“Bedenlerinizin, içinizde olan ve Tanrı’dan aldığınız Kutsal Ruh‘un tapınakları olduğunu bilmiyor musunuz? Siz kendiniz değilsiniz; bir fiyata satın alındınız. Bu nedenle Tanrı’yı bedenlerinizle onurlandırın.”
-1 Corinthians 6:19-20
“…insanlar oldukları gibi değil, göründükleri gibi sevilmek isterler.”
Alejandro Jodorowsky sineması ile tanışmış herkes, onun ne kadar kendine has bir sinema dili olduğunu bilir. Bu orijinal stilin perdede yansıtılma biçimi de dilin özü kadar bu tecrübenin bir parçasıdır. İkinci ve üçüncü uzun metraj filmleri olan El Topo (1970) ve The Holy Mountain (1973), bu yolculuğun önemli mihenk taşlarındandır. Özellikle The Holy Mountain, bilinçaltına gömülmüş her türlü his kombinasyonunu kullanmasıyla öne çıkmaktadır ve yaratılışının öncesindeki ve sonrasındaki hiçbir şeye benzememektedir. Bilinçdışı dünyamızda bir araya getirmenin imkânsız olacağı duygular, bir kadeh şarapta besberrak çözünmektedirler. Jodorowsky de, izleyicinin zihninde övgüleri toplamaktan geri durmamaktadır.
The Holy Mountain, çok zor bir film. İzlemesi zor olduğu yetmezmiş gibi, üstüne düşünmeyi de zorlaştıran bir iş. Bunun sebebi henüz ilk sahnesinden itibaren envai sinema elementini – bırakın izleyiciye bir tepside sunmayı – sanki düşmanmışçasına üzerine fırlatmasıdır. Kolları ve bacakları olmayan bir adamın mensup olduğu ve mahrem bölgeleri yeşile boyalı bir kabilenin çocukları, yerde yatan ölü bir İsa’nın yüzündeki sinekleri temizleyip onu çarmıha gererler ve üzerine domates atarlar. Bu esnada da İsa uyanır. Görsel sembolizm, çizgi çizgi renk paletleri, grotesk figürler ve ilk etapta ön plandaymış gibi görünen ruhanî bir aydınlanma öyküsü…Hep el ele giderler. The Holy Mountain, boşaltım sistemi ve midesi dayanacak olanlara unutulmaz bir tecrübe vaat ediyor.
Ancak bu yine de filmin yoruculuğunu ve yoğunluğunu azaltmıyor. Her plan, her sekans, her imaj bir anlam içeriyor. Eğer filmi mütemadiyen durdurup üstüne düşünecek olursanız, ikincil ve üçüncül anlamlar da bulabilmeniz pekâlâ mümkün. Saniyede yirmi dört karede sınırsız farklı tema ve duygu… Tabii ki buna katılmayan, filmin aslında Jodorowsky’nin kendi oynadığı simyacı karakteri önderliğinde kutsal dağdaki sekiz tanrıyı öldürüp evrene hükmetmeye çalışan sekiz karakterin aydınlanma öyküsü olduğunu iddia edecek sinemaseverler de olacaktır. Ben filmin – ve doğal olarak Jodorowksy’nin de – bu olay örgüsüyle ilgilenmemizi istediğini ve hatta filmin kendisinin de ilgilendiğini katiyen düşünmüyorum. Hatta bu tercihin bilhassa hayatın kendisine ve kutsal kitaplara yönelik bir taşlama olduğunu iddia etmek bence yanlış olmaz. Ancak hakikat bu olsa dahi, bu denli zengin bir filmi sınırları belli belirsiz de olsa çizili bir yolda takip etmek, tecrübenin kendisine haksızlık olacaktır.
The Holy Mountain, arkadaşlar arasında tartışılıp anlamlı bir sonuca varılabilecek bir film asla değil. Her insana farklı seslenen ve her insanın farklı şeyler duyacağı ve duyduklarından da farklı anlamlar çıkaracağı bir film. Tecrübeyi kişiselleştirdiği anda film, indirgenmesi imkânsız bir hal alıyor. Sanatçının, robotik bir bebek doğuran bir başka robotik seks makinesi yaratması, Meksika’nın fethini yeniden yaratan sürüngenlerin dansı, bir adamın dışkısından altın yapımı ve bir ordu generalinin koparılmış testis koleksiyonunu topladığı ambar deposu… İmajların ve sembollerin kendi kendilerini kusması, anlamsız da olsa bir bütün oluşturmaktadır. Jodorowsky’nin asıl başarısı, kimi meslektaşları gibi minik motiflerden tutarlı anlamlar çıkarması değil, izleyicinin önüne koskocaman bir beton duvar dikip eline de ufacık bir kaşık tutuşturmasıdır.
Dolayısıyla bulduğumuz her anlam, geçirdiğimiz her mide bulantısı ve gözlerimizi pörtleten her görüntü, dağdan aşağı yuvarlanan bir çakıl taşından ibarettir. İzleyenin göğüs gerdiği bu zor yolculuk, tünelin sonunda görüntülerin, rüyaların ve fotoğrafların birinci çoğul kişiye mensup olduğu gerçeğini gösterir. Gerçeğe yönelmek için yapılan sessiz çağrı, nihayetinde, aynı şeyi ister- hali hazırda bize sunulanların dışındaki algılara dayalı çerçeveyi hissetmeyi. The Holy Mountain, analizi yapılmaması gereken bir filmdir. Jodorowsky’nin de bunu isteyeceğini düşünmüyorum. The Holy Mountain’a evin anahtarlarını verin ve kendinizi teslim edin. Günün sonunda, izleyeceğiniz usta bir yönetmenin zarif, devrimci (!) ve ahlaksız sanat eseridir.