Son dönemin ilgi çeken filmlerinden Sarmaşık’ın yönetmeni Tolga Karaçelik’le filmleri, ilgi alanları, metaforları, yazım süreci üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Çalışma odasını, 2008’den beri filmlerle ilgili aldığı notların olduğu defterini bize açtığı söyleşimiz için sizleri böyle alalım. Keyifli okumalar!
Bildiğimiz kadarıyla hukuk mezunusunuz. Şiire, öyküye ilginiz var. Sinemaya girene kadarki süreciniz nasıl gelişti?
Ben hiçbir zaman sinefil biri olmadım. Sekiz yaşında falan öyle ilk 8mm kameramı aldım, ilk kısa filmimi çektim gibi bir şey yok yani. Benim için sadece yeni bir anlatım biçimiydi sinema. Ve ben anlatmayı seviyordum. Dolayısıyla, sadece araç değişti. Daha sonra zanaatını öğrenmeye başladıkça daha çok sevmeye başladım. Işıktan keyif almaya başladım. Bir dönem filmleri sadece ışık diye izledim mesela. Hatta birkaç defa izliyordum filmleri, ilk başta ışık için sonra öykü için. Zanaatı ile haşır neşir oldukça süreci de çok sevmeye başladığımı fark ettim. Ve galiba o zaman sinemacı olma yolunda adım atmaya başladım. Dünyanın her yerinde de sinema, sonuçtan ziyade süreçle de alakadar. Ondan sonra sürecini severek ben sinemaya âşık olmaya başladım. Yani “başkaları ne yapmış” dönemi daha sonra başladı bende. Kim ne yapmış ne etmiş bilmeden, tabiri caizse cahil bir giriş oldu benimkisi. Hatta kendi setimden başka, kimsenin setinde de çalışmadım.
Hukuk’u isteyerek mi okudunuz peki?
Tabii. Kaymakam olmak istiyordum. Sadece iki bölüm yazmıştım ben: hukuk ve mülkiye. Başka da bir şey okumak istemiyordum. Ama ben Marmara Hukuk’u devam zorunluluğu olmadığı için seçtim ki yazabileyim diye. Ben hep yazmaktan keyif alıyordum.
Hem yazmayı hem de hukuk okumayı bir arada götürebilmişsiniz ne güzel.
Hukuk güzel bir şey, o kafayı seviyorum. Tekrar okusam ne okurdum bilmiyorum ama kesinlikle sinema okumazdım. Sinema yapacağımı bilsem de sinema okumazdım. Çünkü çok fazla başka tanrıları olan hocalar, akademisyenler var ve bence hepsi yıkılmalı hakikaten. Geçen gün mesela bir üniversiteye söyleşiye gittim, “Ben Godard’dan beridir film izlemiyorum.” diyen biri ders veriyor. Şimdi böyle birinin öğrencisi olmak zaman kaybı yani.
Tutkuyu öldürüyor sinema okumak.
Tam olarak ondan bahsediyorum. Yani kendini özel hissetmiyorsun ki o kadar çok aynı şeyi yapan, aynı hayale sahip insanlarla bir arada olduğun zaman. Bence benim gibi egosantrik insanların kendini özel hissetme isteği var bunun içinde. Dolayısıyla kendini özel hissetmediğin bir ortamda, aynı tip hayale sahip insanlar arasında özelliğin kalmıyor.
Filmlerinizin alt metinleri politik aslına bakıldığında. Bunun altında acaba hukuk okumanızın bir etkisi var mıdır?
Bence kalabalığa söz söylüyorsan, duruşun ne olursa olsun politik bir tarafı vardır. Gişe Memuru’ndaki (2010) gibi bireysel bir karakterden bahsediyorsak da bunun politik bir tarafı vardır ya da olamayabilir. Siz Sarmaşık’ı (2015) da politik bir film olarak izleyebilirsin veya altı adam gemide kalmış gibi de izleyebilirsiniz. Fakat bahsettiğim iki olgunun bence, Sarmaşık’ ı daha politik bir film olarak da nitelendirebiliriz tabii; ama, Gişe Memuru’nu öyle nitelendirebilir miyiz bilemiyorum.
