1914 yılında İzmir’de toplumsal kaosun içine doğan küçük bir çocuğun, sinemanın neredeyse en büyük ayaklanmalarından birine sebebiyet vereceği kimin aklına gelirdi? İki büyük dünya savaşının hayatına gölge düşürmesine izin vermeden, gayesi uğrunda didinen ve kendinden sonra gelen kuşaklara büyük bir servet bırakan küçük bir çocuğun, zamanla yüceleşen bir adam olmasının hikâyesi bu.
Andre Bazin’in -François Truffaut’nun manevi babası olduğu kadar- Fransız Yeni Dalgası’nın da manevi-fikir babası olduğu söylenir. Bu, masaya yatırılabilecek; fakat bütünüyle yadsınamayacak bir gerçektir. Sonuç olarak, gençlik yıllarında sahte bir film gösterimi düzenleyen ve bu nedenle tutuklanan Truffaut’nun dışarı çıkmasına yardım eden ve bu andan sonra film eleştirmenliğinden yönetmenliğine varan süreçte Truffaut’ya her anlamda destek olan Bazin’dir. Buna karşılık Truffaut ise, bilindiği üzere Yeni Dalga’yı başlatan isimdir. Dolayısıyla bu örüntü izlendiğinde, Bazin elbette Yeni Dalga’nın manevi babası olarak kabul edilebilir. Fakat bu noktada bir ismin üzerine basıp geçildiğini ısrarla vurgulamak gerekir.
Yeni Dalga’nın kendine has yönetmenleri, bir zamanlar safi sinemaseverler olmaktan öte değillerdi ne yazık ki. Peki, onlara sinemayı sevdiren kimdi? Elbette, bunda Hollywood’un filmlerini Avrupa’ya göndermesinin önemli bir etkisi vardı. Fakat özel fonlarla ve zaman zaman bireysel birikimiyle film toplamaya başlayan, daha sonraları bunu arkadaşlarıyla birleşerek profesyonel düzeye çıkaran Henri Langlois’nın etkisi daha büyüktü. Henüz elinde on adet filmi varken, Jean Mitry ve Georges Franju ile birleşerek 1936 yılında Cinémathèque Française’i kuran Langlois; bir süre sonra devlet desteğini de aldı ve kısa bir zaman diliminde Avrupa ve Amerika’ya ait 50 bin filmi gerek restore ederek, hatta gerekse yok edilme tehlikesinden koruyarak arşivine kattı. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Nazi işgali altındaki Paris’te Chaplin’in The Great Dictator’unu (1940) korumayı başaran Langlois elbette Fransız gençlerine sinemayı sevdirmeyi de başaracaktı.
Daha sonraları, isimleri Fransız Yeni Dalgası yönetmenleri arasında yer alacak Truffaut, Godard, Rohmer, Chabrol, Rivette Cinémathèque’i kendilerine okul ilan ettiler. James Monaco’nun Yeni Dalga kitabında belirttiği üzere, birbiriyle hiç iletişime geçmeden Cinémathèque’in ön sıralarını dolduran ve filmlerini izleyen bu gençler, ilerleyen zamanlarda Cahiers du Cinema’nın çatısı altında birleşeceklerdi. Fakat öncelikle hepsi Langlois’nın arşiviyle dolup taşmalıydı
Henri Langlois sadece bir film arşivcisi değildi. Evet, bugün birçok filmi kendisi sayesinde izliyor olsak da, sinemaya dair her şey onun için kıymetli ve biricikti. Kullanılmış projeksiyonlardan kostümlere, filmlerden kameralara varan bir koleksiyonun sahibiydi kendisi. Bir nevi, Sinefil kelimesinin vücuda dökülmüş hâliydi.
Durum böyleyken, sinema alanında yaşanan toplumsal ayaklanmalardan en büyüğünün Langlois sebebiyle gerçekleşmiş olması kimseyi şaşırtmamalı. 1968 yılının Şubat ayında Fransız Kültür Bakanı Andre Malraux’un Henri Langlois’yı görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle Cinémathèque’in yöneticiliğinden almasıyla başlayan ayaklanma, öğrencilerin sokağa dökülmesine, Cinémathèque’in kapılarına kendilerini zincirlemesine sebep oldu. Protestolara Truffaut, Godard, Leaud gibi büyük isimlerde aktif olarak katıldı. Fakat protestolar bununla yeterli olmayınca Fransa’ya sinema dünyasının her kesiminden Henri Langlois için destek yağdı. Tepkilere daha fazla dayanamayan Malraux, Langlois’ya görevini iade etti. Fakat, bu durum siyasi olarak kaos içerisinde bulunan Fransa’da büyük bir ayaklanmayı başlatacak bir ateşin fitiliydi sadece.
Rivayetlere göre; Yılmaz Güney hapishanede olduğu için Türkiye’ye geri dönmeyi reddeden, sinemanın her daim özgür olması gerektiğini savunan, filmlerin koruyucusu, Yeni Dalga’nın ilham perisi Henri Langlois; Cinémathèque’teki görevine geri döndükten sonra sinemaya yaptığı katkılar dolayısıyla Akademi Onu Ödülü gibi birçok ödüle layık görüldü.
Langlois’yı birazdan daha yakından tanımak, Yeni Dalga’yı bir nebze daha anlamak isterseniz; Jacques Richard’ın hazırladığı Henri Langlois: Phantom of the Cinematheque (2004) belgeselini izlemenizi tavsiye ederim. Ama ben o dönemleri deneyimlemek istiyorum derseniz de, Bertolucci’nin saygısını sunmak üzere yaptığı The Dreamers (2003) filmini kesinlikle öneririm.