“İktidarın işleyişinden söz ettiğimde yalnızca devlet aygıtı sorununa, yönetici sınıf, hegemonik kastlar sorununa gönderme yapıyor değilim, bireylerin gündelik davranışlarında, bedenlerine varıncaya kadar işleyen giderek daha da incelen, tüm mikroskobik iktidarlar dizisine gönderme yapıyorum.”[1]
Gilead Cumhuriyeti’nde hayatın kendisi tam olarak hükmeden ve hükmedilenlerden ibarettir. Tek tek evlerin içinde kurulan iktidar ilişkileri, kentlerde, kurumlarda ve nihayetinde ülkede büyüyerek devam etmektedir. Kadınların arasında da erkeklerin arasında da farklı bir iktidar ilişkisi yaratılmıştır. Bu yazı kapsamında ise Gilead’da damızlık kadınların iktidar ile olan ilişkisine bakılmış ve bu ilişkinin aslında birçok yönden Foucault’un modern çağ için tanımladığı iktidar ilişkileri ile güçlü bağları tespit edilmiştir. Yazıda bu güçlü bağın ardından bunu bir adım daha ileriye götürerek biyo-iktidarın sadece patriarkal düzenin matriarkal düzene değil aynı zamanda hayvan bedenlerine de yöneldiği gösterilmeye çalışılmıştır.
Kadınlara nasıl davranıldığına bakın. Kontrol edildik, tecavüze uğradık, hiçbir inanılırlığımız olmadı, hiç ciddiye alınmadık. Hayvanlara da aynı şey oluyor. Onları sakat bıraktık, evcilleştirdik. Bütün düzenleri, bütün varlıkları insanların ihtiyaçlarına göre şekillendirildi. Erkeklerin de kadınlara ve dünyaya yaptığı şey bu işte.”[2]
Analiz boyunca yukarıdaki tarzda verilen örnekler, benzetmeler ve tespitler üzerinden eril tahakküm altında kimliğinden koparılan, adeta bir meta gibi muamele gören, sömürülen, yok sayılan kadınlar ile hayvanlar arasındaki benzerliğin altı çizilmiş; var olan ilişkinin açık edilmesine çabalanılmıştır.
Kitab-ı Mukaddes: Gilead Cumhuriyeti
“Ve Rahel Yakup’a çocuk doğuramayınca, ablasını kıskanmaya başladı. Yakup’a, ‘Bana çocuk ver, yoksa öleceğim’ dedi. Yakup Rahel’e öfkelendi. ‘Çocuk sahibi olmanı Tanrı engelliyor. Ben Tanrı değilim ki!’ diye karşılık verdi. Rahel, ‘İşte cariyem Bilha’ dedi, ‘Onunla yat, benim için çocuk doğursun, ben de aile kurayım.’ [3]
En büyük icraatı Eski Ahit’te geçen yukarıdaki ayete dayanarak ‘damızlık kız’ sınıfı yaratan aşırı muhafazakârların yaptığı darbe sonucunda Gilead Cumhuriyeti kurulmuş, kaçabilen bazı vatandaşlar yurtdışına kaçmış, kaçamayan muhalifler ise yeni rejimin yaptığı tasnif sonucunda kastlara ayrılmıştır. Yönetici sınıf ve onlara destek sunan küçük bir bölüm haricindeki herkes, Gilead Cumhuriyeti’ne hizmet etmek için kullanılacak şekilde görevlendirilmiştir. ABD’de en “adab-ı muaşeret kurallarını hiçe sayan”, muhalif, “arsız” olan kadınlar bir nevi Nazi soykırım kamplarını andıran kolonilere, doğurgan olmayan ama becerikli kadınlar “martha” olarak evlere hizmetçiliğe, doğurgan olmayan ama güzel kadınlar Jezebel’in** Yeri’ne, doğurgan olanlar ise çocuklarından koparılarak Kızıl Merkez’e gönderilir. Bu Kızıl Merkez’e gönderilen kadınların çocukları ise çocuk sahibi olmayan komutanların (yönetici sınıfın) evlerine tasnif edilir.
