Hayata vedalarıyla milyonlarca kişiyi üzen Türk müzik tarihinin unutulmaz müzisyenleri Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı’nın hayatlarını anlatan, prömiyerini ise 36. İstanbul Film Festivali’nde yapmasının ardından 21 Nisan’da vizyona girecek olan Blue belgeselinden fragman yayınlandı.
90’ların efsanevi rock grubu Blue Blues Band ile Türk müzik dünyasının iki dâhi müzisyeni Yavuz Çetin ile Kerim Çaplı’nın hikâyelerini ölümsüzleştiren Blue belgeselinin merakla beklenen fragmanı yayınlandı. 21 Nisan’da vizyona girmeye hazırlanan belgeselin dünya prömiyeri, 36. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Belgesel Yarışması kapsamında 11 Nisan Salı akşamı 19.00’da Beyoğlu Sineması’nda film ekibinin katılımı ile gerçekleşecek.
Yaşadıkları dönemde pek az kişi tarafından bilinen, daha sonra geniş kitlelerce tanınan Yavuz Çetin ile Kerim Çaplı‘nın yolları 1991 yılında Yavuz Çetin ve Batu Mutlugil’in kurduğu Blue Blues Band’te kesişti. Çetin’in acı şekilde hayata veda ettiği 2001 yılına kadar genel olarak cover parçalar çalan Blue Blues Band, herkesin efsane olarak nitelediği bir grup olurken konserleriyle de dikkat çekmişti.
Kendi zihinleriyle olan savaşları yanı sıra toplumla, müzik ve müzik endüstrisiyle de savaşan iki yetenekli müzisyenin trajik hikayesini bizlere sunmaya hazırlanan belgeselin yönetmeni Mehmet Sertan Ünver olurken, yapımcı koltuğunda Suzan Güverte yer alıyor.
Filmde Blue Blues Band’in diğer üyeleri Batu Mutlugil ve Sunay Özgür, o günleri, grubun serüvenini ve Yavuz ile Kerim’i anlatıyorlar.
Teoman, Erkan Oğur, Göksel, Sunay Özgür, Batu Mutlugil, Batuhan Mutlugil, Aylin Aslım, Melis Danişmend, İskender Paydaş, Ercan Saatçi, Deniz Arcak ve Akın Eldes gibi sanatçılarla röportajlara da yer veren belgeselde Kerim Çaplı’nın hayat hikayesinin derinlerine inmek amacıyla yolunun Amerika’ya bile düştüğünü görüyoruz.
Sertan Ünver’in yönettiği, Mutlugil ve Özgür’ün yanı sıra, Yavuz Çetin’le Kerim Çaplı’nın arkadaşları, aile fertleri ve önemli müzisyenlerin de yer aldığı filmin yapımcılığını Suzan Güverte, danışmanlığını ise ünlü yazar, dublaj sanatçısı ve sunucu Yekta Kopan üstleniyor.
Filmin tema müziğini ise Blue Blues Band’ın yaşayan üyeleri Batu Mutlugil ve Sunay Özgür ile Yavuz Çetin’in müzisyen oğlu Yavuzcan Çetin besteledi.
Kerim Çaplı’nın Kayıp Albümü Belgeselde
1990’larda Türkiye’de rock dünyasına damgasını vurmuş ve sahne performanslarıyla efsaneleşmiş Blue Blues Band’in hikâyesini beyazperdeye aktaran Blue belgeseli ile grubun davulcusu Kerim Çaplı’nın kaydettiği söylenen ama hiç yayınlanmamış olan kayıp albümünün İstanbul’da bulunuş hikayesine de tanıklık edeceğiz. Film ekibi, nihayetinde şehir efsanesi gibi yıllardır konuşulan Kerim Çaplı bestelerinin kayıtlarına da ulaştı. Bu kayıtlar filmde ilk kez olarak meraklılarına sunulacak.
Filmin Amerika yolculuğunda Çaplı’nın eski dostlarıyla konuşmak için California’dan New York’a uzanan bir rota çizen filmin yapımcılarının bu süreçte en çok duydukları cümle, “Jimi Hendrix görür görmez onun özel olduğunu anlamıştı,” olmuş.
Hendrix’in çok sevdiği ve birlikte de çaldığı Çaplı, Amerika’da The Sundowners ve The Monkees gibi gruplarla da albümler çıkarmıştı. Blue belgeseli, Çaplı’nın bu albümünün neden Türkiye’de hiç yayınlanmadığı gibi sorulara da cevap arıyor.
Kayıt Yayınlamadılar
1991 yılında Yavuz Çetin ve Batu Mutlugil tarafından kurulan Blue Blues Band, basta Sunay Özgür ve davulda Kerim Çaplı’nın katılımı ile ideal kadrosuna kavuşmuştu. 10 yıl boyunca birçok yerde sahne alan grup, hiçbir kayıt yayınlamamasına ve büyük çoğunlukla ‘cover’ parçalar çalmasına rağmen, üstün yetenekleri ve sahne performanslarıyla efsane statüsüne ulaştı.
90’lar Türkiye’sinin rock müzik sahnesinde efsaneleşen bir grup: Blue Blues Band ve o sahneden kayıp giden iki dahi: Bipolar bozukluk nedeniyle 31 yaşında Boğaz Köprüsü’nden atlayarak hayatına son veren Yavuz Çetin… ABD’de Jimi Hendrix ve The Monkees ile paylaştığı sahnede başlayan yolculuğu Beyoğlu’nun otel odalarında yapayalnız son bulan Kerim Çaplı… Blue, 90’larda ve ikilinin hayatlarında derin bir yolculuğa çıkıyor ve toplumla, endüstriyle, en önemlisi de kendi zihinleriyle verdikleri mücadeleye ışık tutmaya çalışıyor. Nihayetinde de geriye şu soru kalıyor: Tüm bu yetenek ve yaratıcılık bir lütuf mu, yoksa bir lanet mi?