Hatta Gişe Memuru’nu nasıl nitelendiririz onu bile bilmiyorum. Bir keresinde esasında ben komedi çekiyorum ama komik değilim sorun orda demiştim Gişe Memuru ile ilgili. Gişe Memuru’na politik bir film demek biraz zorlama olur. Ama iktidarın bir biçimiyle ilgilendiği için belki seyircide böyle bir çağrışım yapıyor olabilir. Baba ve oğul arasındaki ilişki, yalnız bir birey veya mekanikleşme. Toplum hakkında söylediği söz de olduğu için belki… Ben politik filmler yapan bir yönetmen olduğumu zannetmiyorum. Ya da bu yolda ilerleyeceğime kimseye garantisini veremem. Hangi yolda ilerleyeceğimi bilmiyorum çünkü kendi dertlerimden yola çıkıyorum çektiğim filmlerde. Bu ülkenin gram aklı olan her vatandaşı gibi tabii ki rahatsız olduğum bir politik durum olduğu için, yine benim rahatsızlığımdan dolayı çektiğim bir film. Bu dünyanın derdi benim de derdim diye yaşayan bir insan da değilim. Bazen fildişi kulelerine de inanan bir insanım. Sanatçının kendi sanatını geliştirebilmesi açısından kopuk olması gerektiğine de inanıyorum. Bazen halkın arasında olması gerektiğine inanıyorum. Ama bir mesafeye de inanıyorum. Dolayısıyla yani bir politik film çekeceğim diye yola çıkmadım. Kendi derdimden dolayı yola çıktım.
Zaten Sarmaşık’ı izledikten sonra ben, politik bir film çekilmek istense bu kadar politik olamazdı diye düşündüm.
Zaten ben bilmem ne filmi diye yola çıkılabileceğini düşünmüyorum. Çıkanların örneklerini görüyorum ve sıkılıyorum. Sıkıldık bundan biz de artık.
Bağımsız bir film diye atfediliyor ve izlediğimiz bu bağımsız filmlere baktığımızda, içerisinde birçok sorunu barındırıyordu. Gerçekten tüm sorunlar vardı, ama aslında yok gibiydi de. Hiçbir şeye dokunmadan tüm sorunları içerisinde kapsayan bir film çıkmış ortaya.
Benim yapmaya çalıştığım sinema biraz da o. Samimiyetsizlik gördüğüm çok fazla film var ve heyecanlanmıyorum. Sadece Türkiye değil. Gittiğim festivallerde de izlediğim filmlerde çok heyecanlanmıyorum uzun zamandır. Bence Sarmaşık‘ta sizle anlaşabilmemizin nedeni bu hissimizin ortak olması. Ben Gişe Memuru’ nu da samimi bir film olarak görürüm. Zanaat olarak eksikleri artıları vardır ama söylemek istediği şeyi samimi bir şekilde söyler. İkisi de bir şey amaçlı çekilen film olmadı, hiçbir zaman da öyle film yapmayacağım. Sadece kendi zevkime göre çekiyorum filmleri. Zaten bir film politik olarak yola çıkarsa veya bir film bir başlık altında yola çıkarsa bence başarısız olur. Tabii ki şablonlar janrlar var ve bunlara göre filmler de çekmek isteyebiliriz. Ama politik olmak biraz daha başka bir şey. Ajitasyon çok açık yani tehlikeli olan da o. Film noir çekmek için film noir çekebilirsin, ondan bahsetmiyorum. Ama politik biraz daha karışık. Çünkü başkalarının karnını okşamak da var. O yüzden zor.
Filmlerinizi çekerken kendi hayatımdan yola çıkıyorum dediniz. Sarmaşık’ta kendinizden yola çıktığınız olay ne oldu?
Yatak odama kadar giren iktidar. Yani kaç çocuk sahibi olacağımıza bile karışılıyor. Dolayısıyla o yüzden çektim. Tabii ki kendi derdimden çıkan bir şeydi. Derdim var yani. Sinirim bozulursa ben de sinir bozarım gayet doğal.
Kültür Bakanlığından destek alarak çektiniz Sarmaşık’ı da. Gerçekten anlamadılar galiba iktidara yönelik de bir taşlama olduğunu.
Evet ama Kültür Bakanlığını tek başına Kültür Bakanlığı olarak nitelendiremezsin. Oradaki kurumun içerisinde başka meslek birlikleri de var. Bakanlığın içerisinde Seyaptan da insanlar var. Benim bağlı olduğum meslek birliklerinden de insanlar var. Veya üç tane vekil atadığı insan var. Ama oradaki memurlar, çalışan insanlar da karanlık insanlar değil. Kimse karanlık değil. Baktığımız zaman çok azınlıkta insan kendi çıkarını korumak için bu kadar çok insanı manipüle etme yolunu seçmesinden dolayı çok kalabalıklar gibi görüyoruz. O yüzden benim umudum çok fazla var bu ülkeye karşı. Çok küçük bir azınlıktan bahsediyoruz. Yoksa orada da insan benim gibi, burada. Zaten üreten insanlar genelde bizim gibi. Zaman meselesi sadece.
