Net ve geri dönüşü olmayan sonlar yerine karakterlerini kendi çizgilerini belirlemeye gönderen Brezilyalı genç yönetmen Gabriel Mascaro, Brezilya sinemasına getirdiği sembolik ve eleştirel bakış açısıyla mutlaka keşfedilmesi gereken bir tat. 35. İstanbul Film Festivali’nde izleme şansı bulduğumuz son filmi Neon Bull (2015) ise özgün üslubunun şu an için en yetkin örneği. Alışageldiğimiz kovboy filmlerine farklı bir soluk getiren yapım, bir rodeo çiftliğinde geçiyor; ancak bu defa rodeoyu ve insanların hayatını, rodeoyu arka plana atarak irdeliyor. Vaquejada adlı, boğaları kuyruğundan tutup devirme prensibine dayanan bir tür oyunun oynandığı Brezilya kırsalının göbeğinde geçen film, başkarakteri Iremar’ın (Juliano Cazarré), hayalini kurduğu mesleğe ulaşıp ulaşamayacağı ikilemi üzerine kuruluyor. Diğer bir yandan, ilerleyen kurguyla birlikte Iremar’ın bir boğa gibi ters mi döneceği yoksa toplumdaki asilleri temsil eden atlar gibi ileriye mi koşacağı sorusu doğuyor.
Iremar, çiftlikteki tekdüze yaşamına rağmen hayalini kurduğu meslek olan terzilik için didinmeyi sürdürüyor. Toplumdaki belli normlarla savaşması gerekse de o, bulduğu kumaş parçalarını, kendisini sanatçı konumuna yükselteceği umuduyla bir araya getiriyor. İş arkadaşları erotik dergilerde kendilerini tatmin ederken, Iremar çıplak mankenleri bir model gibi kullanıp kalemiyle üstlerinde kıyafetler tasarlıyor. Vaktinin çoğunu, kocasının terk ettiği asi kadın Galega, onun kızı Cacá ve arkadaşı Zé ile geçiren Iremar, bulduğu her aralıkta bu hayattan sıyrılıp kendisini dikiş makinesinin, plastik mankenlerin ve parlak kumaşların ortasına bırakıyor. Sürekli dikiş diktiği ve diğer erkeklere benzemediği için zaman zaman takım arkadaşlarının olumsuz eleştirilerine maruz kalsa da hayallerinden vazgeçmiyor. Mascaro’nun sabit ve uzun planlarıyla kurduğu anlatı, Iremar’ın hayallerine ortak olmak için seyirciye gereken vakti fazlasıyla sunuyor.
Venedik, Hamburg ve Rio de Jenerio’daki festivallerden olumlu eleştirilerle ayrılan ve çeşitli kategorilerde ödüllerle taçlandırılan Neon Bull’un sahip olduğu şiirsel tını ise filmi müzikler eşliğinde bölen, video tadındaki bölümlerde saklı. Öyle ki, hayvan ve insan arasındaki sıra dışı teması anlatan bu kısımlar filmin kurgusuna renk çalmakla kalmıyor, neonun kullanımını da şiirsel bir görselliğe devrediyor.
Bir atı olsun isteyen Cacá da tıpkı Iremar gibi hayalinin peşinde koşan bir başka karakteri var ediyor. Annesi gibi asi ruhlu, babasının dönmesini beklerken ondan kalan boşluğu Iremar ile tarumar etmeye yeltenen küçük ve akıllı bir kız olan Cacá, belki de Iremar’ı anlamaya en yakın kişi. Iremar’ın kıyafetler çizdiği erotik dergiye bir at figürü konduran Cacá, Iremar ile birlikte maddi ve ruha hitap etmeyen dergiyi modern ve ulaşılmaz olandan koparıp öznelleştiriyor. Filmin sahip olduğu eşitsizlik ve adaletsizlik temaları da bir anda tek bir çizgi üzerinde buluşup eşitleniyor. Yönetmenin tercih ettiği kesintisiz anlatım, izleyeni yorma riski taşısa da, bir plan içerisindeki her bir detayı ayrı köşelere yerleştirip filmin alt metinlerini bulma ve yorumlama fırsatını da arttırıyor.
Mascaro’nun önceki filmi Ventos De Agosto’da (2014) da aşina olduğumuz çıplaklık ve beden-topografya üzerinden yaratılan zıt anlatımın, Brezilya toplumundaki sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin altını çizdiğini, Mascaro’nun toplumdaki zıtlıklardan beslendiğini ve bunlarla birlikte insan ile doğa ve onun unsurları arasında benzerlikler ve ayrışımlar kurduğunu söylemek mümkün. Kimi zaman makineleşmeyi ayrı bir köşeye alıp insanı hayvan ile bir tutan Mascaro sineması, kimi zamansa insanı bu zorlu yarışın içinden hayallerine sarıp sıyırır ve onun hem doğayı hem de makineyi alt etmesine izin verir. Neon Bull, bu başlıklar üzerinden irdelendiğinde atları ve makineleri bir tutarken, Iremar ve diğerlerini boğalarla birlikte kirli ve göçebe rodeo alanına hapseder. Mascaro’nun hayallerinin peşinden koşan karakterlerinden en güçlüsü olan Iremar, asil mavi kan sahibi bir at değildir; ancak boğanın hırsı ve gücü, kuyruğundan tutulup devrilmemesi için ona gereken kudreti sağlayacaktır. Geceleri bir tekstil firmasında bekçilik yapan, gündüz ise seyyar kozmetik satıcılığıyla şehri dolaşan hamile bir kadınla tanışması, hiçbir şeye doğrudan ulaşamayan Iremar’ın karşısına çıkan bir başka kafa karışıklığı olur. Bir gece kadını iş yerinde ziyarete giden Iremar, hayalini kurduğu tekstil makinelerinin üzerinde kesintisiz ve soluksuz bir sevişmeyle sırt üstü, modernliğin üzerine kapaklanır. Son model bir dikiş makinesi sahibi olmayı düşlerken hantal metalin üzerinde, toprağından ve doğasından uzakta, bir kadına sahip olur.
Sahneyi bölmeyip eylemin sonunu seyircinin kendi kafasında tamamlamasına müsaade etmeden her başlangıcın bitişini de gösteren film, finaliyle bu derdinden vazgeçer. Iremar, neredeyse bir boğa gibi yenildi derken yıkılmadan kalkar ve ardına bakmadan, pisliğe bulanmış hayatına geri döner. O, hayaliyle Brezilya’daki diğer boğalardan ayrılmış, parlak kumaşlarla ruhunu toplumdan sıyırıp neon bir boğaya dönüşmüştür. Sonuç olarak bu bir yıkım değil, galibiyettir.