Kutsal Tekneler Gezgin Kadehler: Damızlık Kız
“Biyo-iktidar politikasında, bireyler iktidarın aracı olan çeşitli alt kurum ve kuruluşlarda, görev ve sorumluluklarla toplumsal kimlik kategorilerine tabi kılınıp, sınırlandırılıp yönetilebilirler.”[4]
Kızıl Merkez’e damızlık olarak getirilen kadınlar, kırmızı ve her taraflarını örten bir kıyafet giyerler. Zaman zaman konuşmamaları için ağızlık da taktıkları olmaktadır. Hatta Gilead Cumhuriyeti’nin daha muhafazakâr bölgelerinde damızlıkların cerrahi operasyonla ağızlarının tamamen kapatıldığı da dizideki bir bölümde işlenmiştir. Bedenin çeşitli operasyonlarla başka bir forma dönüştürülmesi akıllara Nazi doktorlarının insan bedeni üzerinde yaptıkları akıl almaz operasyonları getirmektedir. Gilead’da damızlık kadınların bedenleri, onlardan en üst düzeyde hizmet almak üzere şekillendirilmiş ve giydirilmiştir. Bu noktada adeta bir meta gibi eğilip bükülen bedeni üzerinden kadın, nesneleştirilmektedir. Bunu Foucault’un deyimi ile bedenin disipline edilmesi olarak da ifade edebiliriz. Gilead’da sürekli doğum yapması beklenen ve en üst düzeyde verim alınması planlanan damızlık kadın bedenleri, bütünlüklü bir bedenden daha çok Foucault’un söylemiyle makine, Atwood’un söylemiyle tekne olarak görülmektedir. Kadın, sadece doğum yapmalıdır. Kadının Meryem’den bu yana tek misyonu doğurmaktır minvalinde bir bakış açısı her daim olmuştur. Tıpkı Gilead Cumhuriyeti’nin ve insanlığın geleceğinin tek koşulu olarak kadınların doğurmasının algılanması gibi. Gilead diktatörlüğünün en önemli projesi damızlıktır.
“Domuzun (ya da ineğin, tavuğun vs.) bir hayvan olduğunu unutmamız teşvik ediliyor. Onları bir makine ya da hasat olarak görmemiz bekleniyor.” [5]
Dünya üzerindeki çiftlik hayvanlarının sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Lakin bu nüfus artışının doğal yollardan olması mümkün değildir. Hatta belki de bu çiftlik hayvanlarından bazıları birçok hayvan türüne olduğu gibi gittikçe azalacak ve nesli tükenecekti. Ancak bunun tam tersi oldu. Çünkü tıpkı Gilead’da olduğu gibi bazı hayvan türleri bile isteye suni bir şekilde çoğaltıldı. Zira ilahi dinlerin sapkın yorumlarından hareketle üremek ve çoğalmak adına akla hayale gelmeyecek yöntemler deneyen insanlık, hayvanları da kendi menfaati adı altında sonunu düşünmeden çoğaltmakta bir sorun görmemektedir Bir üreme makinesi olarak görülen sadece insan olan dişiler değildir. İnsan olmayan dişilerle insan olan dişiler birçok noktada olduğu gibi doğurma noktasında da eril bakış nazarında aynı yerde durmaktadır.
Bir Kölelik Nişanesi: Küpe
“Kesin olan şey, iktidar ağlarının günümüzde sağlıktan ve bedenden geçiyor olmasıdır. Eskiden, bu ruhtan geçiyordu. Şimdi bedenden.” [6]
Damızlık olacak kadınların henüz Kızıl Merkez’e bile gitmeden önce maruz kaldıkları ilk muamele küpedir. Damızlıkların tescillenmesi amacıyla takılan bu küpe, çıkarılamayacak bir şekilde tasarlanmıştır. Küpe, damızlıkların bedeninin bir parçası olacak şekilde bedene monte edilir. Bu durum tıpkı kölelik döneminde asla çıkmaması için bedenin dağlanmasını akıllara getirir. Hatta dizideki June (Offred) karakteri, bir kaçışında küpeyi çıkarmak için kulağını kesmek zorunda kalmıştır. Gilead iktidarı tarafından teslim alınan bedenlerin, vücut bütünlüğünü koruyarak kurtulması imkânsızdır. Beden, bir kere iktidar tarafından teslim alınmıştır. Bedenin sahibi artık iktidardır. Dizideki damızlıkların hepsi, hizmet ettikleri evdeki eril bireyin isminin başına getirilen “of” ekiyle adlandırılır. Örneğin June, ismi, “Fred” olan üst düzey bir yetkinliğinin evine atanınca Offred olmuştur. Böylece damızlıklar; küpe ile devlete, isim ile de devletin seçkin eril bireylerinden birine tanımlanmaktadır.