Beş yılda yazdınız Sarmaşık’ı. Bu yazım süreci mi beş yıl sürdü, yoksa destek toplamayla mı geçti?
Yazım süreci o kadar sürdü. Zaten ben destek toplamadım bu filme. Cebimdeki nakit parayla çektim. Başka filmlerin bütçesine baktığın zaman mesela bu festivallerde yarıştığım Türk filmleri, 1 milyon eurodan bütçesi. Ve şu noktaya geldim: Biraz Kültür Bakanlığından destek çıktı ki yine en az destek bana geldi. Ondan sonra oradan biraz buradan biraz diyerek baktım daha fazla para toplayamıyorum. Yapımcılığı da benim üzerimdeydi, dedim neye ihtiyacım bu kadar stres oluyorum. Kameraya, oyuncuya bir de gemiye ihtiyacım var. Gemi nasıl gidecek? Gemi hareket ettiği zaman günlüğü 10.000 dolarmış. Oraya insan çıkartamıyormuşsun. Dolayısıyla gittim hacizli gemilere baktım, kıpırdayamayan gemilere. Biz burada film çekebilir miyiz dedim, sağ olsun geminin armatörü kabul etti. Yani yaratıcı bir yapımcılık yapmak zorunda kaldım. On dokuz günde çektim filmi. Mesela Bir Zamanlar Anadolu’da (2010) altı ayda çekildi.
Bu kısıtlı zamanda filmin tek mekân olmasının da artıları çok vardır sanıyorum.
Hem o var hem de bir yandan da şu rahattı; bir sahneyi alamıyorsan tekrar aynı mekâna dönebileceğim nasılsa. O güzel oluyor tek mekânda. Bir de benim açımdan avantajı; ben Gişe Memuru’ ndan çıktım da geldim. 2 metrekareden yani. Gemi aksine kocaman bir tek mekândı. Dolayısıyla hiç sorun olmadı tek mekân benim için. Normalde klostrofobisi olan yönetmen için zordur tek mekân, estetik anlamda özellikle. Sonuçta hikâyenin farklı katmanlarını benzer bir backgroundla çekiyorsun.
Söyleşinizde 13 günde yazdığınızı söylemiştiniz?
Evet evet ilk taslağı on üç günde yazdım. Ama 5 yıldır not alıyorum. Gelin size göstereyim hatta. Yani nasıl yazdığımı göstereyim. Aynaya bakarak yazarım ben, oynayarak. O yüzden oyuncuların neyi yapacağını bilirim.
Mesela bazen önce karakterleri yaratırlar sonra ondan bir hikâye oluşur, ya da bazen bir hikâye bir dramatik yapı gelir ona uygun karakterler yaratabiliyorlar. Siz bunlardan birini mi yoksa başka bir yol mu seçiyorsunuz?
Değişiyor o. Mesela ilk başta Sarmaşık’ta başka notlar alınırken onları daha sonra kabadan çıkarmamın sebebi yatak odama kadar giren iktidardı. Dedim ki parayla kandırmaları doğru, ama daha büyük bir şey gibi düşün. İktidarın sadece bir biçimidir para. Yani baskı kurmak gibi aygıtları da düşüneceğim bir şey dediğim zaman karakterler hazırdı zaten. Çünkü başka bir iktidar biçimini paranın üzerinden yaratıyordum. Ama o hikâye kaba haldeydi zaten. Ondan sonra işte oturdum ilk taslağı on üç günde yazdım. Çünkü var herkes zaten orada. Ama tabii güç dengelerini ve kavgaları oturtmak zaman aldı. Ama orada da mesela karakter vardı. İşlevsiz bir işlevden uzaklaşmış otorite incelemesiydi yani. Statükoyu devam ettirmek için neler yapar sorusunun üzerinden incelemeye başladım. Her filmin bir cümlesi oluyor ama karakteri yaratırken olayları cümlelerin etrafında gezdiriyorum. Karakterleri önce yaratıyorum ben galiba.
Gişe Memuru’ nu yazarken gişelerde, Sarmaşık’ı yazarken gemilerde çalıştığınız için mi acaba bu kadar gerçek görünüyor filmleriniz?
