İstanbul Film Festivali dünya sinemasının en yeni örnekleri, usta yönetmenlerin son filmleri, yeni keşifler ve kült yapıtların aralarında bulunduğu 135 uzun ve 22 kısa metrajlı filmden oluşan zengin programıyla 41. kez sinemaseverlerle buluşuyor. İki yılın ardından sinema salonlarına dönen festivalde 12 gün boyunca, 14 bölümde 43 ülkeden 164 yönetmenin filmleri gösterilecek. Gösterimlerin yanı sıra konuk yönetmen ve oyuncuların katılımıyla gerçekleştirilecek sohbetler, konser ve özel etkinlikler de festival kapsamında yer alacak.
Fil’m Hafızası ekibi olarak sizler için festivali takip edip filmler hakkında görüşlerimize yer vereceğimiz 41. İstanbul Film Festivali Günlükleri’nin sekizinci karşınızdayız. Keyifli okumalar.
Diğer Tom (El Otro Tom)
Diğer Tom, her ne kadar ilk başta ilgisiz bir ebeveyn ve onun mağdur edilen oğlunun hikâyesiymiş gibi başlasa da bambaşka bir rota izliyor. Filmde kötü bir anne ve yardıma muhtaç bir çocuk olmadığını, deneyimsiz bir anne ile desteğe ihtiyacı olan bir çocuk olduğunu anlıyoruz. Genç ve bekâr olan anne, zamanla bilinçlenerek deneyimli ve çocuğunu anlayıp ona yardım edebilen bir konuma geliyor. Üstelik film, sanık sandalyesine anneyi oturtmadığı gibi Tom’u terk eden ve onunla gerektiği gibi ilgilenmeyen babayı da yargılamıyor. Zira asıl suçlular, eğitim sistemi, sağlık sektörü ve tüm bu kurumları ayakta tutan doktorlar, öğretmenlerdir. Yani bir nevi devletin kendisidir.
DEHB’den (dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu) muzdarip olan Tom, kısa sürede okulda hedef haline geliyor. Akranlarının acımasızlığı yetmezmiş gibi öğretmeni de onu anlamaya ve kazanmaya çalışmıyor. Fakat tüm bunlara rağmen film, asla peşine takıldığımız karakterimizin yaşadıkları üzerinden mağdur edebiyatı yapmıyor. Tom’un en zorlandığı anlarda bile seyircinin gözyaşlarından medet ummayan filmin anneyi de en az Tom kadar önemsediğini söylemek gerek. Diğer Tom, sadece Tom’un bir yaş aldığı değil aynı zamanda da annenin ve babanın ebeveyn olmayı öğrendiği bir film.
Laura Santullo ve Rodrigo Pla, ebeveynleri hedef tahtasına oturtmayıp büyük resme bakmaya cesaret ettikleri için bile takdiri hak ediyor. Birçok festivalden ödülle ayrılan filmi, 17 Nisan’daki gösteriminde izleyebilirsiniz.
Cadı Üçlemesi 15+
Kadınlar… Elmayı ilk ısıran, ademin aklını çelen, dilinde kötülük tılsımlarıyla gezen cadılar.
Dizimizi kırıp evimizde oturduğumuzda, çaya çorbaya koştuğumuzda, “erkeğimizin” etrafında pervane olduğumuzda iyiyiz gerçi. Ama eğik boyunlarımızı biraz kaldırıverince, hakkımızı yani bize ait olanı isteyince, hele biraz da özgürlüğümüze düşkünsek ne terbiyesizliğimiz kalır, ne cadılığımız… Dünyanın kötülüğünün sorumluluğu bizim omuzlarımızdadır çünkü, hikâye (elbette erkekler tarafından) böyle anlatılagelmiştir. Ceylan Özgün Özçelik’in Cadı Üçlemesi, işte bu hikâyeleri kadınlar ağzından yeniden anlatıyor. Daha doğrusu kadınların anlattığı hikâyeleri, sinemaya taşıyor. Kadınlar perdede ne görmek istiyorsa, onu gösteriyor.
Cadı Üçlemesi’nin ilk filmi 13+, bir kısa kurmacaydı ve geçtiğimiz aylarda hem festivallere konuk oldu hem de BluTV ve Mubi Türkiye’de, Özçelik’in bir diğer kısa filmi Ankebût ile birlikte gösterime girdi. Deneysel gerilim türündeki 13+, bir kız çocuğunun gözünden onun travmalarla dolu bir odadan oluşan dünyasına bakarken, 15+ (Cezaevinden Mektuplar) iki yetişkin kadının duyguları arasında dolaştırıyor bizi. Üçlemenin ikinci filmi bir uzun metraj belgesel; kendilerine ve çocuklarına sistematik şiddet uygulayan kocalarına karşı öz-savunma hakkını kullanan iki kadın, Havva ve Aylin’in satırlarının vücut bulmuş hali.
Belgesel suçlardan, acılardan, görülen ağır şiddetten yola çıkıyor ama asla bunlardan beslenmiyor. Seyirciyi fikrin çıkış noktasından bambaşka bir yere taşıyor. Havva ve Aylin’e mektup aracılığıyla ulaştırılan sorular (cezaevinde çekim yapılmasına/ses kaydı alınmasına izin verilmediği için) ve o soruların cevapları bu iki kadının içlerindeki umudu, sevgiyi, doğayı, hasreti yansıtıyor. Gülçin Kültür Şahin’in sesinden Havva’yı, Hare Sürel’in sesinden Aylin’i dinlerken onların yaşadığı yerlerin, anılarının, çocuklarının görüntüleri eşlik ediyor ekranda bize. Aylin ve Havva’nın umutları kadar tedirginlikleri de kamera hareketlerinde kendine yer buluyor. Yer yer kadrajı ters çeviren, yer yer arkasını kolaçan eden, yer yer doya doya gökyüzüne bakan kamera, aslında iki kadının gözünden dünyayı izliyor.
Aylin, “Buradayım, çünkü hayatta kaldım.” derken tüylerimiz ürperiyor ve sonuna kadar hak veriyoruz. Türkiye’ye İstanbul Sözleşmesi’nin yaşattığını öğretmeye çalıştığımız şu günlerde, kurtulmak için mücadele eden kadına hukukun söylediği şeyin “Sen niye ölmedin?” olduğunu çok iyi biliyoruz çünkü. Yönetmen Özçelik’in söyleşi sırasında dile getirdiği şu soruyu da her zaman her yerde sorabilme cesareti gösterebiliriz umarım: “Öz savunma hakkını kullanan kadınlar neden yakılması gereken birer cadı oluyor?”
Yapımcılığını Armağan Lale’nin üstlendiği ve birçok kadın sinemacının destekleriyle çekilen Cadı Üçlemesi 15+ (Cezaevinden Mektuplar)’ın 18 Nisan’daki ekip katılımlı gösterimini kaçırmayın.