“Hayvanları uyuşturucu kullanmaksızın kısırlaştırır mıydınız? Dağlar mıydınız? Boğazlarını keser miydiniz? (…) Çoğumuz böyle şeyler yapamayız. Çoğumuz böyle şeyleri görmek bile istemeyiz.” [7]
Özellikle çiftlik hayvanlarının (sığır cinsi ve koyun türleri) kulaklarına küpe takıldığı bilinmektedir. Hayvan “sahiplerinin” kaç tane hayvana sahip olduğunu belirlemek için uygulanan bu yöntem, daha çok dağlamaktır. Evcilleştirmenin sonucunda ihtiyaç duyulmuş bir uygulamadır. Zira doğada özgürce dolaşan hayvan bireylerin bir sahibi olmadığı için küpe, dağlama ya da benzeri sahiplik eklentilerine de ihtiyaçları yoktur. Adeta bir meta gibi barkodlanan hayvanların köleliği tescillenmektedir. Bu uygulamalar, özgür olmaları gereken hayvanların köleleştirildiğinin en masum kanıtıdır. Hayvanlar da küpe ve dağlama ile insan soyuna tanımlanmaktadır. İktidar ve onun ortakları, her daim köleleştirdiği bireyleri kontrol altında tutmak ya da belli bir amaç adına kullanmak için bedene çeşitli objeler yerleştirmekten geri kalmamıştır.
İktidarın “Şefkatli” Eli: Şok Tabancası
“İktidardan bağımsız görülmeyen beden, daima suçu üreten yargısal tören etrafında düşünülür.” [8]
Foucault’un disiplinci iktidar için dile getirdiği gerçeklere karşın biyo-iktidar iz bırakmaz. Gilead’daki iktidar, tahakküm altına aldığı kadınları disipline etmek, “uysallaştırmak” için oldukça etkili fakat iz bırakmayan bir alet kullanır. Gilead’da damızlıklardan sorumlu teyzelerin ellerinden hiç eksik etmedikleri o araç, şok tabancasıdır. Damızlıkların eğitmeni olan bu kadınlar, ellerindeki şok tabancalarını damızlıklar üzerinde denemekten asla kendilerini sakınmazlar. Yüksek voltajda elektrik uygulayan bu tabancalar, itaat etmeyen kadınların üzerinde adeta bir korku imparatorluğu kurar. Bir kadın bir diğer kadını, hemcinsini işkenceyle yola getirir. Fakat burada uygulayıcıdan çok uygulatana yani iktidara odaklanmak gerek. Foucault’un en çok şiar ettiği söylem; “İktidar her yerdedir!”, iktidarın kimi zaman bir copta kimi zaman da bir eğitim kurumunda faaliyetine devam ettiğini dile getirmektedir. Şok tabancası vücutta herhangi bir iz bırakmadan acı çektiren bir alettir. Ne de olsa vücutta belirgin iz bırakmak, açık açık fiziksel işkence yapmak, disiplinci iktidarın tercih ettiği yöntemlerdir. Biyo-iktidarda ise şok tabancası gibi görünürde bir zarar vermeyen aletler sahneye çıkmıştır. Tıpkı et endüstrisindeki hayvanların üzerinde kullanılan şok tabancaları gibi.
