Carlos Morelli’nin senaryosunu yazıp yönettiği “Der Geburtstag” (2019), Türkçe karşılığı ”Doğum Günü”, çıkış noktası itibariyle klişe sayılabilecek bir sorumsuz baba figürünü ele alır. Ancak öykü sanatında olduğu gibi sinemada da ehemmiyetli olan bir anlatının aktarılış biçimidir. Uruguaylı yönetmen Morelli, filmi bir satranç tahtası gibi kurar. “Şeytan ayrıntıda gizlidir” sözü Der Geburtstag için sahne detaylarında fazlasıyla söylenebilir. Ayrılıklarının ardından Matthias ve Anna çifti, ruhsal olarak henüz sancılar yaşayan oğulları Lukas‘ın doğum günü partisini planlamak için bir araya gelir. Partinin sonunda küçük misafir Julius ailesi tarafından alınmayınca hızlı olaylar zinciri başlar. Matthias önce sadece Julius’tan kurtulmak ister; ancak daha sonra çaresiz küçük çocuk Matthias’ın koruyucu içgüdülerini uyandırır ve gözlerini kendi oğlunun ihtiyaçlarına açar.
Matthias (Mark Waschke) ve Anna (Anne Ratte-Polle) arasındaki ilişki bir süredir oldukça işlevsizdir ve Matthias’ın ayrılıp taşınması aralarındaki problemlerin çözüldüğü anlamına gelmemektedir.. Yedi yaşındaki oğulları Lukas (Kasimir Brause) olmasaydı, muhtemelen hiç iletişim kuramayacaklardır. Ancak çocuğun doğum günü partisi için bir araya gelmek zorunda kalmaları dramatik olaylar silsilesini doğurur. Ancak asıl zorluk daha sonra, doğum günü konuklarından biri olan Julius (Finnlay Jan Berger) annesi tarafından alınmadığında ortaya çıkar. Aslında Matthias sadece çocuğu mümkün olduğunca çabuk ailesine teslim etmek istemektedir, çünkü başka planları vardır.
Film karı koca arasındaki ilişki üzerinden başlarken daha sonra bir kayıp-arayış temasına evrilir. Bundan çok daha önce ise Morelli seyirciyle oynamaya başlamıştır. Çocuğu Lukas’ın doğum günü partisi için Lukas’ın arkadaşları gelecektir. Hazırlıklar yapılır;; lakin yağan şiddetli yağmur ve dekorların mahvolması onları kimsenin gelmeyeceği düşüncesine iter. Hayvanat bahçesine gitmek üzere hazırlanacaklardır fakat daha sonra bir çocuk gelir ve ardından diğerleri… Filmde Lukas’ın yeni arkadaşı Julius’un bazı besinlere alerjisi olması, Mathias’ın sorumsuz kişiliği, Lukas’ın somurtkan ve memnuniyetsiz olması karakterlerin arızası olarak tanımlanabilir. Filmde karakterlerin arızası onların kişiliklerin çatışmacı yanlarını ortaya koyar izleyici için.
Doğum gününden sonra Julius’un annesinin gelmemesi filme gerekli gizemi katarak noir- bir atmosfere sokar. Alman ekspresyonist sinemanın izlerini gördüğümüz sonraki sekanslarda yağmur, karanlık, heybetli gölgeler ve tekinsizlik yer yer oldukça yoğun hissedilir. Mathias Julius’un annesini ararken muhtelif yerlere gider. Burada çocuğun annesi olduğunu düşündüğü bir kadını takip eder. Nitekim annesi oğlu için gelmemiştir ve gelmeme sebebini izleyici asla öğrenmez. Takip ettiği kadının tiyatro izlemeye gelen birisi olduğunu fark eden Mathias aracına geri döndüğünde bu sefer Julius’u kaybeder. İzbe sokaklarda çocuğu bulduktan sonra bir dondurmacı dükkânına giderler. Sorumsuz Mathias, toleransı olan çocuğun dondurma yemesine bir şey demez ya da demeyi unutur. Ancak tüm bu süreçte Julius’un annesini aramaları noktasında çocuk eve gitmek istemez ve mutsuzluğunu hissettir. Mathias’ın neden eve dönmek istemediğini sorması üzerine çocuk yatağının hastane yatağı gibi koktuğunu söyler. Başka bir sahnede Mathias Julius’un evlerine gittiklerinde o tuvaletteyken yatağı koklar. Bunun gibi ayrıntılar filmi ele alırken sinemanın yazılı olmayan anlatısına dair tespitlerdir. Morelli gerilimi artırmak için çeşitli yöntemler kullanır. Polis arabasının ekranın uzak köşesinde görünmesi onun siren sesini duymamızdan bazen daha etkileyicidir.
Mathias’ın ilişkisi Anna üzerinden değil, oğlu Lukas’la olan kopukluğuna dairdir. Oğlunun doğum günü hediyesi istemesi fakat Mathias’ın unutması, çocuk için önemli şeyleri dikkate almaması, dondurma yemek, hayvanat bahçesindeki yavru fili görmek gibi olaylar Lukas’ta hayal kırıklığı yaratır. Oğluyla kuramadığı ilişkiyi Mathias Julius’la kurar. Ancak Morelli filmin sonunda baba oğul ilişkisini çözüme kavuştursa da Lukas’ın arızasını aklamaz. “Bazen bir çocuk da huysuz ve yaramaz olabilir,” der.
Der Geburstag, çeşitli bölümlere ayrılarak aktarıldığını da belirtmek de fayda var. Her bölüm geniş bir sekans gibidir. Filmin tekinsizlik hissini yaşattığını belirtmiştik. Bütçe yetersizliğiyle siyah beyaz çekilen bir filmde parasızlığın kasıtsız faydasından söz edebiliriz belki de. Aynı zamanda Morelli’nin senaryo ve yönetim derslerini almış biri olarak onun anlattığı şeyleri biçimsel ve senaryo üzerinden filmde görmek kişisel bir notum olarak belirtmemde fayda var.
Sinema teknik ve pratik enstrümanları haiz olsa da ona sanat formunu veren harekettir. Hareket karakterlerin arızasından senaryoda başlayarak filmin aktarım retoriğine ve kurgunun masasına uzanır. Morelli de çelişkileri oldukça basit meseleyi içini doldurarak işlemeyi başarmıştır. Bunda yalnızca senaryonun değil, senaryodaki olayların yönetmenin kamera ve mizansendeki hakimiyetinin de büyük payı vardır.