Yani hem o yüzden hem de aynanın karşısında oynayarak yazıyorum ben. Diyalog yazmayı seviyorum. Sokakta da diyalog dinliyorum ben. İnsanların konuşma biçimlerini seviyorum ve karakterin ritmini de o belirler. O ritim de filmin ritmini belirler. Ve film bence ritimdir. Ben Sarmaşık ta on ikinci dakikadan itibaren sizi alacağımı biliyordum. Nereden biliyordum? Yazarken çalıştığım post-itlerden. İlk on beş dakika boyunca sıkıcı bir filme başladığınızı, konuyu yakalayamadığınızı hissedin istedim. Çünkü bir merkezi yok ilk on beş dakikanın. Geminin de öyle bir şey olduğunu hissetmenizi istedim. Yani karakter aradı gözleriniz. Ama sigara sahnesinde ya da biraz öncesindeki İsmail’in telefonla konuşma sahnesinde ‘burada bu adamlar var’ demeye başlayıp ondan sonra hiç ritmi düşürmeden sonuna kadar ritmi çıkartmayı amaçladım. Gişe Memuru’nun ritmi daha başkaydı. Mesela onu herkes sessiz bir film diye hatırlar. Ama 98 sayfa sırf diyalogu vardı. Onun da ritmi iletişimsizlik ve aksak bir ritimdi. Onu yaratmaya çalıştım. O yüzden diyalog çok önemlidir benim için. Bir de şeyi seviyorum; biraz daha klasik bir tarafım var, o yüzden. Ben karakterleri seviyorum, oyuncuları seviyorum. Oyuncularla hatırlanacağını düşünüyorum anlatmak istediklerimin. O yüzden belki de genelde oyunculuklar ödül alıyor olabilir.
Mesela diyalog benim için önemli dediniz ama Sarmaşık’taki Kürt karakterinin film boyunca tek bir repliği yok. Ama en güçlü karakterlerden birisi o. Cenk’in de hakkını yiyemeyiz tabii, ama Kürt karakterinin etkisi çok büyük.
Sessizlik de bir diyalog biçimidir bence. Bence Kadir Çermik (İsmail karakteri) de çok güçlü esasında. Biraz dikkatli izleyen bir göz bütün filmin onun etrafında döndüğünü görür. O dağıtıyor her şeyi esasında.
Oyuncu seçimi konusunda nasıl yaklaşıyorsunuz. “Burada Nadir Sarıbacak oynayacak” deselerdi “Nasıl yani” derdim. Çünkü bildiğimiz kadarıyla mülayim şeker gibi bir insan.
İşte o güzel zaten. Nadir çok yakın dostumdur benim on bir yıldır. Ama o olmasaydı da görürdüm onda o karakteri. Ya biraz da iyi oyuncu olduğu zaman ne istediğini anlatabildiğinde her yere gider o. Nadir daha başka bir Cenk de yaratabilirdi. Başka bir oyuncu da bunu yaratabilirdi. Önemli olan, senin ne istediğin ve karşı tarafın da onu teslim edip edemeyeceğini oyuncu kapasitesi olarak bilmen. Bence hakikaten ne ünlü ne ünsüz, ne komedi ne drama oyuncusu vardır. Oyuncu vardır. Bu noktada beraber anlaşabilmek en önemlisi. Mesela Özgür Emre’nin yerine bambaşka bir isim düşünüyordum. Ama geldi ve bir şeyler yaptı benim de hoşuma gitti.
Şu an üzerinde çalıştığınız filmin konusundan biraz bahsetmenizi istesem…
Yeni filmim bir iyileşme hikâyesi. Birbirleriyle uzun zamandır karşılaşmamış kardeşlerin tekrar ilk geldikleri köye dönmeleri. Köy filmi çekiyorum, yapmayacağımı söylediğim bir şeydi. Ama köküne kibrit suyu dökeceğim. Köy filmiyle derdim yok benim. Kasabayla sıkıntım var, sıkıyor beni kasaba görüntüsü ki üretmeyen bir şeydir kasaba. Tüccardır çünkü kasabalılar, üretmezler. Birisinden alıp birisine satarlar. Aynı Türkiye’nin olduğu durum gibi. Ne orada ne burada. Şehir kültürü de yok. Ama çağımızla ilgileri olduğu için 2000lerin başında bu kadar çok kasaba filmi çekildi Türkiye’de.
Ama köy biraz daha eğlenceli. Kendilerine kapalı adalar oldukları için daha keyifli olabilir. Benimki de deliliğin hâkim olduğu küçük bir ada. Kelebeklerin ölmeye geldiği bir köyde geçiyor benim film. Her ağustosun belli zamanlarında kelebekler oraya ölmeye geliyor. Adapazarı’nın orada bir köprü var, gerçekten bu oluyor.