“Bunu anlatması güç… Büyük stres altındasınız, muazzam bir baskı… Kulağa adice gelecek ama (elektrikli) cihazı alıp gözlerine dayadım. Ve öylece tuttum.” [9]
Mezbahada kesime giden hayvanlar, ölüm koridorunda yürürken şok tabancasının acısı ile tanışırlar. En son kesim yapılacak yere ulaştıklarında direnip çırpınmasınlar diye tabanca ile uyuşturulan hayvanlar çok kısa süre sonra da vahşice katledilip parçalara ayrılır. Ki bu şok tabancalarının, ölüm koridoruna girmeyi reddeden hayvanların üzerinde nasıl hunharca kullanıldığı da defalarca kez gizli kameralarla kayıt altına alınmıştır. Fakat iktidar alet ve edevat sebebiyle ele geçirdiği üstünlüğü daha fazlasını gerçekleştirmek için de kullanmaktan çekinmez. Bizzat şok aletini kullanan mezbaha işçilerinin verdikleri beyanatlar bu anlamda oldukça dikkat çekicidir. İktidar temsillerinin hatırladıklarından yola çıkarak diyebiliriz ki damızlıklar da hayvanlar da ölüme, işkenceye, acıya giden yolda şok tabancaları ile yola getirilirler. Zira hayvan endüstrisi de Gilead da gücünü baskıdan, şiddetten, kendini üstün görmekten, çarpıtılmış dini referanslardan ve eril bakıştan alır.
Büyük Kapatılma: Esaret
“İktidarlar sevimlidir. Yasaklar koyan, sansür uygulayan bir iktidar da haz yaratıp bilgi üreterek kendini sevdirmesini bilir ve sadece baskıcı davranmaz.” [10]
Gilead evreninde emre itaatsizlik eden damızlıklar, Lydia teyze tarafından merkeze çekilir. Lakin mutlak bir ceza yöntemi uygulanmaz her zaman. İktidar, öncelikle güler yüzüyle ikna etmeyi dener. Lydia teyzenin damızlıklara karşı oldukça sert olduğu kadar çoğunlukla da gerçekten şefkatli davrandığı gözlerden kaçmaz. Veya Fred isimli komutanın, Offred’e yasak olan birçok konuda alan açtığı olmuştur. Kızıl Merkez’deki hücreye geldiğimizde ise damızlıkların karşısında yatak, halı, sandalye ve görkemli bir zincir vardır sadece. Prangaya vurulan damızlıklar, sadece belli bir mesafeye kadar ilerleyebilirler. Işıklar ise sadece içeriye birisi girdiğinde yanmaktadır. Hizmetlerine sunulan tek şey hayatta kalabilmelerini sağlayacak miktarda verilen yemektir. Küçücük bir pencereden içeriye sızan ışık huzmesini de unutmamak gerek tabii.
Gilead adlı otoriter devlet, itaat ettirmekte sorun yaşadıkları bireyleri kapatarak uysallaştırmaya çalışmaktadır. Gilead’daki sistem her ne kadar ilk etapta akıllara hapishanelerdeki hücre sistemini anımsatmış olsa da daha ziyade ahır ya da ağılları anımsatmaktadır. İnsan türünün iktidarı, çiftlik hayvanlarını çok fazla esaret altında tutmaz. Neticede Gilead’daki damızlıklar nasıl bir süre sonra bedeni üzerinden sömürülmeye devam etmesi için salıveriliyorsa hayvanlar da bedeni üzerinden sömürülmek için ölüme salıverilmektedirler.
