damat Koğuşu filmimizin yapımcısı Abbas Nokhastes’le birlikte yürüttüğümüz senaryo çalışmaları, süren bir de uzun metrajımız var.