Benim bir de dikkatimi çeken şu nokta vardı: Sarmaşık’ta hiç kadın oyuncu yok; zaten Gişe Memuru’ nda da yok denecek kadar. Hani, kadın-erkek filmi diye bir algı var mı sinemada sizce?
Sarmaşık konusu itibariyle böyleydi. Aynı konuyu muhtemelen sırf kadınların olduğu bir yerde de çekebilirdim ama tanıdığım bir dünya ve ilginç görseli ve de asansörde kavga etme hissini çok yaratabildiği için gemi seçtim ve bu da erkek hikâyesini getirdi. Çok kadın ve erkek olarak düşünmedim açıkçası yaratırken. Ama Gişe Memuru’nda Kenan’ı erkek olarak düşündüm çünkü erkek olarak kalmanın getirdiği bir olay vardı onda. Mesela Sarmaşık filminde de bence bir şeyin yoksunluğu da çok büyük rol oynuyor. Kadın yok diyemem Sarmaşık’ta veya anne yok diyemem; Gişe Memuru’nda. Onun yoksunluğu çünkü çok fazla var. Gemi de bir dişidir.
Filmin sonuyla ilgili aslında hiç sevmediğim bir şeyi soracağım ama, sarmaşık ve salyangoz metaforların sizin için ne ifade ettiğini sorsam cevaplar mısınız?
Cevaplamam. O film artık sizin. Bunun manası yok diye demiyorum, var tabii manası benim için ve bir yerlere bağlanabilecek birçok noktası da var. Zaten film içerisinde geçitler de var açıklayacak. Fakat eğer ben o metaforların, filmimin ne anlama geldiğini anlatmaya çalışıyorsam benim Beybaba’dan bir farkım kalmaz ki. Herkesin kafasına tek tek bir filmi oturtmaya çalışmak…
Ve bence bütün sanatın özü düşünmek kadar hissetmekle de alakadar. His yaratmasını da sağlayacak şey belki onun gizemi ve üzerine düşünecek olmamızı sağlaması. Bu yüzden film devam edecek sizde. Bence iyi bir film salonda izlenir ama salondan çıktığın zaman o film sende kalıyorsa o zaman sinema başlar. Dolayısıyla neden bunu keseyim?
Şunu garanti edebilirim, beş altı yıldır üzerinde çalıştığım için ve kullanacağım metaforlarda şuna dikkat ediyorum ben, ki sinema derslerinde tam tersini söylerler: Hikâyeye yardım etmiyorsa çıkar derler. Bence tam tersi olmalı. Hikâyeye anlatım dili bakımından etkisi yoksa ve anlatmak istediğin şeye zarar vermiyorsa kullan. Çünkü beklemediğin bir şeyin o filmin dünyasına girmesinin sende yarattığı tedirginlik duygusu filmde belki benim işime yarıyor. Dolayısıyla o metaforun anlamının neler olabileceğini, gidebileceği noktayı, benim düşündüklerimden farklı olup olmayacağını düşünebileceğim altı senem vardı. Sürreal ve büyülü gerçekçilik içeren ögelerin kullanılmasını çıkartsam da fark etmiyorsa ve hikâye devam ediyorsa benim anlatım biçimi içerisinde yaratacağı his bakımından da kullanmayı seçebilirim. Onu çıkartırsanız Sarmaşık filmi içerisinden bir şey eksilmez. Hatta bazılarınıza itici de gelmiş olabilir.
Bazı metafor kullanan yönetmenlerde mesela çok sanatsal bir şeyler yapacağım düşüncesi oluyor.
İşte ondan kaçınmak lazım. Filmden çıkan herkes ne kadar gerçekçiydi diyor. Adamın kafasından sarmaşık çıkıyor, gemide salyangozlar çoğalıyor. Ama işte bence budur amaç. Manyak değilim ben de insanların kafasını karıştırayım. Benim anlatacağım hissiyatı tamamlamak için kullanıyorum yoksa farklılık yaratmak için kullanmıyorum yani. Yoksa bin tane salyangoz toplamak da zor, hepsi Bartın’dan geldi. Yürürken mesela bizim aradığımız sarmaşığın aynısından gördüğüm evleri “Pardon sarmaşıklarınızı budayabilir miyim?” diye dolaştığım oldu.
Nurbanu Gürsoy – Mehmet Dinçer