“Vücutları et olarak kullanılan buzağılarsa egzersiz kaslarını geliştireceğinden, vücutlarını sertleştireceğinden ve kilo alımını yavaşlatacağından arkalarına bile dönemeyecekleri küçük kasalarda tutulur. Sunta zemin üzerinde durmak vücutlarında devamlı kasılmalara sebep olur. Etlerini daha soluk göstermek için özel olarak ayarlanan beslenme düzeninin sık karşılaşılan bir sonucu olan ishalden ötürü suntalar kaygan ve ıslak olur; buzağılar genellikle düşer ve bacak sakatlıkları yaşar. Kesilmeye gönderildiklerinde bu buzağıların çoğu yürüyemeyen, “düşmüş” hayvanlar haline gelmiştir.” [11]
Bilindiği üzere çiftlik hayvanlarının sonu hep mezbaha olur. Bir süreliğine tutsak alındıkları yerde ise zincire vurulu olarak esir hayatı yaşarlar. Doğada özgürce yaşaması gereken bu bireyler, dip dibe yaşadıkları o alanda idam kararlarının verileceği günü beklerler. İktidar onları sonsuza kadar esaret altında tutmaz. Bir süre sonra esir aldığı bireylerden bir şekilde yararlanmak için harekete geçer. Hayvanlar da et, süt, deri, yün ve dahası olarak hizmet vermek için esaretten ayrılır. Mekânı, adeta araf olarak nitelendirebiliriz aslında. Ölümle yaşam arasında bir bekleme noktası…
Lakin bazı çiftlik hayvanlarının zaman zaman doğada yürüyüş yapabildiğini ve “sahipleri” tarafından her ne kadar bir süre sonra ölüme gönderilecek olsa da sevgi sözcükleriyle, okşanarak sağıldıkları bilinmektedir. Köyde hayvanlarla ilgilenen teyzeleri, Gilead’daki Lydia teyze ile benzeştirebiliriz. Lydia teyze de Kızıl Merkez’e çektiği kızlarını, güzellikle ikna edemeyince iktidarın en zalim işkence uzmanlarına elleriyle teslim etmektedir.
İki Bacaklı Rahim, Komutan ve Komutanın Eşi Birlikte: Ayin (Tecavüz)
“Üreme amaçları için varız biz: Odalık, geyşa ya da fahişe değiliz. Tam tersine. Bizi bu kategoriden çıkarmak için mümkün olan her şey yapılmış. Bize dair eğlenceli hiçbir şey olmamalı, gizli tutkuların serpilmesine hiç yer bırakılmamalı. Ne onlar ne de biz özel ilişkiler için yaltaklanmalıyız, aşk için hiçbir dayanak bulunmamalı. Biz iki bacaklı rahimleriz, hepsi bu: kutsal tekneler, gezgin kadehler.” [12]
Gilead’da damızlıklar, çocukları olmayan ailelere adeta doğum makinesi gibi geçici olarak kullanılmaya verilmektedirler. Zira damızlıklar Gilead’ın ortak malıdır. Kalıcı olarak sahiplenilmezler. Damızlıklar hamile kalmaları için yumurtlama dönemlerinde efendileri olan komutanlar tarafından tecavüze uğrarlar. Bu muhafazakâr yönetim şeklinde üreme amaçlı yapılan ritüel, Eski Ahit’te yer alan bir pasaja dayandırılmaktadır. İktidar, sırtını dini bir referansa dayayarak dilediği gibi kadınların bedenlerini teslim alıp sömürmektedir.
Gilead’ın kurucusu olan eril bireyler, bu tecavüzü tek başlarına gerçekleştirmemektedirler. Komutanların eşleri, damızlığın ellerini tutarak erkeğin tecavüzüne bizzat yardımcı olmaktadır. Tekvin ayetinde nasıl Rahel, Bilha’yı adeta malıymış gibi kocasına teslim ediyorsa Gilead’daki komutan eşleri de kendilerine hizmet etmesi için verilen bireylerin bedenlerini kendi elleriyle eşlerine sunmaktadırlar. Seremoni denilen bu uygulama, adeta tanrı huzurunda yapılan bir ibadet gibi sunulur. Bu ahlaksızca harekete tanrı da ortak edilerek yanlışın idraki bulanıklaştırılır. Tıpkı dünyanın dört bir yanında veterinerler tarafından tecavüze uğrayan ineklere yapılanlar gibi…
Foucault’un modern çağ için öne sürdüğü biyo-iktidar için en önemli şeylerden biri neslin devamını sağlamaktır. Bu da doğurmaktan geçmektedir tabii ki. Hatta Foucault, “soysuzlaştırma” ve “soyarıtımı” gibi kavramlar üzerinden Nazi bakış açısındaki arî ırkları çoğaltma fikrinin de altını çizmektedir. Bu nedenle disiplinci iktidara kıyasla pozitifmiş gibi algılanan, öldürmek yerine yaşatmaya çabalayan biyo-iktidar, “Kimi, neyi ve nasıl yaşatmaktadır?” diye sorulması gerekir.
