Geçtiğimiz yıl Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülen Fransız yazar Annie Ernaux’nun oğlu David Ernaux-Briot ile beraber yönetmenliğini üstlendiği The Super 8 Years adlı belgesel, Fransa’da 2022’nin Aralık ayında vizyona girdi. 8 mm kamerayla çekilmiş arşiv görüntülerden oluşan The Super 8 Years, yazarın edebi eserleri kadar konuşulmasa da edebiyat ve sinemayı büyüleyici bir basitlikte bir araya getirmesi açısından ilgiyi hak eden 60 dakikalık özgün bir beyazperde “novella’sı” niteliğinde.
1972-1981 yılları arasında orta sınıf bir hayata adımlarını atmaya başlayan Ernaux ailesinin günlük yaşantısı, yabancı ülkelere seyahatleri ve tabii kişisel olandan ayrılamayan dönemin siyasi atmosferini Annie’nin eski eşi Philippe’in Süper 8 kamerasıyla kayıt altına aldığı perspektifinden izliyor ve Annie’nin yazdığı metinle, onun kelimelerinden dinliyoruz. Bu anlamda belgesel bize, geleneksel sinemada karşılaştığımızın aksine gördüklerimiz ve dinlediklerimizi, çatışmasıyla edebiyat magazinine de konu olmuş iki farklı kişinin bakış açısıyla aktarıyor. Belgeselin sinematografik değeri Annie Ernaux’nun kitaplarında da sıklıkla başvurduğu bir kaynak olan günlükleriyle olan bağlantısından geliyor. Görüntülerin üzerine yazdığı metni o dönemde tuttuğu günlüklere başvurarak hazırlayan yazar, Patrick Heidmann’a verdiği röportajda “Görüntülerde mutluluk ve neşeye dair izler olabilir ama günlüğümde bu imajlarla çelişen bir şeyler olduğunu biliyordum.” ifadelerini kullanıyor. Böylelikle sırasıyla Annie ve Philippe ile eşleşen metin ve görüntü zıtlığının varlığını yazarın kendi kelimelerinden de duymuş oluyoruz.
Bunun yanında, kitaplarında fotoğraflara yaptığı sık atıflarla, okuruna sinematografik bir okuma deneyimi sunan Ernaux’nun The Super 8 Years’da edebiyatla iç içe bir sinema tecrübesi yaşatması da, hikayesini anlatırken kullandığı araçlar ve bu araçların yerlerini değiştirirken oynadığı oyunlar bakımından ilgi çekici bir nitelik taşıyor. Bu anlamda, belgesel, Annie Ernaux’nun yazılı ve görsel medya arasındaki etkileşimi ortaya çıkardığı ilk eser değil. Metinlerinde fotoğrafları tasvir etme ve belleğindeki görüntülere yaptığı çağrışımlar yoluyla okuyucuya zaten sinematografik bir anlatı sunan yazarın, bu defa temel araç olarak sinemayı kullanması da o kadar şaşırtıcı değil.
Bir Masa, Abajur ve Koltuklar: Gündelik Olanın Siyasi Yansıması
Ernaux’nun kitaplarında sıkça karşılaştığımız kişisel hayatının çıplak verilerini siyasi gerçeklerin kaçınılmaz varlığıyla bütünleştirerek oluşturduğu kişisel-toplumsal dil, The Super 8 Years’da da karşımıza çıkıyor. Ernaux’ların hayatındaki bir 10 yılın hem sakin hem maceralı bir portresi olan belgesel, bizi Fransa’nın burjuva kırsallarındaki tatillerden, orta sınıf bir ailenin eğlence alışkanlıklarına ve Mısır, Arnavutluk, İspanya ve SSCB’deki gezilerine eşlik etmeye davet ediyor. “Benimle ilgili olan herhangi bir şeyin dünyanın geri kalanından ayrı olduğunu hayal edemiyorum. Bu bir çift, bir aile ama aynı zamanda bir toplum hakkında bir hikaye.” diyor Annie Ernaux. Quinzane seçkili belgeselin Cannes’daki basın toplantısı sırasında da 1972-1981 yılları arasında toplumların gördüğü bazı büyük değişimlere işaret ediyor. Sovyetlerin dağılışı, Arnavutluk’taki rejimin düşüşü, Franco’nun ölümü. Bu anlamda belgeselin 10 yılı sırasında yaşanan toplumsal olaylar ve Ernaux ailesinin yaşantısı birbirine eşlik ediyor. Evin içinde varlıklarını uzun uzun gördüğümüz, masa, abajur ve koltuklar bile hem ailenin yıllarla birlikte geleceğe taşınmasına şahitlik eden birer eşya hem de o dönemin ve toplumun hafızasını ahşabında, kumaşlarında ve kılıfında barındıran birer siyasi objeye dönüşüyor. Tıpkı Philippe’ın Süper 8 kamerasının 70’li yılların burjuva ailelerinin edinmekte gecikmediği ve dönemin hafızasını bu sefer kelimenin gerçek anlamıyla “kayıt altına alan” bir başka eşya olması gibi.
Mekas’ı Anımsamak
The Super 8 Years, birçok bakımından Litvanyalı yönetmen Jonas Mekas’ın sinemasıyla da benzerlik gösteriyor. Mekas ve Ernaux hemen hemen aynı jenerasyondan gelip aynı toplumsal olayları farklı şekillerde tecrübe etmiş ancak sinemaya ve edebiyata benzer bakış açılarıyla yansıtmış iki sanatçı. Bu bakımdan The Super 8 Years, Mekas’ın Reminiscences of a Journey to Lithuania ve Songs of Avignon gibi yine arşiv görüntülerden oluşan kişisel-siyasi anlatısıyla da oldukça benzerlik gösteriyor. Amatör kamerayla çekilmiş arşiv görüntülerle izleyiciyle buluşan Ernaux ve Mekas, hem arşivin doğasına içkin hüzünle hem de eskiye dair olandan beklemeyi unuttuğumuz bir heyecanla izleyici kendi anılarıyla buluşturuyor. Bu nedenle, The Super 8 Years’dan bahsederken Jonas Mekas filmlerini anımsamak ve Ernaux’nun belgeseliyle duygusal bir bağ kuranların, henüz keşfetmemişlerse Mekas sinemasıyla da tanışmalarının anlamlı olacağına değinmek gerek.