Seyahat etmek istediğim yerler arasında son senelerde ilk sıralarda yer almış olan Kamboçya’ya gidişim, hiç planlamadığım bir şekilde ani bir kararla oldu. İşten ayrıldığım dönemde “ne yapmak istiyorum?” sorusunun kafamı kurcaladığı sıradan bir günde, evde oturmuş öncen okuduğum bir kitabı karıştırıyordum. Kitabın bir sayfasına iliştirdiğim, Kamboçya’ya gitmekle ilgili bir notla karşılaştım. O an, yeniden iş bulma, CV düzenleme gibi kafamda yük olan konuları bir kenara bıraktım ve önce kendim için bir güzellik yapmak, konfor alanımdan çıkmak istedim. İki gün içinde biletleri aldım ve Kasım ayında, 3 hafta sürecek, ilk tek başıma uzun seyahatim için yola ve maceraya koyulmuş oldum.
Kamboçya’da karşılaşacağınız güzelliklerden birkaçı:
Kamboçya az gelişmiş ve geçmişinde büyük yaralar bulunan bir ülke. Buna rağmen yaralarını sarmaya çalışmış, turizm gelirlerini artırmak için dünyadaki gelişmelere ayak uydurabilmiş ama doğallığından ve samimiyetinden de bir şey kaybetmemiş. Kasım-Mart ayları muson yağmurlarının bittiği, havanın 32-33 derece civarında olduğu sıcak bir dönem. Dünyanın birçok yerinden gezginler, bisikletle çocuklarıyla birlikte dünyayı gezen çiftler, otostopla yola çıkıp kendini orada bulanlar, hippiler, kafayı kırıp yola çıkmış olanlar, burada karşılaşıp sohbet edebileceğiniz ve paylaşımda bulunabileceğiz insanlardan sadece birkaçı. Kimse kimsenin umurunda değildir. Tarih, yemyeşil bir doğa, sımsıcak insanlar ve rahatlıktır bu ülkeyi güzel ve özel kılan. Budizm’i daha yakından keşfedebilir, kuzeyinde tapınakların büyüsüne kapılıp, güneyinde denizin, beyaz kumun, tropik meyvelerin, bir anda bastıran yağmurun tadını çıkarabilirsiniz. Şehirler arası yollarda az gelişmişliğin gözler önüne serilmesiyle hayatınızdaki zorluk ve problemleri bir kez daha gözden geçirme şansı bulabilir, toplumsak aktivitelere, yoga derslerine katılabilir, bir dolara çok fazla Angkor birası içip sarhoş olabilirsiniz.
Madem öyle, nasıl gideriz? Nereden başlarız?
Kamboçya’ya Türkiye’den direkt uçuş bulunmadığından öncelikle Bangkok’a uçmak gerekiyor. Gitmeden önce harita üzerinden nasıl bir rota izleyeceğinize karar vermeniz ve sadece uçak yolculukları için biletlerinizi önceden ayarlamanız yeterli. Seyahat süresince kalacağınız yeri önceden ayarlamanıza ise hiç gerek yok. Bütçenize göre kolaylıkla bir yer bulabiliyorsunuz. Çok plan yapmamanızı ve akışta kalıp tadını çıkarmanızı tavsiye ediyorum. Ben, Bangkok – Siem Reap (3 gün) – Sihanoukville (4 gün) – Koh Rong Adası (2 gün) – Kampot&Kep (3 gün)– Phnom Penh (3 gün) – Bangkok (1 gün) şeklinde bir rota izledim. Seyahatin detaylarını anlatmaya ilk durak Siem Reap’ten başlayacağım. Tapınaklara odaklanacağım fotoğraf ağırlıklı ikinci bir yazıdan sonra güney sahillerine yol alacağım.
O zaman Siem Reap!