Süt endüstrisi, sadece ineklerin sütünü çalmakla kalmaz aynı zamanda onlara sürekli tecavüz eder. Suni dölleme denilen bu uygulama ile inekler, her daim hamile bırakılır. Böylece süt verimi devamlı hâle getirilir. Zira inekler sadece kendi yavruları doğduğunda süt salgılarlar. Üstelik bu uygulama, tıpkı damızlıklara olduğu gibi hayat boyunca devam eder. Ta ki rahim artık yavru veremeyecek kadar yıpranıncaya dek. Bu tecavüz, para kazanma hırsıyla ve damak zevki şımarıklığıyla veryansın eden bireylerin vasıtasıyla gerçekleşir ama buna ortak olan bir veterinerdir. Hayvanları muayene etmek, tedavi etmek amacıyla eğitim görmüş biridir veteriner. Nasıl ki bir kadının diğerinin tecavüzüne ortak olması inanılır gibi değilse bir veterinerin hayvana tecavüzü de aynı şekilde şaşırtıcıdır. Gerek insan olmayan hayvan olsun gerek bir rahme sahip insan olan hayvan olsun durum değişmemektedir. Her ikisinde de öznenin kendisine ait olan beden, erk ve o erk düzenine hizmet eden işbirlikçi kadınlar tarafından zapt edilir. Gerek seremoni gerekse suni dölleme gibi afili isimlerle, yapılan vahşet perdelenmeye çalışılsa da günün sonunda yapılan şey izaha ihtiyaç duymayacak kadar açıktır.
İçeceğinizi Memede mi Yoksa Biberonda mı Alırsınız?: Süt
“Gerçekte, iktidarın sallandığı izlenimine kapılmak yanlıştır; çünkü iktidar bir değişimi gerçekleştirebilir, yerini değiştirip başka bir alanı ele geçirebilir…Ve çatışma sürüp gider.” [13]
Damızlıklar tecavüz sonrası hamile kalıp görevlerini icra ettikten yani bebeği doğurduktan sonra genelde hemen evden çıkarılırlar. Zira evde kalmaları bebek ile aralarındaki bağın gelişmesine sebep olabilir. Neticede bebeklerin biyolojik anneleridir. Bu durumun yaşanmaması için damızlıklar süt salgılama dönemi sona erene kadar Kızıl Merkez’e gönderirler. Fakat sütlerini pompa ile düzenli olarak sağarak bebeklerine gönderirler. Kadın bedeni, süt üreten bir makine olarak görülür. Yavrusunun direkt temasla içmesi gereken süt, mekanik bir şekilde sağılarak yine mekanik bir yolla bebeğe verilir. Yavru, biyolojik annesinden, anne de yavrusundan ayrı devam eder yaşantısına. Yavru eğer kız ise damızlık olmak için eğitilmeye, çocuk yaşta evliliğe hazırlanır. Biyolojik annesi ise bir süre sonra başka bir komutanın evine gönderilir. Bu durum damızlığın doğuramaz duruma gelmesine kadar devam eder. Damızlık her defasında sahibinin ismini alarak yeni bir sömürüye ortak edilir. Tıpkı kölelerin sürekli alınıp satılması gibi…
“Her ne kadar yirmi yıldan daha fazla yaşayabilme ihtimalleri olsa da sütleri için sömürülen ineklerin çoğu dört yaşında ölüyor.” [14]
Süt endüstrisinde veya küçük işletmelerde, sıklıkla veteriner tarafından nadiren de endüstri gözetiminde ve kontrolünde eril türdeşi tarafından tecavüze uğrayan inek, koyun veya keçi gibi hayvanlar doğum yaptığında salgıladıkları süt ile yavrularını emziremezler ne yazık ki! Zira o süte hayvanın yavrusundan daha çok “ihtiyacı” olduğuna inanan insanlık vardır. Bir inek doğurduğunda anında yavrusundan ayrılır. Çünkü anne ile yavrunun zaman geçirmesi birbirlerine bağlanmalarına neden olur. Yavru da eğer erkekse süt danası olarak servis edilmek üzere mezbahaya (çünkü süt üretemeyecektir), dişiyse annesiyle aynı kaderi paylaşmaya gönderilir. Bu buzağılar sadece iki yaşında annesi gibi kullanılmaya maruz kalır. Ta ki bu işkence dolu uygulamalar sonrasında can çekişerek genç yaşta ölmelerine kadar. Peki, yavrunun emmesi gereken süt? Her bir memeye tek tek takılan otomatik pompalarla sağılarak biz insanlara özel paketlenir ve satışa sunulur. Yavrular ise süt tozu ile hazırlanan sıvıyı, plastik biberonlarla içerek büyürler.
