Zekican SARISOY
#Berlinale75’in günlüklerinin ikincisinde Çağla Zencirci ile Guillaume Giovanetti’nin birlikte yönettiği Confidente (2025) ve Areeb Zuaiter’ın Yalla Parkour (2024) isimli filmi var. Saadet Işıl Aksoy Confidente’da harika bir oyunculuk sergiliyor. Filmin prodüksiyon ve dramaturjisi enfes. Ne var ki filmin durduğu yer Avrupalı beyaz feminist bir anlayışın uzantısı gibi. Kadının eline verdiği gücü alıyor. Ardından bir kurtarıcı erkek ortaya çıkıyor ve film, şiddet uygulayan erkeklerin psikolojisini bir anlamda anlamaya çalışıyor. İkinci film, Yalla Parkour ise dört dakika boyunca alkışlanan, ardından gerçekleşen enfes söyleşiye de vesile olan bir belgesel. Yolu ve şansı açık olsun bu güzel belgeselin.
Confidente (Yön. Çağla Zencirci & Guillaume Giovanetti, 2025)
Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti’nin birlikte yönettiği Confidente #Berlinale75’in Panorama bölümünde dünya prömiyerini gerçekleştirdi. Film, 1999’da Ankara’da bir tele sohbet evinde açılıyor. Her iki tarafın da yani görüşme yapan ile görüşmeyi gerçekleştiren arasında karşılıklı manipülasyonun hat safhada yaşandığı bir süreç var. Tam bunlar olurken o büyük deprem yaşanıyor. Ve olaylar başka bir şeye dönüşüyor ve bir kriz anı başka krizlerin de tetikleyicisi haline geliyor.
Başrol Saadet Işıl Aksoy harikulade. İnanılmaz bir oyunculuk! Ancak hikâyenin başladığı ivmeden uzaklaşıp yani kadının salt güçlü olduğu yerden tam tersi güçsüzleştiği bir şeye dönüştüğünü görüyoruz. Bir erkeğin kurtarıcı olarak konumlanması -her ne kadar son sekansta bir twist yapıyormuş gibi görünse de- filmin durduğu yere dair düşündürüyor.
Yalla Parkour (Yön. Areeb Zuaiter, 2024)
Festivaldeki favorimiz nedir desek sanırız o film Yalla Parkour olurdu. İnanılmaz bir belgesel! Yılın en iyi filmlerinden biri olmaya kesinlikle aday. #Berlinale75’in Panorama seçkisinde gösterildi. Yönetmen Areeb Zuaiter, yıllara yayılan bir Filistin hikâyesi anlatıyor. 2013’te başlayan filmin yolculuğu günümüze kadar geliyor. Film ekibinden dört kişi bu filmin tamamlandığını göremese de yönetmenden ve yapımcısından dinlediğimiz ve gördüğümüz kadarıyla ortada mucize gibi bir şey var. O mucize, doğru insanların doğru zamanda yan yana gelmesi ve bu filmin tamamlanmış olması. Yönetmen Amerika’da yaşayan Filistinli bir kadın. Kendi kayıp annesinin geçmişinin peşine düşüyor ancak ilerleyebildiği noktanın ivmesi bir noktada öngörülebileceği gibi tıkanıyor. Tam bu sırada genç Ahmed Matarile tanışıyor ve onlarla geçmişleri, arkadaşlıkları, yolculukları üzerine bir sohbet başlıyor.
En temelde filmin çoğu zaman uzaktan yönetilmiş olması ve ortaya çıkan şeyin kendisi inanılır gibi değil. Bir diğer mucize sanırız bu. Yönetmen Amerika’da, Ahmed İsveç’te, belgesele konu olan çoğu şey görüntülü aramalar ve eski Facebook görüntülerinden oluşuyor. Filmin temelde yönetmenin kendi geçmişine dair arayışına odaklanırken, başka bir insanın hayatına dalması belgeselin ele aldığı meselesi itibariyle dağılmasına sebep olacakken ilginçtir bu da olmuyor. Çünkü yönetmen kendi arayışının vesile olduğu şeyin farkında: “Kendi annemi ararken bir grup Filistinli gencin hikâyesine tanık oldum” diyor.
*Ödüller üç ayrı günde, 21, 22 ve 23 Şubat 2025 tarihlerinde sahipleriyle buluşacak.