Bangkok’tan Air Asia ile Kamboçya’nın tapınak cenneti Siem Reap’e bir saatte ulaşabilirsiniz. Konaklama açısından her bütçeye uygun bir hostel, guesthouse ya da hotel çokça mevcut. Ben, tatlı bir aile işletmesi olan ve merkezi bir lokasyonda yer alan Happy Guesthouse’da kendi banyosu, sıcak duşu ve fanı olan bir odada oldukça uygun fiyata konakladım. Soğuk duşlu, ortak banyolu günler de göreceğiz ama 🙂
Gelelim tapınaklara… O muhteşem yapıları kelimelerle anlatmak gerçekten kolay değil. Sadece şunu diyebilirim ki ince ince, sabırla işlenmiş detaylar karşısında büyüleneceğiniz, şaşkına döneceğiniz bambaşka bir dünya ve tarih var orada! Birçoğu 10.yy-12.yy arasında farklı kralların döneminde inşa edilmiş ve Budist veya Hindu tanrılara adanmış. Aslında bir yandan da her bir kral kendi güç gösterisini yapmış. İyi ki de yapmış! Bize de kendi türümüzün yeteneği, emeği ve yaratıcılığı karşısında donakalmak düşmüş.
Tapınakların tümünü gezmek için 4-5 gün gerekiyor. Ben özellikle gezmek istediklerimi belirleyerek Kamboçya’da taksi yerine geçen Tuk Tuk araçlarından kiraladım ve Siem Reap’teki üç günümün ikisini tapınaklara ayırdım. Birinci gün Banteay Srei, Kbal Spean ve Banteay Samre, ikinci gün ise tapınakların en büyüğü olan Angkor Wat, Bayon ve Thomb Raider filminin geçtiği Ta Phrom tapınaklarını gezdim. İlk görüşte aşkı ise Bayon’da yaşadım.
Kbal Spean tapınağına gitmek için orman içinde 3 km’cik bir tırmanış yapmanız gerekiyor. Fazla yağmur sebebiyle ağaç gövdeleri bu şekilde yüzeyde belirgin oluyormuş. Yol harika!
Angkor Wat tapınağına buyurun. Güç bende diye bağırıyor.
Ve Bayon, Bayon, Bayon!
Bir de yürüyün, sokaklara dalın!
Siem Reap’te, tapınakların yanı sıra şehirde saatlerce yürümek, yorgunluk atmak için akşamları Pub Street’te kafanıza göre bir bara girip farklı insanlarla sohbet etmek, ucuz ucuz kokteyller içmek, fil desenli eşyaların içine dalmak da bir o kadar keyifli elbette.
Sokaklar yeşil, sokaklar kimi zaman tozlu
Tuk tuklar rahat, elbiseler filli
Kadınlar güzel, kadınlar hüzünlü
Meyveler güzel, kokteyller ucuz ve afili ışıklı
Bu arada huzurlu bir ortamda dinlenmek, kitap okumak ya da yoga yapmak için Peace Cafe’ye mutlaka uğramanızı tavsiye ediyorum. Burası aynı zamanda çeşitli sosyal sorumluluk projelerine de ön ayak olan tatlı bir cafe.
Birkaç genel öneri:
- Tuk Tuk şoförleri ile mutlaka fiyat pazarlığı yapın çünkü kimi zaman olması gerekenin üzerinde bir fiyatla karşılaşabiliyorsunuz.
- Her yerde wi-fi var, otobüslerde bile! Dolayısıyla internet paketi almanıza hiç gerek yok.
- Bol, tiril tiril ve yıkaması kolay kıyafetler götürün çünkü çok ama çok sıcak ve nemli!
- Güvenlik ile ilgili bir sıkıntı yaşamadım ama çantalara yine de dikkat.
- Kredi kartı çok az geçiyor, yeterli nakit bulundurmak iyi olur.
- Tapınaklarda yorulduktan sonra Hindistan cevizi suyuna gömülün çünkü çok sağlıklı, ucuz ve içmesi keyifli.
- Happy Hour’ları takip edin zira iki bira 1 dolar 🙂
Bol tapınak fotoğrafı içeren görsel şölenli başka bir yazıda görüşmek üzere.
Merhabalar
Bu seyahatin devamını merakla bekliyoruz. Acaba devamı ne zaman yayınlanacak?