İki bölüm hâlinde yayınlanan “Foucault’un Biyo-İktidar Perspektifinden Atwood’un Feminist Üstopyası: The Handmaid’s Tale” başlıklı analiz yazısının ikinci bölümüne buradan erişebilirsiniz.
Dipnotlar:
*Biyo-iktidar (biyopolitika) kavramı, Fransız filozof Michel Foucault tarafından geliştirilmiştir. Bu kavram, modern devletlerin ve kurumların insan bedenleri ve nüfusları üzerinde uyguladıkları kontrol ve düzenlemeleri ifade eder.
**M.Ö. 900’lü yıllarda yaşayan İsrail Kraliçesi, Fenike Prensesi Jezebel, İsrail Kralı Ahav ile evlendikten sonra sırf Hristiyanlığı tanımadığı için halka eziyet eden, zorba, peygamber öldüren olarak suçlanmış ve bir erkek güruhu tarafından katledilmiştir. Erk, bu güçlü ve inatçı kadından intikam almıştır. Jezebel’in ismini lanetlenmiş bir şekilde ölümsüzleştirmişlerdir.
Kaynakça:
[1] Foucault, M. (2007). İktidarın Gözü (Seçme Yazılar 4). (I. Ergüden Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[2] Adams, J. A. (2021). Ne Adam Ne Hayvan: Feminizm ve Hayvanların Savunulması. (S. D. Karali Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[3] (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 30: 1-3) Atwood, M. (2021). Damızlık Kızın Öyküsü. (S. Altınçekiç ve Ö. Kabakçıoğlu Çev.). İstanbul: Doğan Kitap.
[4] Foucault,M. (2003). Cinselliğin Tarihi. (H.U. Tanrıöver Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[5] Adams, J. A. (2021). Ne Adam Ne Hayvan: Feminizm ve Hayvanların Savunulması. (S. D. Karali Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[6] Foucault, M. (2019). İktidarın Gözü, (I. Ergüden ve O. Akınhay Çev.)İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[7] Safran Foer, J. (2019). Hayvan Yemek. (G. Kaygıcı Çev.). İstanbul: Siren Yayınları.
[8] Foucault, M. (2000). Hapishanenin doğuşu. (2.Basım), (M. A. Kılıçbay Çev.), İstanbul: İmge Yayınları.
[9] Safran Foer, J. (2019). Hayvan Yemek. (G. Kaygıcı Çev.). İstanbul: Siren Yayınları.
[10] Foucault, M. (2019). İktidarın Gözü, (I. Ergüden ve O. Akınhay Çev.)İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[11] Adams, J. A. (2021). Ne Adam Ne Hayvan: Feminizm ve Hayvanların Savunulması. (S. D. Karali Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[12] Atwood, M. (2021). Damızlık Kızın Öyküsü. (S. Altınçekiç ve Ö. Kabakçıoğlu Çev.). İstanbul: Doğan Kitap.
[13] Foucault, M. (1994). Dostluğa dair- Söyleşiler. (C. Ener Çev.). İstanbul.
[14] Adams, J. A. (2021). Ne Adam Ne Hayvan: Feminizm ve Hayvanların Savunulması. (S. D. Karali Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.